Bir Ramazanı daha acılarla, savaşlarla, şiddetle idrak ediyoruz. Katil sürüleri, Müslümanların camilerine tecavüz ediyor. Suriye’de, Filistin’de, Doğu Türkistan’da, Yemende hatta Avrupanın göbeğinde, bu kaçıncı Ramazan, gözyaşının ekmeğe katık edildiği? Nesil ve kültür tahribatına devam ediyorlar zalimler.  
Şimdi de ne acıdır ki veto hakkına sahip bir devlet 30 yıl kadar önce bağımsızlık verdiği yanı başındaki komşusuna savaş açtı. Zaten salgın hastalık ile hayatların karardığı, ekonomilerin çöktüğü bir zamanda bu harp bir ülkeyi darmadağın ederken dünya yaşamını da çekilmez bir duruma getiriverdi. Buna bazı iyi niyetli dünya liderleri çare bulmaya çalışırken bazıları seyirci kalıyor.
Hiçbir savaşın kazananı olmaz. Ekranlardan üzülerek içimiz acıyarak seyrediyoruz. Kadın, kız ihtiyar çoluk çocuk ne hallere düştüler? Binlerce sivil, evinden barkından hatta soykırıma tabi tutulurcasına öldürülüyorlar. Allah bu insanlara acısın yar ve yardımcıları olsun. 
Bunları destekleyen devletlere ve bu caniliğe devam eden devletlere de vicdan merhamet versin. Başarının sırrı bir işe inanmaktır. İşte Rusya ve Ukrayna örneğinde olduğu gibi iki günde Ukrayna teslim olur delerdi bilgiçler ama hiç de öyle olmadı nerdeyse iki aya varmak üzere harp gelinen nokta meydanda. Demek ki inançla her iş başarılır.
Sayın Cumhurbaşkanımız ve Dışişleri Bakanımız diğer ilgili idarecilerimizin bu savaşın durması için yaptıkları çabalar takdire şayan. Onlara rabbim güç kuvvet versin inşallah. 
***
Mübarek Ramazan ayında eski Ramazanların tadını tuzunu hatırlayalım bir kez daha. 
Köyümüz Gilisıra’nın erkekleri köyde gelir kıt olduğu için genelde gurbete giderlerdi. Büyük şehirlerde bir yıl boyunca para kazanırlar, kazandıkları paraları mutlaka köyden bir işe yatırım yapar her yılda genelde bayramlarda olmak üzere köyüne gelir, ana babasını, akrabai taallukatını ziyaret ederdi. Köyümüzün bayramları çok renkli ve keyifli geçerdi. 
Bayramın birinci günü Cuma camisinde bütün köylü bayram namazını eda eder bayram çıkışı daha evvelden “Bayram yemeğini bizde yiyeceğiz diye tembihledikleri köyün fakir gençlerini cami önünden alıp evlerine götürür yemek yedirir ardından bütçesi müsaitse, zekatı var ise onlara verir gönderirlerdi. 
Belki o yıllar yokluklu yıllardı ama insanlarda çok büyük sevgi ve saygı vardı. Zengin kibirlenmez fakir kubuzlanmaz, çok samimi bir ortam oluşurdu. Arife günü ikindi olunca köylüler hep birlikte mezarlıklara gider, Kuranı Kerim tilavet edilirdi. 
Bayram yemeği yendikten sonra evin büyükleri evi beklerken gençler bütün köyü kapı geçmeksizin şayet akrabalık bağı var ise biraz otururarak yok ise büyüklerin ellerini öperek gönül alırlardı. 
Zaten şivlilik denen 3 ayların başlangıcı ile bu manevi atmosfere girilir ilk namaz Recep Orta namaz Şaban ve İramazan diye üç aylara girilirken kendilerine ve aile efradına çeki düzen verirlerdi. 
Yıl 1957. Daha okulu bitirmemişim. Mahallemizdeki hoca mektebine giderken bütün namaz surelerini öğrenmiş, okulda okurken de Kuran’ı okumaya başlamıştım.  O hoca mekteplerinde okumak da bir mesele idi. 1950 yılına kadar tek parti dönemi hoca büyük talebelerden iki üç tanesini köyün girişine bekçi koyar “Resmi bir gelen olursa bana haber uçur” derdi. Devlet adamı o kadar kraldı ki herkes onlardan korkardı. Candarma adam döver ormancı adam döver tahsildar hatta tütün kolcular bile adam döverdi, yok takke giydin başına dayak, yok çobanda tek tüfek var dayak, hülasa her şeyde dayak vardı. Elif cüz okutma yasaktı, hoca mektebine gitmek yasaktı, zor günlerdi o günler.  
