ÖZET:

Filistin cephesi I. Dünya Savaşı sırasında Almanya’nın isteği üzerine açılan bir cephedir. Osmanlı ordusu, 1915’te Birinci Kanal Harekatı’nı, 1916’da İkinci Kanal Harekatı’nı düzenledi. Amaç; Osmanlı İmparatorluğu’nun Süveyş Kanalı’nı ele geçirmesi ve Mısır’a yeniden sahip olmasıydı. Başarılı olunursa İngilizlerin Uzak Doğu’daki sömürgeleri ile bağlantısı kesilecekti.

Centilmen savaşçı olmayan İngilizler Altınlarıyla Araplar arasından çok sayıda işbirlikçi edinerek bizi arkadan vurmalarını ve Osmanlı ordularının iki ateş arasında kalmasını sağlamışlardır. İngilizler hem kimyasal silah kullanarak hem de özellikle Filistinli işbirlikçi Araplar vasıtasıyla Türk esirlere işkence edip öldürerek insanlık suçu işlemiş, dünyaya gerçek yüzlerini göstermişlerdir.

İngilizlerin kullandığı çok önemli bir silah da Yahudilerin kurdukları NİLİ istihbarat örgütü ve işbirlikçi Araplar vasıtasıyla birliklerimiz hakkında kritik istihbari bilgileri ele geçirmek olmuştur.

NİLİ istihbarat örgütü çok sayıda erkek casus yanında yine çok sayıda bayan casus kullanmıştır. Bunlardan Adnan binbaşının ölümüne sebep olan Suzi Liberman idam edilmiştir. NİLİ örgütünün kurucularından birisi olan Sarah Aaronsohn yakalandıktan sonra sorgulanmak üzere götürülürken trenden atlayarak intihar etmiştir. Güzelliği dillere destan olan ve çok güzel bir kadın olduğu söylenen, Ortadoğu’nun Mata harisi olarak adlandırılan, Şam’da birçok erkeği kendisine aşık eden Simi Simon; hakkında yeterli delil elde edilemediğinden Konya’ya sürgün edilmiş ve orada ölmüştür.

GİRİŞ:

Birinci Dünya savaşında Osmanlı Devleti’nin savaştığı cephelerden birisi de Filistin cephesidir. Filistin cephesinde İngilizlerle savaşırken bizi arkamızdan vuran işbirlikçi Araplar İngilizlere yardım ederek savaşın kaybedilmesinde büyük rol oynamışlardır. Bu günkü İsrail devletinin kurulmasında işbirlikçi Arapların çok büyük etkisi olmuştur. Bu arada az bilinen bir Yahudi casusluk örgütü olan NİLİ casusluk teşkilatı da İngilizlere bölgeden çok kritik istihbari bilgiler ulaştırarak Osmanlı devletinin harbi bu cephede kaybetmesinde önemli katkılar sağlamışlardır. Nili casusluk örgütünü Yahudi bir bilim adamı olan Aaron Aaronsohn ve kız kardeşi Sarah Aaronsohn kurmuş, İngilizlere başvurarak iş birliği teklif etmiş ve onlarda kabul etmişlerdir. Harp boyunca İngilizlere çok faydalı istihbarat bilgileri sağlamışlardır. İşbirlikçi Araplarda Osmanlı ordusunun kendilerine karşı gösterdiği hoşgörüyü istismar ederek Yahudi casus teşkilatına el altından çok kıymetli destek sağlamıştır. Osmanlı ordusunca NİLİ casusluk örgütünün faaliyetlerinin az bir kısmı açığa çıkarılmış çok sayıda erkek casus yakalanarak idam edilmiştir. Çok sayıda olduğu değerlendirilen kadın casuslardan Suzy Liberman idam edilmiş, Sarah  Aaronsohn yakalandıktan sonra sorgulanmak üzere üst makama götürülürken trenden atlayarak intihar etmiştir. Hareketlerinden şüphelenerek yakalanan ve çok güzel bir kadın olduğu söylenen, Ortadoğu’nun Mata harisi olarak adlandırılan, Şam’da birçok erkeği kendisine aşık eden Simi Simon hakkında yeterli delil elde edilemediğinden Konya’ya sürgün edilmiş ve orada ölmüştür. Konya’da Bölge yazma eserler müdürü Bekir Şahin ve arkeolog Nurettin Özkan ile birlikte yapılan araştırmada mezar yeri tespit edilememiştir. Mezar yeri konusunda araştırma devam etmekte olup İstanbul’da bulunan Yahudi cemaati vakfından da yazılı olarak bilgi istenmiş olup sonucu beklenmektedir. 

