Devlet, kurum, firma hayatında hayallerin hayalete ve esarete dönüşmemesi için zamanın ruhuna uygun olarak belirsizlikleri daha ziyade iyimser olarak değil ihtiyatlı değerlendirmek zorunludur. Afetlere ne kadar hazırlıklıyız? Halihazırdaki salgını, bir yıl önce öngörebiliyor muyduk? Hazırlıksız yakalandık, gafil avlandık değil mi? Bu halimiz tıpkı kıyı teknesiyken açık denize savrulan ve batan gemiye benzer. Halbuki zamanında mendirekten içeriye girip limana bağlamalıydık teknemizi….Daha bu salgın gibi birçok üstesinden kolay kolay gelinemeyecek tehlikelerle iç içe bir yaşam sürdüğümüzün farkında mıyız?

Bir senaryo geliştirelim: Bir Anadolu müteşebbisi olan Hasan Ağa, muhtelif kreditörlerden birinin albenili, havalı kampanyalarına, pohpohlamalarına ve oltadaki yemlerine aldandı ve hayalci bir iyimserlikle takâtinin bayağı üzerinde kredi aldı. Alırken, ne makro ekonomi, ne dünya ekonomisi, ne rekabet gücü, ne ikame ürünler, ne risk analizi ne de işler umduğu gibi gitmez ise A planı, B planını düşündü! Üstelik, aşırı özgüveniyle her şeyi bildiği zannetti ve kimseyle istişare etmedi, uyarıları dikkate almadı, “hem ne karışır el alem onlar anlamaz ben bilirim bu işleri, işler bir yolunda gitsin buraların efsanesi ben olacağım, insanlar etrafımda pervane olacaklar…Görsün bakalım kendini bir şey zannedenler “ diye iç geçirdi.

Çok geçmeden salgın, sel, deprem vs. neticesi kriz iyice hissedildiğinde kredinin geri ödeme taksidi vakti geldi. İşletme, kriz nedeniyle sürekli zarar ettiğinden ödeyemedi, aylar ayları kovaladı ; ellere “battı” dedirtmemek için sorunu, halının altına süpürdü, bir şey yokmuş gibi davrandı, gerçeklerle yüzleşmeyi hep öteledi. Temerrüt faizi üst üste kat kat bindi ve yığıldı. Bırakın ana parayı; sattı, savdı , elde avuçta olanı verdi, hatta tefecilerden de para alıp borç senedi imzalamasına karşılık sadece banka borçlarının faizini iyi kötü zar zor karşılayabildi. Yakın dostları, oğulları uyardı: “Baba! Zararın neresinden dönsen kârdır” dediler ama ne fayda! Adeta afyonlanmış bir kafayla “Ben halledeceğim, sizden bir şey istemiyorum. Karışmayın benim işime” dedi. Alacaklılar sıraya girdi, hepsi öncelik kapıp parasını kurtarma peşinde… İşin başında yüzüne gülenler, şimdi bir parça koparmak için etrafında dolanıyor. Çok donanımlılar ve merhamet duymadan işlerini profesyonelce yapıyorlar. Aklına, kendi ahvaline uyan en iyi Ümit Yaşar Oğuzcan’ın “Dost Bildiklerim” şiiri geldi.

Kum saati her saniye aleyhine işliyor, borçlarını çığ gibi büyütüyor ve çığ her an başına düşebilirdi! Tanıdığı bir avukata danıştı. Avukattan böyle durumlarda kanunlardaki “Basiretli tüccar” nitelemesiyle “tüm sonuçların müsebbibe rücû edileceğini” bu vesile ile öğrendi.Yani, sebep olana zarar yükleniyordu. Ancak, öğrense ne fayda! Bağde harab-ül Basra…

