Ne büyük bir ülkeymişiz ki, altımızı oyup kuyumuzu kazmaya çalışanlar emellerine ulaşamıyor. Uçurumun kıyısına kadar gidip geri dönmesini beceriyoruz hamdolsun...

Dertlerimizi üst üste sıralarsak dağ olur...

Bir taraftan çok yönlü olarak üstümüze gelmeye çalışan terör belası ile uğraşıyor; diğer yandan komşu ülkelerde yanan ateşin harından etkilenmemek için çaba harcıyoruz. 

Bütün bunları yaparken, kendimizi de yaşıyoruz fırsat bulabilirsek...

Onca derdin içinde bir de ekonomik sıkıntılar baş gösterdi. 

Ekonomimiz böylesi zorluklardan etkilenmesin de ne yapsın... Dolar ve Euro almış başını gidiyor. Türk parasının günden güne değer kaybettiğine yönelik söylemlerinizi duyar gibiyim.

Kıtlık yaşıyoruz şu an kıtlık... 

Kıtlık denilince çoğumuzun aklına hiçbir şey gelmez...

Kıtlık zihinlerimizde bir çağrışım oluşturmaz. 

Hatta 'O da neymiş ki' diye yaban yaban dinleriz içinde kıtlık geçen cümleleri...

Belli bir yaşın üstünde olanlar, özellikle 1980'li yılların genç tayfası kıtlığın ne demek olduğunu iyi bilir. 

Ben de yaşamadım o günleri ama yaşayan büyüklerimden sıklıkla dinlediğim 1980 model hikayeler vardır. 

Her ne kadar bundan 35-40 yıl öncesini anlatsa da dinlendiği zaman ders alınabilecek hikayeler çıkar ortaya. 

Komşunun komşusunun külüne muhtaç olduğu dönemlerin aynasıdır bu yıllar. Öyle ki, bir kibrit çöpü ile 3 evin ocağı yanarmış.

Ekmek kuyruğu, tüp kuyruğu, yağ kuyruğu, bakkallardaki karaborsalar...

Hepsinin üstünde destan yazılacak hikayeler vardır. 

Tabi o zamanlar şimdiki gibi krediler yok, kredi kartı yok...

Cepte varsa ne âlâ... Yoksa ya hesaba yazdırılır, ya da yoktur işte...

Şimdi ise kredi kartlarımız var cebimizde. Sağolsunlar, başımızın püsküllü belası kendileri...

Farkında mısınız bilmem ama artık paralarımız dahi eskimiyor. Pırıl pırıl duruyor. Niye, çünkü bankadan aldığımızı başka bir bankaya teslim ediyoruz. Sonrasında kredi kartları sağolsun...

Şu an piyasada adını koymadığımız bir ekonomik kıtlık var. 1980 model değil bu kıtlık. 2016 model...

2017 versiyonu da yakında çıkar. 

Milenyum kıtlığı diyorum ben buna...

Önümüz kış... Havalar iyiden iyiye soğumaya, soğuk etkisini daha çok göstermeye başladı çetin geçecek olan bir kışı haber edercesine...

Sanayideki birçok firmadan çekiç sesleri yükselmez oldu. Birçok firma onu bunu bahane ederek işçisine izin veriyor. Kimisi ücretsiz izne ayırıyor. 

Alışılagelmişin dışında bir durum söz konusu...

İşçinin emeğinin karşılığını alnının teri kurumadan vermek gerekir ya, şimdilerde öyle olmuyor o iş...

Hangi sektörde olursanız olun, hangi işle meşgul olursanız olun, tahsilat sıkıntısı yaşıyorsunuz. Tek garantör devlet oldu. Öyle tahmin ediyorum ki, işi yolunda giden, ayağını yorganına göre uzatan memurdur, başkası yoktur... 

Beklediğini göremeyen, umduğunu bulamayan esnaf, şimdilerde milenyum kıtlığı ile başa çıkabilmek için var gücü ile mücadele veriyor. 

Ama gücü de tükenmek üzere. 

Yastığın altında üstünde, bankada, sağda solda kalmadı. Bu da yetmedi, hanımın kolundaki bilezik kırk naz ile borç alındı. 

Sadece çarkı çevirebilmek ve mahcup olmamak için. Ekmek teknesinin batmaması için. Ancak kriz eşiği aştı. Artık yavaş yavaş patlaklar vermeye başladı. 

Birçok sanayici, yatırımcı, işadamı, işveren para sıkıntısından dert yanıyor. İşsizlik gibi bir sorun yok. Çalışana iş çok. Ama mesele şu ki, para yok!

Bu at bu arabayı daha ne kadar çekecek bilemiyoruz.