Söz konusu olumsuz şartların bir araya gelmesiyle Osmanlı devletinin Filistin cephesinde savaşı kaybetmesi dengeleri olumsuz etkilemiştir. Bozulan güç dengesi İngilizler ve müttefiklerine yaramış birinci dünya savaşını kaybetmemizde çok önemli bir etken olmuştur.

1.BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞINDA FİLİSTİN CEPHESİ:

1914 yılının Kasım ayı itibariyle Osmanlı Devleti, Birinci Dünya Savaşı’na Almanya’nın müttefiki olarak girdikten sonra Alman Başkomutanlığı, Süveyş Kanalı’nı ele geçirerek, İngiltere’nin Hindistan ile irtibatını kesmek ve böylece İngilizlerin Hindistan’dan getirecekleri askerlerle Avrupa cephesini takviye etmelerine engel olmak amacındaydı. Osmanlı Başkomutan Vekili ve Harbiye Nazırı Enver Paşa ise böyle bir harekat ile Mısır’ı tekrar etki altına almak suretiyle Osmanlı’nın İslam dünyasındaki saygınlığının artacağını umuyordu. Bu amaçla, Osmanlı Başkomutanlığı tarafından Süveyş Kanalı-Mısır istikametinde iki defa askeri harekat düzenlenmiştir. (Atabey s. 65)

Bunun için Halep’te bulunan Osmanlı 4. Ordu Komutanlığı görevlendirilmiş ve komutanlığına da Bahriye Nazırı Cemal Paşa atanmıştır. Buraya bağlı Alman Albay Kress von Kressenstein komutasındaki Sina Çöl Komutanlığı tarafından 2-3 Şubat 1915 tarihleri arasında gerçekleştirilen Birinci Kanal Harekatı, başarısızlıkla sonuçlanmış ve büyük bir zayiatla geri dönülmüştür.  4-5 Ağustos 1916 tarihleri arasında Sina Çöl Komutanlığı tarafından II. Kanal Harekatı gerçekleştirilmiştir. “Romani Muharebesi” olarak bilinen bu harekatta, İngiliz General Archibald Murray komutasındaki Mısır Sefer Kuvveti, Osmanlı birliklerini büyük bir yenilgiye uğratmıştır.

1917 yılında bu cephede en önemli muharebeler, Filistin’in kapısı durumundaki Gazze yakınlarında meydana gelmiş, İngiliz General Murray komutasındaki Mısır Sefer Kuvveti, 4 Mart 1917’de Gazze sınırına dayanmıştır. Gazze güneyindeki Osmanlı mevzilerini ele geçirmek için İngiliz birlikleri tarafından üç defa taarruzda bulunulmuştur.

İngilizler ise bu başarısızlık üzerine Mısır Sefer Kuvvetleri Komutanlığını ilave piyade ve atlı birlikler ile takviye ederken, tarihte ilk defa çölde kullanılmak üzere 4.000 zehirli gaz mermisi ve sekiz adet tank cepheye ulaştırılmıştır. İngiliz General Murray, 17 Nisan 1917’de donanmanın da desteğiyle Gazze’yi ele geçirmeye yönelik ikinci bir taarruz daha gerçekleştirmiş (İkinci Gazze Muharebesi), ancak yine mağlup olmuştur. Ortadoğu’da ilk defa tanklarında kullanıldığı üç gün devam eden muharebe sonunda 6.500 askerini kaybeden General Murray taarruzdan bir süreliğine vazgeçerek, takviye birlikler gelinceye kadar savunmada kalmayı uygun görmüştür.

Irak cephesinde Bağdat 11 Mart 1917’de İngiliz General F.S. Maude komutasındaki İngiliz birlikleri tarafından işgal edilmişti. Irak’taki 6. Osmanlı Ordusunun 29 Nisan 1916’daki Kutü’l-Amare zaferinin üzerinden bir yıl bile geçmeden Bağdat’ın İngilizler tarafından işgali, İslam dünyasında Osmanlı Devleti’nin prestijini altüst etmiş, Arap dünyasını İngilizler lehine çevirmişti.

