Ne zaman köyüme yolum düşse eskiden ayak basmadığım yeri kalmayan ama artık çıkmaya takatim bile olmayan dağları seyrederken aklıma düşen, bu dağlarda otlayan davar ve sığır sürüleri gelir. Bir de 65 yıl kadar önce davar sığır sürüleri ile süslenmiş, alabildiğine geniş ormanlara sahip dağları ve bu ormanlarda yetişmiş en küçüğü 100 yaşında diyebileceğimiz yaprakları adeta birbiriyle konuşurcasına gürül gürül sesler çıkartan ulu meşe ağaçları… 

Çok kere gururla anarım. Benim küçüklüğüm bu dağlarda 3-4 yıl çobanlıkla geçti. Onun için o dağları süsleyen, çanları ile dağlara ayrı bir güzellik veren sürüler her yayladan ikindiye doğru binlerce keçisi koyunu ile yüklü davar arka arkaya çıkarlardı.

Yine o geniş dağlarda sığır sürülerinin böğürmeleri davarların melemeleri sanki dün gibi kulağımdadır. Koyun sürüleri ayrı çıkardı yayladan. Keçi sürüleri oğlak kuzu sürüleri hep ayrı ayrı birer dağ yamacına doğru yol alırdı. Bu bollukta davar sığır olur da rekabet ve ucuzluk olmaz mı? Tabi olurdu.

Bizim köy o yıllarda 450 haneden daha fazla idi. Sayıları en az 400-500’ü bulan sürüye sahip belki 30 hane vardı köyde. Bunun yanında 50-100 kadar davarlarını kendi imkânları ile dağlarda güden belki yaylaya çıkamayan 100’den fazla aile vardı. Ayrıca bugün mahalle statüsü almış olan Kumrallı köyünde de 25 hane var idi. Bunların istisnasız hepsinin ağıllarında 400’den aşağı düşmeyen keçi koyun karışık davarları olur, bunun yanında bir o kadar da hakı (ücreti) ile güttükleri başka ailelerin davarları da bunların içinde otlardı.

Bu kadar davarın içinde 4-5 yaşlarında tiftik erkeçler olurdu. Erkeç, keçinin erkek olanı teke olanıydı. Enenmemiş erkeçler eneme yapılmış olanlar bir yaşında oğlak iki yaşında çebiç üç yaşında seyis sonraki birli, ikili, üçlü, dörtlü erkeç diye tanınırdı.

Erkeçlerin çobanları ve onları otlatma şekilleri bir ayrı olurdu. Bu erkeçleri güderek etlendiren çobanların namı taa Konya’daki mal pazarlarında konuşulurdu. O yıllarda her şey doğaldı, fenni gübre yok fenni yem yok, hormon yoktu ette sütte. Her şey tabiattan geldiği gibiydi, onun için lezzeti de gayet güzeldi, yemeye doyulmazdı hayvanları etleri. Sütün tadı da bir başkaydı.

O sabırlı mal sevgisi ile yoğrulmuş namlı çobanlardan kimseler kalmadı. Hepsi Allah’ın rahmetine kavuştu. İşte onlardan isim yapanlar mal pazara indi mi çoban getirmezdi malı. Ya babası ya ağası getirir, ama çobanın ismi ile satardı malını. Bu Semercilerin erkeci, bu Abbasların erkeci, bu Dorbalar’ın erkeci bu Capcaklar’ın erkeci, Hörükler’in erkeci, bu Çininin erkeci, Kumrallı’da dersen Belloğlu’nun erkeci Dravacılar’ın erkeci Tesbihliler’in erkeci, Gök İramazan’ın ya da Çopur’un veya kardeşi Gara Durmuş’un erkeci gibi malın sırtındaki ete göre çobanın ismiyle anılırdı hayvanlar.

“Sırtına binseniz götürür katır gibi tiftik erkeçler” diye konuşulur. Alıcılar da “Gaç bundan gurban kesen kişiyi sırattan yel gibi geçirir gardaşım” derlerdi.

Konyamız’ın dindar zenginleri 6-7 tane erkeç alır, etlik yapar, kurban keserdi. Kebapçılar derseniz bu tiftik erkeçlere can atarlardı.

Peki, bu kadar nam yapan bu erkeçleri çoban nasıl güderdi?

Bu erkeçlerin yaşları büyük olur ama etleri asla sert olmazdı. Zaten tiftik keçi cinsinden olan bu malların etinin lezzeti de burada idi. Erkek malların iyileri çoban tarafından 7-8. aylarda davarın içinden seçilirdi. Bir yaşında çebiç, iki yaşında seyis, üç yaşında artık erkeç olur. Tabi daha çebiç iken enenir yani erkekliği iğdiş edilirdi. İğdiş edilmez ise etleri kokardı.

Her yediği gıdayı sırtına et olarak yüklerdi bu mallar. Öyle kabadayı olurlardı ki çobanın değişmesi bile onların çobanı saymamasına, onun sesini dikkate almamasına neden olurdu. Çoban onları otlatırken dağlardaki bol meşe ağaçlarının kışın dallarının ucundaki çiğirdik denen uçlarından yiyerek güzün yağlı meşenin meyvesi pelitleri yiyerek, kışın da kar yağınca yazdan kesilip hazırlanmış o lezzetli yaprakları arada bir de onların çok sevdiği ardıçlardan yiyerek beslenirlerdi.

