Boşvermişliğin Son Hali

Abone Ol

Ahh, çocukluğum!.. Patlamış mısır tadında, çat pat eğlenceli! Göç eden kuşlara el sallayarak vedalaştığım! 

Gökyüzünde süzülen uçaklara selam verdiğim! Küsüp küsüp barıştığım! Gülen yüzüm, ladesim, günahsızlığım! Kirlenmemiş duygularım, tertemiz kalbim. 

Yarınsızlığım, plansızlığım, tasasız başım, hafif omuzlarım. Salıncakta sallanırken söylediğim “salla” kelimemdeki umursamazlığım, boşvermişliğim! 

Sevincim, oyunlarım! Seke seke yolları dolaştığım! Bisiklet sürerken iki elim havada son gaz ilerlediğim! Ahh, çocukluğum, masumluğum!

Her sabah benle birlikte bir çocuk da uyanır içimde. Hayatın, boşvermişliğinin son halini duyumsadığımdan, her şeye inat gülümseyerek! Hesapsızdır yaşamak. Şükre aydın, kat ettiğin yollarda! 

Dalgalanan hayatın, milyonlarca damlacığından bir tanesidir insan! Durgun, sakin kendi istediği yöne sorgusuz sualsiz çocukluğu ile ilerleyerek başlar yaşama! Şu hayatın laubaliliğinden, kötülüğünden, ikiyüzlülüğünden uzak olarak! 

Bir anda hayat telaşının içinde kendimizi bulduğumuzda ise yüzlerce dalganın arasında yaşam savaşı veriyor oluruz. Hızla akmaya başlar zaman! Ne olacağım diyemeden, ne oldum? sorusunu sormaya başlarız kendimize!  Tek amacımız, koyduğumuz hedefler oluverir. 

Hayatın rahat, yumuşacık kumsalına yavaşça yayılmak, kumların içimize işlediğini hissetmek isteriz. İşte o zaman hızla ilerleyen zamanın içinde bir de “biz” olduğumuzu, bizim hislerimizin varlığını anlarız. Ama nedense haklı olan iyiler yerine, haksız olan kötüleri seçerken buluruz kendimizi! Aslında bile isteye nüfuz etmez hayata bu davranışlar. Vakit geçtikçe alışagelmiş hareketlerin koynunda yaşarken buluruz benliğimizi!

Ayşen Gruda bir anısını şöyle cümlelere döker, “Bir gün setten dönmüşüm, torunum Emre aradı; “Anneanne, yolda araba çarpmış bir kedi gördüm. Veterinere götürdüm. Tedavisini yaptırdım. Anneme götürdüm. O da temizledi ve eve aldı.” dedi. “Peki, gelir bakarım.” dedim. Kediyi gördüm, bayağı çirkin bir şey, “Ay niye aldın bunu pek de çirkinmiş.” dedim. “Anneanne sen de çirkinsin, sana da araba çarpsa bakmayacak mıyız?” dedi. “Ne faşist kadınmışım.” dedim kendime! Güzeli kurban ediyoruz ama çirkini dışlıyoruz. Asıl onları almak lazım!” 

Görüntü gözlerimizi bürümüş, arkasındaki hakikati göremez hale gelmişiz. Oysa dünyayı sırtımızdan indirirsek daha hafif ve hızlı koşarız yarınlara... 

Şöyle bir düşündüğümüzde ise biz ihaneti küçüklüğümüzde öğrendik. Yeni oyuncak alındığında eskiden çok sevdiğimiz, o kimseye vermediğimizi bir köşeye fırlatarak! Oysa ne de olsa çocuktuk. “Küstüm” deyip bir kenara çekilebiliyorduk. Şimdi “sorumluluk” diye birini daha almışlar oyuna! İstesen de çıkamıyorsun hayatın sana yazdığı senaryodan! 

Bu aralar çok mu yad ediyorum çocukluğu  acaba?.. Masumluğun, boşvermişliğin son hali olan! İnsan yarınlara ilerlemek isterken, aklı da hep geçmişin tozlu raflarına kaldırılmış anılarda esir kalıyor. İkiye bölünür düşünceler. Geçmişteki bir döneme ait olmak isterken, hiçbir yere ait olamayacağını anlamaya başlarsın. Çünkü insan, yolculuğu hiçbir zaman bitmeyecek olan bir gezgindir. 

Ne kadar ilerlerse ilerlesin, birçok şeye şahit olsa da upuzun bir yolun eşiğindedir her daim! Ve Ayetullah'ta geçtiği gibi; “Hiç kimse kendisi için gizlenen müjde ve mutluluğu bilemez.” (Secde-17)

Günlerinize mutluluk müjdelensin yazı dostlarım. Müşfik duygular sarsın dört bir yanınızı! Sevgi, neşe ve iyilik ile kalın. Muhabbetle!