Kuran ı hatmettik köyümüzün 6 camisi vardı bu camilerde sabah namazı sonrası yüzlerce talebeye namazlık ve elifba okutulurdu. Kış günü ise öğleden sonra da okuma vardı.
Bu camilerde hatmetmiş olan gençler büyük camide hatim duasına katılacağız Cuma günü, ama biz çok fakiriz. Elbise yok ayakkabı yok. Babam merhumdan bir pantolon bir de gömlek yaptırmasını istedim. Köyümüzdeki Terzi Ali emmiden don kadı biçimi olmayacak göynek yakalı olacak. Ama paramız çıkmadı göynek iki buçuk lira tutuyordu onu yaptıramadık. Allah rahmet eylesin Ali emmi benim mahzun yalvarışıma baktı babama Osman ağa “Ben Ismayıla göyneği dikeyim o büyünce bana borcunu ödesin sen garışma” dedi ve dikti de göyneği giyindim, yakışmıştı üzerime. 
Hatim merasimi günü geldi. Hepimiz evlerimizde analarımızın hazırladığı elbiseleri giydik başımızda feslerimiz etrafı ipekli poşu işe süslenmiş omzumuzda şalımız. Camiye giderken bir komşumuz gördü beni ve samimiyetle kucakladı. Baktı her şey güzel, ayağımdaki ayakkabılar Çerkez lastiği. “İsmail dur biraz” dedi, durdum kapı önünde. İçerden bir çift kırmızı renkli iskarpin (ayakkabı) getirip bana “Gel ayakkabıları değişelim sen bunları al bana lastikleri ver” demesin mi! Düşündüm ayakkabılar güzel ama lastikleri de yeni aldı anacığım düşünecektim ki, adam “Şaka şaka bu lastikleri bize bırak camiden çıkınca bunları da al evine götür onları benim kayınım Ali İzmir’den göndermişti bizde giyen yok benim oğlum yok ki zaten” dedi. 
O hava ile göklere uçuyordum sanki. İskarpinlerin yüzlerini tertemiz yıkadım sildim, giyindim. Camide cumadan önce toplandık daha önce hatim etmiş olan sağdıçlarımız var, biri baş tarafımızda biri sonumuzda 11 talebe. Aşrı şeriflerimizi okuduk dualar yapıldı. Adet üzere büyüklerimizin elini öpmeye kalktık, genç ihtiyar hepsi gücü nispetinde 25-50 kuruş aralarında 1 lira veren de oluyordu. 
Bir amcamız Allah rahmet etsin İstanbul’dan gelmişti variyeti yerinde, hayrı seven. Parasını nasıl ve nerede harcayacağını da bilen çok cömert bir insandı. Her elini öpen çocuğa dizinin altına koyduğu paralardan onar lira veriyordu.  Bir arkadaşımıza beş lira denk gelmiş düşünebiliyor musunuz? O kardeşimiz babasızdı anası akşamüzeri elinden tutmuş o para veren amcanın evine geldiler kadın “Ülen memet herkese 10 lira vermişsin benim oğluma 5 lira vermek sana yakışır mı heç?” deyince, adam mahcup “Tamam Ayşe abla, ben farkında değilim onunkini de 10 liraya tamamlayayım 5 lira da fazladan olsun” deyip hiç kimseyi azarlamadan üzmeden 10 lira daha vermişti. 
O zamanlar bu maneviyata daha çok önem verirdi atalarımız. On yaşında oruç yedi yaşında namaz buyrulur çocuğa diyerek işte o minval üzere ibadetin takibi yapılırdı ve hasta ve sabi çocukların dışında hiç kimse orucu yemezdi, yaz olsun kış olsun. Herkes bu işin takipçisi olur nemelazımcılık olmazdı, oruç yiyen adamı insanlar bakışı ile boğardı.
Köyümüzde eski kavimler tarafından kazılmış su sarnıçları ve derin geniş su zahire ve şarap kuyuları vardı. O büyük ve geniş kuyuların birisi kışın güzelce temizlenir bol yağan karlardan kuyuya imece usulü köylü çalışarak kar doldururdu, yazın Ramazan mübarek gün gelince kuyudaki karın üzeri açılır. Köye tellal çağrılır “Herkes kabını alıp filan kuyuya getirsin kar doldurulacak” diye. Hele biz çocuklar sevinerek giderdik. Kuyuya inmiş olan bekçi karları kova kova çıkarır idareciler de bizlere taksim ederdi.  Biz de bir kapla eve getirir üzerine pekmez dökerek iştahla iftarda yerdik.
Ne kadar çok hatıra biriktirmişiz. Sevginin, saygının, hürmetin ayı Ramazan geldi mi bereketiyle gelirdi. Kim geçip giden Ramazanları özlemiyor ki…