Davarı çala çala, sığırı süre süre…

Bu tabir köylerde çok meşhurdu. Eski çobanların yeni çobana bir öğüdü idi. Sığırları sürerek otlatırsanız daha iyi otlardı. Davaları salmadan çala çala (eğleye eğleye) otlatırlardı. Eğer onların önünü salıverirseniz akşama kadar dağların zirvelerinde dağılıp giderler bir tanesini bile bulamazdınız. Onun için nümayişçilerin polis barikatını zorladığı gibi erkeç sürüsü de önünde çomağı ile sert edasıyla daima o davaları azarlayan çobanın dikkati sayesinde sırtındaki eti bağlardı. Yoksa çok koşsa sırtındaki etini silker atardı, ataların deyimi ile.

GECE BÖLÜNMÜŞ ERKEÇLER

Bir seferinde bu adı geçen çobanlardan birinin önündeki erkeçler, gece çoban uyurken bir kısmı bölünerek davarın yattığı yatak yerini (hayvanların açık arazide yattıkları yer) terk edip dağlara doğru gitmişler. Dağların efesi olan iki aç kurt bunları görmüşler. Tamam, bugün bayram var, deyip saldırmışlar erkeçlere. Bu malların yıllarca bir arada yaşamaları tabi dayanışmayı da beraberinde getirmiş. Hepsi birden sivri boynuzları ile kurtların üzerine saldırmışlar ve dağın zirvesindeki kayalıkların arasına kaçarak kendilerini kayalara siper edip hiç zayiat vermeden sabahlamışlar. Sabahleyin gün aydınlanınca çobanın farkına varması ve köpeklerin de kokuyu alarak o tarafa koşmasıyla kurt salgınından korunmuşlar. Bu olay o yıllarda sürüsünü iyi güden çobanın adı ile günlerce konuşuldu.

Bilenler bilir de bilmeyenler için belirteyim. Bu kurtlardan bir tanesi bile bir sürüye saldırsa en az bir saatte 150 -200 kadar malı telef edebilirdi. Çünkü o bir tane yiyip bırakmaz ağzına aldığını yaralar ya da öldürürdü. Yaralılar da ölürdü bir süre sonra. Kurtlar çok hırslı hayvanlardır.

Canavar da denilen kurt, insanın eline alarak yedeğinde çekip götüremediği bir koyun veya keçiyi, boynundan dişleri ile tuttu mu çobanın önünde gider, hiç kimse korkudan itiraz edemezdi. Hayvanın rızkını yaratan elbette rızkına kefil olacaktı.

Gelelim kurbanda kesilen hayvanlara… Yazıya başlarken Kurban için bir şeyler yazmak istemiştim, ama işi geçmiş yıllara ve mazinin derinliklerine götürünce dağarcığımdan neler dökülüverdi.

Bizler fakir aile idik. Öyle çok davar, sığır cinsi malımız olmazdı. Bir çift öküzü zor bulurdu babacığım anacığım. Ancak 5-6 keçi bir o kadar da koyunumuz olurdu, onlar da komşular arasında mal başı keşik yapar öyle güdülürdü. Burada o yıllardan ilginç bir anımı anlatayım. Yıl 1958… Dağda sığır çobanıyım. Davar çobanları tarafından çok sevilirim, başım yumuşak her buyrulan yumuşu (işi) yaparım, hiç itiraz etmem. Köyün mallarını da iyi tanırım, malları severim.

Davar çobanları ile aram da çok iyi. Bir tanıdığım akrabamız davar çobanı vardı. Ona dedim ki “Ağa benim evde çok sevdiğim bir çebicim var benim peşimden ayrılmaz. Onu çok seviyorum, ama babam bu sene onu kurbana kesecek üzülüyorum” dedim.

O da bana “Ismayıl o çebici sen bana yarın getirebilir misin, senin ardından gelir mi?” dedi. “Gelir ağa” dedim.

Köy ile dağdaki yerimizin arası en az 6 kilometre. “Yarın onu bana getir, ben sana bir erkeç vereyim” onu kurbana kesin, çebicin eti az çıkar” dedi çoban. “Tamam” dedim ben de.

Ertesi gün köye geldim babamın da iznini alıp çebice iki lokma ekmek gösterdim ta dağa kadar peşim sıra geldi. Onu çoban hısımıma gösterdim, o da çok beğenip sürüsüne kattı. Bana da “Yakında ben dağdan dağa sürerek Konya’ya bu erkeçleri kurban için indireceğim köyün kıyısından geçerken baban gelsin, bir erkeç tutsun sana kurban için” dedi. Öyle de yaptık.

O yıllarda böyle kurbanlar araçlarla taşınmaz, satış için günlerce yol alınarak yürüyerek otlayarak Konya’ya inilirdi. Babam o erkeci kurbana kestiğinde ailemizin sevincine diyecek yoktu. Çünkü babam “Maşallah maşallah ne etlenmiş mübarek hayvan, tam elli kilo et verdi” diyordu.

O senelerde şöyle bir söz ederdi atalarımız: “Dağları sürüler bekler, gübreleri toprağa ormana verim ekler.” Şimdi dağlarda mallar da azaldı verim de düştü, bu böyle biline. Şimdi kurban ya da etlik kesmek Konya’da genelde sığır cinsinden oluyor hem etin fazlalığı hem de Allah için kurban olmasından böyle yapılıyor. Şimdi kimsede kanaat yok satıcı malına iki misli para istiyor. Halbuki hesap meydanda et kilosu belli. Şimdi dünya küçüldü herkesin dağdaki çobanın tarladaki çiftçinin iletişim araçları ile her şeyden haberi var. Artık saf ve avanak insanlar yok memlekette. Selametle…