Başbakan Lloyd George, göreve başlamadan önce kendisini ziyaret eden General Allenby’e Noel öncesinde Hristiyan alemine hediye olarak Kudüs’ün ele geçirilmesi, talimatını vermiştir. 28 Haziran 1917’de Kahire’ye gelen ve Mısır Seferi Kuvvetler Komutanlığı görevine başlayan Allenby’e, İngiliz Hükümeti tarafından Kudüs’ün ele geçirilmesi ve Türklerin Filistin’den çıkarılması hedef gösterilmişti. 31 Ekim 1917 akşamı İngiliz kuvvetleri, General Allenby komutasında beklenen büyük taarruzlarını başlatmışlardır. Neticede Osmanlı birliklerinin yorgun ve bitkin bu durumu, İngilizlerin Filistin toprakları içerisinde ilerlemeye devam etmelerini adeta cesaretlendirmiştir. Şehrin düşeceği ve Osmanlı kuvvetlerinin esir olacağı anlaşılınca burası terk edilmek zorunda kalınmıştır. Albay von Kress, Yıldırım Ordular Grubu Komutanı Mareşal Falkenhayn’ın mutabakatını almak suretiyle Gazze şehrini ve buradaki mevzileri 4 Kasım 1917’den itibaren boşaltmaya başlamış, denizden ve havadan desteklenen İngiliz birlikleri ise 7 Kasım 1917’de Gazze’ye girmiştir. (Çay s. 69)

2.NİLİ CASUSLUK ÖRGÜTÜ:

NİLİ, Yahudi botanik uzmanı Aaron Aaronsohn tarafından I915 yılında Hayfa’nın Zimmarin [Zicron Yakov) köyünde kuruldu. (Bozkurt, Filistin Cephesinde s.3)

Yafa sahillerindeki Siyonistlerin kendi aralarında kullanmış oldukları parola “İsrail’in geleceği hiçbir zaman engellenemeyecektir.” şeklinde İbraniceden Türkçeye tercüme edebileceğimiz “Netzah Israel Lo Ishakere”nin kısaltılmışı NİLİ’dir. (Avşar s.11) Nili istihbarat örgütü ismini bu kısaltmadan almaktadır.Aaron’un ailesi Romanya’da maruz kaldıkları baskıların ardından 1882 de Osmanlı’nın şefkatli kollarına sığınarak Zicron Yakov kolonisine yerleştirildi. Aaron, 18 yaşına geldiğinde Rotschild’in bursuyla Fransa’daki bir tarım okulunda öğrenim gördü. Aaron, okul yıllarında Filistin’de Yahudi kolonizasyonunun genişletilmesi ve burada bir Yahudi yurdunun kurulması yönünde Siyonist fikirlere kapıldı. Mezuniyetinin ardından Rotschild’in Lübnan sınırında bulunan Metullah yerleşim yerinde ziraat uzmanı olarak görevlendirildi. Fakat; Siyonist fikirleri Osmanlı idarecileri tarafından fark edilen Aaron, Anadolu’da bir çiftliğe sürgün edildi. 1910’da tekrar Filistin’e dönen Aaron, Athlit’te bir tarım deneme istasyonu [The Jewish Agricultuzal Experiment Station] kurdu. Bu istasyon, aynı zamanda NİLİ’nin istihbaratının toplandığı ve ilgili birimlere dağıtıldığı merkez durumundaydı. Aaron Aaronsohn, savaşın başında IV. Ordu’da Cemal Paşa’nın danışmanlığına getirildi ve çekirgelerle mücadele ofisinde görevlendirildi. Kendisine bilimsel araştırmalarda bulunmak üzere Osmanlı polisi tarafından bir “seyahat vesikası” sağlandı. Aaron, bu sayede Filistin, Suriye ve Lübnan’daki askeri ve mülki makamlarla bağlantılar kurdu. Ayrıca Berlin, Viyana ve İsviçre gibi Avrupa ülkelerine kolayca seyahat etme imkanı buldu. Cemal Paşa’ya yakınlığını kullanan Aaron, 1916 başlarında Osmanlı Devleti’nin Arap eyaletlerinin savunma planlarını ele geçirdi ve bu hayati bilgileri Londra’daki İstihbarat servisiyle paylaştı. (Bozkurt, Filistin Cephesinde s.3)

İngilizleri ikna eden Aaron, Yahudilerin İngilizler lehine yürüteceği istihbarat faaliyetlerini organize etmek amacıyla Kahire’deki İngiliz üssünde görevlendirildi. NİLİ, İngiliz istihbaratının Birinci Dünya Savaşı’nda Filistin’de kullandığı en önemli casusluk örgütü oldu. Örgütün casusluk faaliyetleri kısa sürede tüm Filistin ve Suriye’yi içine alan geniş bir sahaya yayıldı. (Bozkurt, Filistin Cephesinde s.4)

1915 yılı kasım ayında Osmanlı devleti hakimiyeti altında bulunan Filistin’de Aaron Aaronsohn, kardeşi Alexander Aaronsohn, kız kardeşi Sarah Aaronsohn, Avshalom Feinberg ve Belkent kardeşler tarafından kurulmuştur. Filistin’in Atlit köyünde merkezi olan Nili Yahudi istihbarat örgütü, Mısır’ın Kahire şehrinde bulunan İngiliz istihbarat karargahı ile ilk defa 1917 yılı şubat ayında temasa geçmiştir. İki örgüt arasındaki bağlantı deniz yoluyla sağlanmış ve İngilizler aylarca Nili’den çok faydalı bilgiler almışlardır. (Kahana s. XIX) Günümüzdeki İsrail istihbarat teşkilatı Mossad’ın temelini de Nili istihbarat örgütünün oluşturduğu kabul edilmektedir. (Kahana s. İntroduction XLI)

Cevat Rıfat Bey, IV. Orduya bağlı 8. Kolordu’nun istihbaratını idare ettiği sırada Yahudiler tarafından kurulan NİLİ adlı casusluk örgütünü ilk kez deşifre ederek örgütün çökertilmesini sağladı. Cevat Rifat Bey, Milli Mücadele’nin ardından yayımladığı hatıralarıyla Filistin Cephesi’nde imparatorluğa mal olan Yahudi casusluğunu Türk kamuoyunun gündemine taşıdığı Hatıralar, ilk kez İzmir’de yayımlanan Anadolu gazetesinde “Harb-i Umumide Sina Cephesi’nde Yahudi Casuslar” adıyla 37 bölüm halinde yazı dizisi olarak yayınlandı. Aaronsohn kardeşlerin Hayfa’da NİLİ örgütünü kurdukları ev, günümüzde müze olarak İsrail halkının hizmetine sunuldu. (Bozkurt Filistin cephesinde s. 1)

  1. Nili Casusluk örgütü haberleşme yöntemleri:

Posta güvercini sadık ve güvenilir bir irtibat ajanıydı. İngiltere’de casusların kullanabileceği iletişim araçlarını engellemek amacıyla evinde güvercin besleyen insanların da tutuklandığı bilinmektedir. Haberleşme güvercinlerinin Osmanlı Devleti topraklarında da etkin bir şekilde kullanıldığı tespit edilmiştir.

Savaşın başlamasından itibaren Osmanlı toprakları casusların uğraş alanı olduğu bir yer haline gelmiştir. Özellikle; Irak, Suriye ve Filistin cephelerinde başta İngiliz istihbarat örgütü olmak üzere diğer ülkelerin istihbarat örgütlerine bağlı casusların haberleşme güvercini tekniğiyle faaliyet gösterdiğini görmekteyiz.

Bunun en güzel örneği Filistin cephesinde yaşanmıştır. 1915-1917 yılları arasında kurulan ve İngilizler lehine faaliyetlerde bulunan Yahudi casusluk örgütü olan “NİLİ”, toplamış olduğu istihbarat bilgilerini güvenli bir şekilde İngilizlere ulaştırılabilmek için yoğun bir uğraş vermiştir.

Bu amaçla, Kahire’deki İngiliz yetkililer Atliht’e telsiz ve telgraf göndermeyi düşünmüşler, fakat telsiz teknolojisi için aradaki mesafenin uzun olmasından iletişimin sağlanamayacağına karar verirler. Bunun üzerine Maganem gemisiyle kasalar içinde güvercinler getirilerek NİLİ casus teşkilatı sorumlusuna teslim edilir. NİLİ casus teşkilatı topladığı bilgileri kapsüller içine koyarak bu güvercinlerin ayaklarına bağlayıp İngilizlere uçuracaktı. EMSIB’in merkezinin bulunduğu Port Said ile Atliht’in arası 300 milden az olduğuna göre güvercinler rahatlıkla bu mesafeyi aşabilirlerdi. Bu vasıtanın pratikteki faydası ise NİLİ’nin temin etmiş olduğu askeri bilgileri 2 hafta yerine 1 günde Kahire’ye ulaştırabilmesi idi.

Yine NİLİ casusluk teşkilatının çökertilmesi ve üyelerinin yakalanması güvercinler sayesinde gerçekleşmiştir. NİLİ casuslarının haberleşmede kullandıkları kurye güvercinlerden bir tanesinin ele geçirilmesi neticesinde, daha doğrusu bu güvercinlerden birinin bir idarecinin güvercinleri arasına karışmasıyla bu örgütün faaliyetlerinden haberdar olunur. Yetkililer güvercinde bulunan mektuptaki bilgileri çözemeseler dahi Aaronsohn kardeşlerden şüphelenirler. Bu gelişmeler üzerine örgüt yöneticisi tarafından bütün kurye güvercinleri öldürülür ve önemli belgelerin saklanması yoluna gidilir. (Avşar s. 12) (Bozkurt, Filistin Cephesinde s.4)

Olayın detaylı anlatımını yapan başka bir kaynakta; “…3 Eylül’de Athlit’teki merkezden uçurulan güvercinlerden bir tanesinin, ertesi gün öğleden sonra Türklerin eline geçtiği tespit edilir. Bu da şöyle olur: Athlit’in sahilinden birkaç kilometre uzaktaki Caesarea’da bulunan polis müdürü kendi güvercinlerini beslerken aralarında yabancı bir güvercini fark eder. Bu güvercini eline aldığında ayağına bağlanmış olan bir silindirin içindeki mesajı görür. Müdür, mesajı çözememesine rağmen bunun yakından gönderilen bir casus mesajı olduğunu anlar. Osmanlı yetkilileri ilk etapta yakınlardaki Yahudi yerleşim yerlerinde bir istihbarat örgütünün bulunduğu sonucuna varırlar. Bu haber Ahtlit’e ulaştığında örgüt yöneticisi Josef Lishansky diğer güvercinleri öldürür ve gömer. İstihbarat raporları ve diğer vesikaları da imha eder.” Farklı anlatımlarla da olsa aşağı yukarı aynı bilgilerle anlatılmaktadır.

Osmanlı Devleti’nin bu ve buna benzer pek çok olaydan sonra güvercinle haberleşmenin önüne geçmek için harbin ilerleyen dönemlerinde birtakım önlemler aldığını görüyoruz. (Avşar s.12)

Şişe postası ile yapılan casusluğa güzel bir örnek olması açısından Filistin cephesinde İngilizlere hizmet eden NİLİ casusluk teşkilatındaki Yahudi casusların haber kaçırma yöntemini gösterebiliriz.

B. Yakalanan Casuslar ve Diğer Kaynaklardan Elde Edilen Bilgiler:

NİLİ casusluk şebekesinin elemanlarının sorgulanması sırasında Filistin Nasıra Mıntıka Komutanınca gönderilen telgrafta; “Üsteğmen Şerif tarafından Samuel Anna adında bir casus daha yakalandı. Evvelce yakaladığımız Abraham Habon ile yüzleştirdik: Düşman gemilerine bilgi vermekte olduklarını itiraf ettiler. Fakat bunun cephe durumuyla ilgisi olmadığı konusunda ısrar ediyorlar. Bu adamlar geniş ve düzenli bir teşkilata mensup olup her gün kıtalarımız hakkında aldıkları haberleri şişeler içerisinde denize atmakta ve bu şişeler düşman gemisinden sahilin boş bir noktasına indirilen bir sandalla alınmaktadır. Samuel Anna, affedileceği sözüne inanarak bunları Üsteğmen Şerif’e itiraf etmişse de teşkil ettiğim heyet huzurunda inkar yoluna sapmıştır. Mıntıka Komutanlığı bu uğurda çalışmaktan ve hakikati meydana çıkarmak için, her türlü fedakarlıktan çekinmeyecektir.” diyerek casusların topladıkları bilgileri şişe postası yoluyla düşman gemilerine ulaştırdıklarını itiraf etmelerine rağmen daha sonra bunu inkar ettikleri bilgisi verilmektedir.

Yine NİLİ casus şebekesinin yakalanan casuslarından Jozef Tobin sorgulamasındaki ifadesinde; “Ben ve Naman Belkent, sık sık İngilizlerin tarafına geçerek oradan aldığımız emir ve talimatı Aranson’un bu taraftaki vekiline getiriyorduk. Üçüncü ve dördüncü derecedeki ajanlarımızın topladığı bilgileri de bildiğiniz şekilde şişeler içinde İngilizlere yetiştiriyorduk” itirafında bulunmuştur. Bu şekilde hem toplamış oldukları haberleri İngilizlere verdiklerini hem de şişe postası yöntemini kullandıklarını itiraf etmiştir.

NİLİ casus şebekesinin Şalon ismindeki bir casusu sahil jandarmaları tarafından Cebel-i Lübnan’da Amyon kasabası merkezinde yakalandıktan bir hafta sonra Şam’a gönderilir. Şam’daki sorgulamasında kendisine yöneltilen “Muhabere yalnız denize bırakılan şişelerle mi yapılıyordu?” sorusuna, “Hayır. Abraham Blum’da lambalı bir makine var. Fırsat bulunca onunla da konuşuyor. Bazen de İzodor Eron kayıkla gidip haber veriyor.” diyerek şişe postasını kabul ettiği gibi buna ek olarak helyosta makinesi ile haberleşmeyi ve kayıklarla karşıya bizzat gitmek suretiyle yüz yüze görüşülerek toplanan haberlerin ve belgelerin teslim edildiğini itiraf etmiştir.

İhbarlar ve sorgulamalardan çıkan sonuçlar; Jozef Tobin, Naman Belkent ismindeki bu Yahudi casuslar arasında asıl başkan olan yeni genç ve güzel Madam Sara adındaki bir kadını işaret ediyordu. Bu casuslar İngilizlerden sağladıkları çeşitli muhabere araç ve vasıtalarıyla, başta Şam’daki Simi Simon olmak üzere, Beyrut’taki Şurşon ve başka yerlerdeki benzeri casuslardan gizlice aldıkları bilgileri her akşam, belli bir saat lamba ile işaret vererek kıyıdan geçen İngiliz gemisine, şişe içinde gönderiyorlardı. Bu şekilde gizli çalışma, aylarca sürmüş ve bu suretle Filistin’deki İngiliz Orduları Başkumandanları Mareşal Allenby’nin de sonraları açıkça itiraf ettiği şekilde Türklerin bütün sırlarına vakıf olarak harbi kazanmışlardır. (Avşar s. 25)

Kibrit yakmak suretiyle muhabere örneğine NİLİ casusluk şebekesinin takibi sırasında rastlanmıştır. Şebeke mensupları gece yarısı sahilden kibrit yakarak İngiliz gemileriyle irtibatı sağlıyorlardı.

Bu konuda Nasıra Mıntıka Komutanı Yunus Haydar Bey tarafından 8. Kolordu Komutanlığına gönderilen bir şifre yazıda “Takım merkezine gitmekte olan bir jandarma eri, Zimmarin köyü sahili hizalarında dolaşan bir şahsın, gece karanlığında, kibritle bazı işaretler vermekte olduğunu görerek onu yakalamış.

Abraham Habon adındaki bu Yahudi, Komutanlığımıza getirilmiştir. Alınan ifadesinde, hiçbir şeyden haberdar olmadığını ısrarla gizleyen bu şahsın burada oluşturulacak bir divan-ı harpte mahkemesinin yapılmasına ve bu suretle suç ortaklarını da elde etmemize yüksek emir ve müsaadelerinize arz ederim.” diyerek NİLİ casusluk şebekesi casuslarının elde ettikleri bilgileri gece karanlığından istifade ile kibrit ile işaretler vermek suretiyle muhabere yaptığını söylemiştir.

Helyosta makinesi Fransız yapısı Hanjen marka, gündüz güneşle, gece petrol lambası ile haberleşme yapılan bir alettir. Birinci Dünya Savaşı’nda istihbarat ve casusluk faaliyetlerinde sıklıkla kullanılmıştır. İngilizler adına casusluk yapan Yahudi casusluk teşkilatı NİLİ’nin çökertilmesine yönelik yapılan sorgulamalarda, şebeke casuslarının haberleşmesinde helyosta makinesini kullanıldığını görmekteyiz.

Şam’da bulunan 8 inci Kolordu Karargahının Birinci Şube Müdürü olarak, cephenin emniyeti ile cephe gerisinin ağır sorumluluğunu taşıyan ve bölgedeki Yahudi casuslarla amansız bir mücadele veren Cevat Rifat (Atilhan), Nili casusluk şebekesinin önemli üyelerinden biri olan Abraham Blum’un sorgulamasını anlatırken; “Karşımızda gururla Siyonizmin müdafaasını yapan ve faaliyetine ait en ufak bir sırrı bile ifşa etmeyen bu dev cüsseli casusu söyletmek için her çareye başvuruldu. Evinde yapılan detaylı aramalarda bir helyosta makinesinden başka bir şey elde edilememişti. Anlaşılan, topladığı malumatı her gece düşman gemilerine bu makine ile bildiriyor ve kağıtları da yakıyordu. Abraham Blum aleyhinde topladığımız delilleri kesinlikle inkar etmiyor. Fakat idare ettiği teşkilata ait ağzından bir laf almak mümkün olmuyordu.” diyerek helyosta makinesi ile yapılan casusluğa işaret etmektedir.

NİLİ teşkilat mensuplarının muhaberede sıklıkla helyosta makinesinden istifade ettiği, bir başka casus olan Şalom’un sorgulamasında; “Abraham Blum’da lambalı bir makine var. Fırsat bulunca onunla da konuşuyor” ifadesinden de anlaşılmaktadır. (Avşar s. 25)

Filistin cephesinde NİLİ casusluk şebekesinin İngiliz birlikleri ile Türk ordu hareketlerinin en ufak ayrıntılarına kadar bilinmesi için kararlaştırılan birtakım gizli parola ve işaretlerden istifade ettiği tespit edilmiştir. Bu casusluk şebekesinin plan ve parolası şu şekilde açıklanmıştır:

Harp sahasının gerisinde, düşman tarafından görülebilecek bir yerde, üç küme halinde bulunmak, sağdaki küme bizim sağ kanadımızın, soldaki bizim sol kanadımızın, ortadaki de merkezimizi gösterir. Sağdaki tepede on kişinin ayakta durması, ötekinin yere yatması Türk sağ kanadının ilerlediğini, ikisinin birden ayakta durması Türk sağ kanadının bir taarruza geçmek üzere olduğunu gösterir.

Merkezde üç casus vardır. Birinin ayakta durması, Türk kuvvetleri merkezinde hafif bir ileri harekat olduğu, iki kişinin ayakta durması merkez kıtalarımızın taarruza geçtiğini, üçünün birden ayağa kalkması takviye kıtalarımızın ve ihtiyatlarımızın cepheye sokulduğunu gösterir.

Soldaki tepede bulunanların işaretleri, diğerlerinin işaretleri ile aynıdır. Yalnız bunlar Türk sol kanadının hareketlerini gösterir.

Her üç tepede kimse görülmezse bu cephemizde bir hareket olmadığına işarettir. Her üç tepede birer kişinin çömelerek oturması, ordumuzun geri çekildiğine işarettir.

Bütün bunlar casusların, düşmanın batarya dürbünüyle görebilecekleri noktalardan verdikleri parolaların esaslı noktalarıdır. Ordu hareketlerinin en ufak tafsilatına kadar bilinmesi için kararlaştırılan daha birçok işaret vardır. (Avşar s.28)

Düşman istihbarat işlerinin kullandığı bir şifre bu defa meydana çıkarılmıştır. Bu şifrenin kullanıldığı şimdiye kadar 10 olayda gerçekleşmiştir. Bu şifre için içeride ve dışarıda elde edilmesi mümkün olan (Feller’in Almanca-Fransızca veyahut Fransızca-Almanca) cep sözlüğünün 1915 senesi baskısı alınır ve şifre oluşturulur.

Bu konu ile ilgili İstihbarata ve Sansüre (Emniyet’e) Menzile- yapılan bilgilendirme yazısında; “Şimdi bu adetlerin bir mektup metninde kelimelere dönüştürülmesine gelir. Bunun için casus yukarıdaki çift adetlerin tesadüf ettiği sahifelerden gelişi güzel bir kelime seçer ve bu kelime ile mektubuna başlar ve diğer her adedin tesadüf ettiği sahifeden mektubuna uygun bir kelime seçer ve bu şekilde seçilen kelimeler mektup metninin satırlarının ilk kelimelerini teşkil eder. (Avşar s. 30)

Birinci Dünya Savaşı boyunca Osmanlı Devleti aleyhine yapılan casusluk faaliyetlerinin en önemli araçlarından birisi de kuşkusuz yapılan seyahatlerdir. Araştırmacı kimlikli (kimselerin yaptığı) seyahatlerle bölgeyi tanıma (orada bir araya geldikleri) subayların özel görevlerini öğrenmenin iyi bir yoluydu ve büyük güçlerin hemen hepsi de bu yöntemi kullanmıştır.

NİLİ casusluk teşkilatı casuslarından Sarah da aynı şekilde seyahatlerle bölgedeki istihbarat faaliyetlerine devam etmiştir. Bazen gündüzleri kokulu, beyaz renkli dantelle bezenmiş elbisesiyle elinde şemsiyesi ile köyün sokaklarında Türk subaylarıyla heyecanlı konuşmalar yaparken yavaş yavaş dolaşır. Bazen de koyu mavi elbise giyerek otomobille eğlenmek için Kudüs’e gittiği görülürdü. “Eğlenceye düşkün kadın, Alman kurmay subaylarıyla flört etmek için şehrin şık otellerine inerdi. Türk garnizonu yakınlarında oturan arkadaşlarını da sık sık ziyaret ederdi.” Yine NİLİ casusluk şebekesinin seyahatler sırasında elde ettikleri bilgilerin önemine ilişkin başka bir örnek “temin ettikleri bir haritada Kudüs’te bulunan tahkim edilmiş noktaları, topların ve makineli tüfeklerin bulunduğu yerler ile askeri birliklerin hareketleri, komutanların değişmesi ve Türklerin sağlam olmayan yönleri gibi bazı bilgiler yer almaktaydı. Şam ile Kudüs arasında seyahat ederken ise buralarda yapılan yeni köprüler, yolların durumları, Türklerin cephanelik ve mühimmat bulunan depolarını da tespit ederler. Yolculuk sırasında aktif bilgi sağlayan ve daha fazla gündelik kaynakla casuslara destek veren NİLİ üyelerine yeni görevler verilir. Elde ettikleri en önemli bilgi ise Türklerin Gazze şehrinden Birüssebi istikametine kadar uzanan hat boyunca pozisyonlarını kuvvetlendirdikleriydi…”

NİLİ casusluk şebekesinin Filistin bölgesindeki bu çalışmaları, “İngilizlerin Türk arka saflarındaki gözleri ve kulakları” yorumunun yapılmasına neden olmuş hatta biraz daha ileriye götürülerek “Aaronshonların istihbaratı olmasaydı, Allenby zaferi kazanamazdı.” itirafı yapılmıştır. (Avşar s. 32)

Bu örneğin bir benzeri yine NİLİ casusluk şebekesinde görülmektedir. NİLİ casusluk teşkilatının en önemli üyelerinden biri olan Sarah’ın özel hayatı ile ilgili önemli bir iddia Cemal Paşa ile yakın ilişkisi ile alakalıdır. NİLİ liderlerinden Sarah’ın Cemal Paşa’yı Dördüncü Ordu karargahında sık sık ziyaret ettiğini, aynı masada oturduklarını ve irtibat halinde olduklarına dair iddialara rastlanmaktadır. Bunun dışında daha başka imalarda da bulunulmuştur. Diğer Yahudi kadınların paşaya olan “büyük” alakasından ve paşa için yapılan sabahlara kadar yapılan içkili eğlencelerden bahsedilmekte ve bu tür eğlencelerin “Yahudi ve Arap kadınlarıyla Türk yetkililer arasındaki yakınlaşmalara neden” olduğunu söyleyerek bu eğlence ortamının istihbarat faaliyetleri için uygun bir zemin sağlandığı iması yapılmaktadır. Her ne maksatla olursa olsun bu tür iddialarda mutlaka bir gerçeklik payı olur buradaki gerçeklik payı da NİLİ casus şebekesinin bu eğlence ortamında istihbarat kazanç sağlama amacıdır. Muhtemel Cemal Paşa da aynı maksada yönelik olarak hareket etmiştir.

Yine bu NİLİ casus şebekesinin Kudüs’te de benzer faaliyetler yürüttüğünü görüyoruz. Örgütün liderlerinden olan Sarah ve Josef’in kendilerine bağlantılı diğer ajanlarla görüşmeyi müteakiben General von Kressenstein subayların kaldıkları Fast Oteli’ne yerleşirler. Alman subayları zamanlarının çoğunu içki içip kadınlar ve savaş hakkında konuşarak geçiriyorlardır. Josef barda bunların konuşmaların arasına karışır. Bunların birinden, Filistin’de 50.000 Alman askeri kuvvetinin bulunduğunu, bir başka kaynaktan bunların nerelerde mevzilendiklerini öğrenir. Sarah ise locada oturarak subaylardan duyduklarını kaydeder. Bu ve bunun gibi pek çok örneğe rastladığımız eğlenceli ve içkili ortamın olduğu yerlerde bulunan kadın casuslar aracılığıyla Alman ve Türk subaylarından bilgi almışlar ve bunu İngiliz istihbaratına göndermişlerdir.

Yine bunun güzel bir örneğine fahişelerin düşman kuvvetleri adına istihbarat yaptıkları ve casusluk faaliyetlerinde bulunduklarına ilişkin pek çok yazışmaya rastlamaktayız. 6 Kasım 1916 tarihinde Hariciye Nezaretine gönderilen bir yazıda casusluk yaptıkları haber alınan fahişe ve metresler listelenmiştir. Bazı Alman subaylarının metresi olduğu istihbaratı alınan bir kısım bayanın ismi de verilmektedir. Bunların Rus ve Romen olmaları da ayrıca dikkat çekmektedir. