''Ben mutlu olunca çok korkuyorum'' diyor Ayşe Hanım.

''Mutluluktan mı? Nasıl yani?'' diyorum.

“ Komşularla filan bir aradayken şakalaşıp gülüşürken bir an durup kendime bakıyorum. Tövbe estağfurullah çekiyorum. Bugün çok güldüm, kesin başıma bi iş gelecek diyorum. Dememle birlikte ya o akşam ya ertesi güne muhakkak çıkıyor acısı benden. Ne gerek var öyle çoşmaya, yersiz yersiz gülüp eğlenmeye...”

“ Mesela nasıl çıkıyor acısı?

“ Ya oğlan hastalanıp ateşleniyor, ya eşimle tartışıyoruz ya da en basitinden sütü taşırıp ocağı rezil ediyorum.” Diye sıralıyor.

Mutlu olmayı, kahkaha atmayı kendine çok görüyor anlaşılan…

Neden ama…

---------------------------------

“Pekâlâ, tam tersine, yüzünüz asık olduğunda ya da üzüldüğünüzde de aynı şekilde başıma bir iş gelecek diyor musunuz yine?

“Yooo. Neden diyeyim ki hocam?”

“ Yani siz mutlu olduğunuzda muhakkak cezalandırılacağınızı düşünüyor ama huzursuz ve mutsuz olduğunuzda ise böyle bir şey olmayacağından eminsiniz, öyle mi?

“Tabi ki hocam. Huzursuzken zaten huzursuzsun yani. Ama öbür durumda normalin ötesi bir durum var, her zamankinden daha coşkulu daha mutlusun ?..”

--------------------------------
Ayşe Hanım’ın anlattıkları siz okurken mantıklı gelmese de toplumumuzda çok sık rastlanılan, kronik bir durum. Kişiler mutlu olmayı kendilerine çok(kimi zaman da zül) görüyorlar.

 Kendilerini ne zaman çok mutlu hissetseler, içlerinde bir yerlerde tuhaf bir iç sıkıntısı başladığını anlatır bu tip danışanlar... Sanki az sonra kötü bir şey olacak ve yaşanılan mutluluğun bedeli ödenecekmiş gibi. Mutluluk ve suç işleme birbirleriyle eşleştirilmişler sanki. Kendi ruh dünyalarında bir suç(!) ve ceza terazisi varmışçasına dengelenmesi gerekiyormuş gibi…  Tam anlamıyla huzurlu olmayı kendilerine layık görmeyen bir tutumdalar. Hak ettiğinden fazla mutlu, huzurlu olursan burnundan böyle böyle gelir dedirten bir hal...

Kişiler niçin böyle hissederler acaba? Bu şüphe, tedirginlik ve bu hak etmeme duygusunu…

Bu konuda Kısa bir süre düşünüp kendinizi sorgulamanızı rica edeceğim… Lütfen biraz da eski anılarda gezinsin zihniniz.

Küçükken… Siz ve aileniz arasında kaygı, endişe, panik, maddi manevi yargıl(amal)ar… Vicdan ve yaramazlıklarınız(büyüklerinize göre tanımlanmış olan) arasında çekiştirilen ruh dünyanız…

“Onu dökme, buna dokunma, senin yüzünden bak ne oldu? Kız çocuğuna hiç yakışmadı bu hareket.” ya da “Koskoca erkek adam oldun güya ama nerdeee!” –ler gibi gibi engellenilmişlikler?

Annem babam çok kızıp sinirlendiğine göre (ben nerede hatalı olduğumu bilmesem de) bir şeyleri yanlış yapıyorum, aileme zarar veriyorum, onları üzüyorum düşüncesi... Bir yandan yapmak istemek, diğer tarafta yaptığında hissedilecek olan vicdan azabı ya da azarlanma hali... Veyahut da istemeden yapılan bir hatanızda yetersiz ve hatalı olduğunuzun yüzünüze vurulması...

Bünyenize yerleştirilmiş olan bir suçluluk hissi bu. Önce sıkı giyin hastalanırsın dediği halde giyinmeyip hasta olduğunuzda annenize karşı duyduğunuz suçluluk duygusu bu(zaten sizin için saçı süpürge edilmiş olan anneniz o sizin);

Hani siz doğdunuzda çalışma hayatını bitirip, her şeyini size adamış olan ama pişirdiği bir türlü sizin tarafından beğenilip bir çırpıda bitirilmeyen fedakâr anneniz…

(El âlemin işinde dirsek çürütüp sizi açta açıkta bırakmamış babanızın) size aldığı kramponları daha ilk mahalle maçında parçaladığınızda hissettiğiniz duygu bu.

Nitekim onlar onca fedakârlık yapmış ama karşılığını tarafınızdan bulamamış en yakınlarınız…

Bilinçaltınıza kodlanmış; içinize bir şekilde işlemiş bir kere. Tahtakurusu misali içten içe kemirmekte sizi… Özellikle çoşkun, mutlu hissettiğiniz anınızda, sinsi kırt kırt sesiyle sizi anında eski modunuza dönmeye zorlayan…

O küçükken hissettiğiniz suçluluk duygusunu hortlatan bir ses bu… Devamlı olarak “hatalısın, utanmalısın, onlara borçlusun” diyen o ses…

Bu öyle bir durumdur ki mağdur kim, suçlu kim belli değil… İlla ki bir mağdur ya da bir suçlu olmak zorunda mı? Bu da belli değil… Ama istemsiz bir şekilde; durdurulamaz bir kendini sorgulama hali, yaşanılan her olayda kendini hatalı bulma çabası-özellikle de mutlu, huzurlu ya da coşkulu anlarda-

Hâlbuki daha baştan şöyle yetiştirilmiş olsaydı insan:

Herkes kimi zaman bazı şeyleri yanlış ya da eksik yapabilir. Sen hatalarınla, yanlış da olsa tercihlerinle sensin. Eğer tercihlerin büyük, geri dönülemez zararlar oluşturmuyorsa sana saygı duyuyor ve her halinle kabulleniyoruz. Daima yanlış mı yaptım endişesi taşıma. Dene yanıl, tekrar dene tekrar yanıl; ama her daim huzurlu ve mutlu kalmanın yolunu bul. Başarısız olmaktan korktuğun için denemekten vazgeçme!

Hayatının yersiz endişe ve kaygılarla elinden kayıp gitmesine izin verme!