Bilmek, bazen bela oluyor insanın başına. Hani bilince, ortadaki mevzu ne ise kulak kabartıyorsun ya ister istemez... İşte o da sıkıntıya sebep oluyor ister istemez...

Zaten artık istesen de cahil kalmak elinde değil. Bilgi denilen o ne menem şeyi illa ki gözüne gözüne sokuyor teknoloji denilen heyula..

Halbuki cehalet ne güzel şeydi. Eskiden yani köydeyken yani televizyon yokken, bilgisayar yokken, eline sıkıştırılmış o küçücük dünya henüz keşfedilmemişken ne güzeldi hayat. Hani o bir büyük şehri bile ömründe hiç görmediğin yıllardan bahsediyorum.

Siyasilerin sadece seslerini duyardın onu da evinde radyo varsa eğer... Ne suratlarındaki sahte gülüşleri görebilirdin ne giyindiklerinden ne yiyip içtiklerinden ne de bindikleri araçlardan haberin olurdu...

O zamanlar, ne üniversiteye girme kaygın vardı ne de çocuklarını okutma derdin... "Köy çocukları ilkokulu bitirsinler, karasabanın kuyruğundan tutsunlar o yeter de artardı bile." Böyleydi gelenek...

Dostluklar öyle parti purti işlerine göre kurulmazdı. "Ben şucuyum sen bucusun" konusu yine vardı ama dostlukların içine edilecek derecede belirleyici bir durum arz etmezdi bu durum.

Hele yüzde sekseni köylerde yaşayan nüfusun bu ekseriyeti "devleti yönetme" iddiasında olmadıkları için zaten devleti yönetenler tarafından bir sorun olarak da görülmezlerdi. Koltukları için bir tehlike değillerdi zira...

Ne zaman ki köylü "gıpraşmaya" başladı ne zaman ki onu okuma merakı sardı ne zaman ki devletin kurumlarında koltukların bir kenarından hak sahibi olma talepleri başladı, işte o andan itibaren koltuklarda oturanların yerleri pirelenmeye, huzurları kaçmaya başladı.

Köylüye, köy çocuklarına biçilen rol ne zaman ki küçük gelmeye başladı işte o andan itibaren hareketlilik belirgin hale geldi...

Köy çocuklarına sadece öğretmenliğe kadar, onda da kontrollü bir yükselişe izin veriliyordu ki zaman içinde kabuk çatlamaya, homurtular artmaya başlayınca bir sızı başladı yukarıdakilerin alınlarının tam orta yerinde...

Darbeler, muhtıralar, sopalar, silahlar, idam sehpaları girmeye başladı devreye... Kapatmalar, kısıtlamalar, korkutmalar, aba altından sopa göstermeler v.s. v.s...

Şehre göçü engelleyemediler. Aslında onlar için en büyük çıban başı olan konu da bu idi. Hatırlayın, "İstanbul’a pasaportla girilsin" şeklinde tedbirler dahi konuşulmaya başlanmıştı 1970'li yıllarda... Köyden şehre göçün hızlandığı yıllarda yani...

Dolayısıyla üniversite yollarını kapatmaya çalışırlarsa da beceremediler. Köylüler; subay, hakim, savcı, bürokrat, milletvekili, bakan başbakan, cumhurbaşkanı olmaya azmediyorlardı. Oluyorlardı da...

Ne demiştim yazının başlarında? Yüzde 80 köylerde sadece yüzde 20 şehirlerde yaşıyor" demiştim... Tabi ki devletin asıl sahipleri de o yüzde 20'lük tabaka idi... Devleti de o kesimin içinde olanlar yönetiyordu zaten.

Şimdi köylerde sadece yüzde 7 oranında insan yaşıyor. E ne oldu bu sefer? Elbette doğal olarak, devleti, bir zamanların köylüleri yönetmeye başladılar.

Plânlar bozuldu. Arıza çıktı düzende. Ne tamir çare oldu ne sökükler dikiş tuttu ne de eskiler yama...

İste o "köylüler" o "çobanlar" kendi başlarına dert aldılar bir nevi...

Halbuki cehalet ne güzel şeydi. Davarlarını güder, bir evlek tarlasını eker yarı aç yarı tok gül gibi geçinir giderlerdi eskiden. Ne devlet yönetme iddiaları vardı ne darbeler ilgilendirirdi onları ne de "dış güçlerden" haberdar olurlardı.

Köylerine gelen amirden, memurdan en küçük birim bile olsa karakoldan fırçalarını yer otururlardı. Buna rağmen yine de hürmetlerini gösterirlerdi. Yemeklerini yedirir, köyün orta yerine devletin kurduğu çeşmelerden dolup geldikleri ibriklerden ellerine su bile döker, sağlıcakla gönderirlerdi geldikleri yerlere...

Ya şimdi öyle mi? Ne eskisi gibi "cahiller" ne de her gelenin önüne boyunlarını uzatıyorlar artık. Her şeyi biliyorlar her şeyi... Hatta bilmediklerini dahi bilmeye başladılar. Haklarını, demokrasiyi, hukuku her şeyi her bir şeyi biliyorlar...

Sıkıntının kaynağı buralar işte. Bağrış çağırışların, ültimatomların sebebi de buralar...

Yani sözün hülasası; "hemşerim geçti Bor'un pazarı sür eşeğini Niğde'ye"

Gerçekten de geçmiş olsun.