Sadece bankalara, tefecilere değil, çalışanlarına, tedarikçilerine ve hatta dostlarına dahi alacaklarını ödeyememiş, gittikçe yapayalnız kalmıştı. İş yerinde huzursuzluk almış başını gitmiş, kendine ayıracağı para da olmadığından ailesinin hayat seviyesi düşmüştü. İş yerinde, evde huzur kalmamıştı. Geceleri uyku uyuyamıyor, sürekli antidepresan haplarıyla ayakta duruyordu. Aile fertleri arasında geçimsizlik had safhaya ulaşmış, evde herkesle adeta yabancılaşmıştı. Sevenleri çok üzülüyor, düşmanları seviniyordu. Sadece tek başına , belki yüz kişiyi zarara, ziyana uğratmış, elemlere gark etmiş, telafisi imkansız yıkımlara sebep olmuştu. Dimyata pirince giderken evdeki bulgurdan değil her şeyden, kendinden bile olmuştu. Güneşli, sakin havalar hayaliyle yola çıkmıştı, fakat boran ve kasırga ile karşılaşmıştı ve tam şaşkınlık hali yaşıyordu. Bazen hiçbir şey yapmadan emekli maaşıyla geçinmenin bir şeyler yapmaktan kat kat evlâ olduğunu düşündü.

Biraz abartılı mı geldi bu senaryo? Aslında, bu senaryonun ne kadar çok yaşandığına her birimiz yakın çevremizde şahit olmuşuzdur. Başa gelenler, iki temel hatadan kaynaklanmaktadır.

  1. Aklını ve basiretini , hayallerine ve duygularına feda edip yeterince kullanmadı,
  2. Hesap, kitap bilmediği gibi, bilen insanlara danışmadı, gelen uyarılara kulak tıkadı.

Ve felaket gelip çattı. Bu takdirde onunla birlikte birçok insanı sürüklediği bu yolda yaşattıklarıyla çevresindekileri çok sevmesinin, çok nezih, kibar, iyi huylu ve yardımsever olmasının bir anlamı kaldı mı? Bir Alman atasözünde “Cehennemin yolları iyi niyet taşlarıyla döşelidir” der , iyi niyet var ancak sonunu düşünme, görme /basiret kabiliyeti olmadığı için yolu, çok kötü bir yere çıkmıştı. Bir akılsız kuyuya taş atmıştı ancak 40 akıllı bu taşı çıkaramazdı. Bir kere başlangıçta hata yapılmış, yanlış kurgulanarak işe başlanmıştı. Yani gömleğin ilk düğmesi yanlış iliklendiği için hayat- kanunlar gibi - geriye işlemezdi ve bu hata ileriye doğru tüm işleri hatalı hale getirmişti.

Peki, o zaman baştan ne yapmalı…. En azından biraz açılınsa bile sahili gözden kaybetmeden hava patladığında, dalgalar yükselmeden ve alabora olmadan kıyıya dönebilecek mendirekten içeri girip güvenli limana bağlayacak ihtiyatlılıkla hareket etmek en akıllıca olacaktır. “Ufaktan başlanarak büyüme” stratejisi ile zorunlu ise çok az dış kaynak kullanarak işe başlanabilirdi. “Büyük Düşün” derler ancak doğru değildir. Bunun doğrusu: “Makul düşün” ve “Bütüncül Düşün” olmalı. Yine “Borç yiğidin kamçısıdır” derler; doğrusu “Borç yiğidin tuzağı olabilir.” Olmalı.

Eğer mevcut bir işletme varsa, asgari stok düzeyi ve/veya işletme maliyetiyle işler sürdürülmeye çalışılmalıdır. Neden? Zira: kriz, sürdürülemez boyuta gelir ise işleri hemen tasfiye etmek ve aile efradıyla birlikte ihtiyat akçesiyle huzurla hayatına devam etmek için... Hani, bir halk deyişimiz var ya öyle: “Azıcık aşım, kaygısız başım” diye… “Türkiye Bankalar Birliği (TBB) Risk Merkezi verilerine göre, Nisan(2020) ayında 920 bin kişi ilk defa ihtiyaç kredisi kullandı.”(10 Haziran 2020 :Milliyet) haberini yukarıdaki bilgilerle okuyalım ve değerlendirelim.

Kişi özelinde ele aldığımız borç-faiz-borç ilişkisi makro düzeyde devletler için de geçerlidir. Borç vermek için ellerini ovuşturan, hatta bunun için devletler arasında savaş çıkarıp devletleri borca mahkum eden bir çok global kuruluş, banker var. Bunlar ülkelere, borç para ile birlikte emir de verirler, kanunlarını da istedikleri gibi yaptırırlar, iç işlerine de karışırlar ve nihayet egemenlik haklarını da alır , sömürge ve köle haline getirirler. Bu yola girildiğinde: ha birey , ha devlet akıbet esaret…