Toplumlar ekonomideki gidişatı en çok enflasyon ve işsizlik rakamlarından hissederler. İkisinin toplamından sefalet endeksi hesaplanır. Türkiye’de bu toplam 85 civarındayken bizimle en çok karşılaştırılan ülkelerden Arjantin’de 67 Güney Afrika’da 40, Brezilya’da 21 seviyesinde. The Economist dergisinin sürekli izlediği, piyasaların yakında takip ettiği gelişmiş ve gelişmekte olan 45 ülke arasında Türkiye en yüksek rakama sahip.

Yapılan açıklamalarda hep büyümeden söz ediliyor ve toplum “nasıl büyüyoruz da biz hissedemiyoruz?” sorusuna verilecek cevap şudur: Büyümemiz büyük oranda sanayi ve ihracat kaynaklı gerçekleşiyor. Batı ile Çin arasındaki ticaret savaşı ve pandemi ülkemizi tedarik ve ticaret merkez olma konusunda ön plana çıkardı. Sanayimiz ve ihracatçımızda bu fırsatı iyi kullanacak gücü gösterdi, kapasitesini zorlayarak büyümemize büyük katkı sağladı. Negatif reel faizin tüketimi öne alması ve açılmaya başlayan hizmet sektörlerinin baz etkisiyle getirdiği büyümede buna eklenince görece güçlü büyüme rakamları çıktı.

Tüketici olarak enflasyonu en çok hissettiğimiz sektörlerdeki artış aslında büyük oranda hissettiğimiz enflasyonu yansıtıyor.

Hissettiğimiz enflasyon maalesef manşet enflasyon rakamlarından daha yüksek. Enflasyonun nedeni değil de sonucuna odaklanarak uyguladığımız politikalar enflasyonu daha da besliyor. Ücretlerde ciddi bir iyileştirme kesinlikle gerekiyor. Fakat para politikası başta olmak üzere enflasyonun nedenlerine odaklanan bir politika oluşturmadığımız sürece ücret artışları kısa süreli bir rahatlama dışında doğrudan enflasyona katkı sağlayacaktır. Tüm dünyada enerji ve gıda fiyatlarının enflasyona baskı yaptığı bir ortamda, enflasyonda düşüş zor görünüyor.

Yüksek enflasyonun en fazla sabit gelirlilerin yaşamını zora soktuğu tartışılmaz gerçekliktir. Sabit gelirlilerin durumundaki hızlı bozulmayı ve enflasyon tahribatını geçen hafta açıklanan TÜİK büyüme, enflasyon verileri ile açıklanan rakamlar bize açık ve net bir şekilde gösterdi.

Enflasyon rakamları açıklanırken yıllardır yapılan açıklamalara sansür geldi ve madde sepeti ortadan kalktı. Toplum panik halinde ne nerede ucuz telaşında iken rakamları bilirseniz tedbirinizi ona göre alırsınız. Belirsizlik durumu daha vahim bir hale getirecek.

Sabit gelir grubundaki toplumun, kendilerine büyük zamlar yapıldığı söylenerek şişirildiği günler geride kaldı. Çünkü yapılan zamlar artık yaşamsal ihtiyaçlarını karşılayamayacak durumda eriyip yok oldu.

Artık gıda fiyatlarının arkasından yetişemez duruma gelen sabit gelirli ya da her ne şekilde adlandırırsanız adlandırın, toplumun büyük bir kesimini oluşturan insanların açlık ve yokluk içerisinde yaşadığını görüyorsunuz.

Marketlerde mutlaka herkesin gördüğü ve insanın içini yakan atık kasalarından sebze ve meyve seçen yaşlı insanları görmekten kendi adıma utanıyorum. Biz ne oldu da bu hale geldik? Anlamakta güçlük çekiyorum.

Yaz ayları meyve ve sebzenin bollaştığı, fiyatların ve özellikle enflasyonun aşağıya çekildiği bir dönemdir. Ancak durum hiç de öyle değil. Pazara da gitseniz, markete de gitseniz işin içinden çıkılacak gibi değil. Eskiden diye başlayan cümle kurmayı sevmiyorum. Fakat eskiden, yazın bollaşan meyvelerle annelerimizin reçel kaynattıkları tencerelerden gelen güzel kokular evimizin içini doldururdu. Bugün çeşit çeşit reçel yapmak şöyle dursun, beş kilo şekerin 150 lira olduğu bir zamanda artık sütlacı da mutfakların menüsünden çıkaracaksınız. Çocuklarımız doğru ve dengeli beslenemedikleri için önümüzdeki yıllarda sağlık harcamalarında mutlaka artışlar yaşanacak, çeşit çeşit hastalıklar çıkacak. Endişemiz gerçekten büyük.

Tarımsal kalkınmanın önü açılmazsa, bu alanda üretimi şehirlere yayıp artan benzin fiyatlarından doğan giderleri en aza indirmezsek ve üstelik ekmeğimizi üretecek buğdayı ithal etmeye devam edersek büyüdük dediğimiz çukurun içerisinde kalacağız.