Yüz yıl önce Çanakkale'de bir destan yazıldı.
Bir destan demek aslında haksızlık olur. Çanakkale'nin her bir cephesinde, her Türk askeri ayrı bir destan yazdı.
Çanakkale bir milletin varoluş mücadelesiydi.
Medeniyet dediğin tek dişi kalmış canavara karşı verdiği bir ölüm kalım mücadelesiydi.
Dünya'nın dört bir yanından toplanarak gelen kimi Hindu, kimi yamyam, kimi bilmem ne belâ, bütün vahşetiyle saldırırken küçücük bir karaya, Çanakkale'nin o kadar da kolay geçilemeyeceğini anlayanlar, Osmanlı'nın gücünü bölebilmek için doğuda Ermenileri ayaklandırıyorlardı.
Sadık tebaa olarak bildiğimiz Ermenileri!
Osmanlı bu ayaklanmayı bastırabilmek için onları tehcir etmek zorunda kalıyordu. Ama bu maksatla bir yandan asker gönderirken bir yandan da, tehcir esnasında zarar görmemeleri için tedbir alıyor, para gönderiyordu.
Çanakkale'ye gönderemediği askeri, Çanakkale'ye gönderemediği parayı Doğu Anadolu'ya gönderiyordu.
Çanakkale'de yokluklar içinde bir mücadele veriliyordu. Cepheye gönderecek ne yeni bir silah vardı, ne doğru dürüst mühimmat, ne yiyecek ne giyecek!
Asker de yetişmiyordu Çanakkale'ye! Onun için lise talebeleri askere alınmaya başlamıştı. Bazı liseler o yıl mezun vermemişti. On altı, on yedi yaşlarındaki yiğitler Kâmilen şehit düşmüşlerdi.
Ama onlar da zaten ya şehit olmak için gelmişlerdi cepheye, ya da gazi!
Anaları ağlamıyordu arkalarından! Başlarına kına yakarak gönderiyordu; Allah'a kurban olsunlar diye!
Bedrin aslanları gibi vuruştular. Ne eksildi göğüslerindeki iman, ne de sindiler hasımlarından.
Çünkü Allah (CC) ve Resulü (SAV) onlarla beraberdi.
Arkalarında bir Millet vardı. Necip Türk Milleti! Asımın nesli!
Onların derdi şan - şöhret değildi. Makam - mevki hiç değildi. Ne saraylarda oturmayı hayal ettiler, ne de zengin olmayı.
Onların derdi, dalga dalga gelen haçlı ordularına dur diyebilmekti.
Onların derdi, mabetlerine namahrem eli değdirmemekti.
Onların derdi, bayrağı gönderden indirmemek, ezanı minareden dindirmemekti.
Onlar, istiklâlleri uğruna istikballerini feda ettiler. Çünkü istiklâlsiz istikbalin değeri yoktu gözlerinde!
Onlar, düşmanla pazarlık etmeyi düşünmediler. Vatanlarını terk etmek ise akıllarının ucundan bile geçmedi. Zaten gidecek nereleri vardı ki?
Bir efendiye kapılanan köpekler gibi karınları tok ama hürriyetlerinden yoksun yaşamak yerine, bir bozkurt gibi, belki karınları aç, ama hür yaşamayı tercih ettiler.
İşte Çanakkale zaferini kazandıran böyle bir ruhtu!
Bu ruh sayesinde bu topraklar vatan oldu.
Müslüman Türk gençliğine düşen vazife, aradan kaç yıl geçerse geçsin bu ruhu canlı tutmaktır.
Bastığı yerleri toprak diyerek geçmemek, bu vatanın her karış toprağının şehit kanları ile sulandığını bilmektir.
Haçlı seferlerinin bitmediğinin idrakinde olmak, birliğimizi bozmak isteyenlere fırsat vermemektir.
Müslüman Türk gençliğine düşen vazife, ecdadına ve şanlı tarihine lâyık bir evlât olmaktır.
Bölücülüğe prim vermemek, batı taklitçiliğini bir kenara bırakmak, öz değerlerine sahip çıkmaktır.
Dinini, dilini, kültürünü ve vatanını ilelebet muhafaza ve müdafaa etmektir.
Öz yurdunda garip, öz vatanında parya olsa da, üç buçuk soysuzun ardında zağarlık yapmamak, hele hak namına haksızlığa asla tapmamaktır.
Eline (İline - Devletine), diline (güzel Türkçesine) ve beline (soyuna sopuna) sahip çıkmaktır.
Unutmamak, unutturmamaktır.
Ve dua etmektir tüm şehitlerine!
Allah hepimize bu şuur ve idrak içinde yaşamayı nasip etsin. Bize bu güzel vatanı bırakan başta Çanakkale şehitlerimiz olmak üzere tüm şehitlerimizin ruhu şad olsun. Cennetinde Allah ve resulünün meclisinde, onlarla beraber olanlardan eylesin!
Amin!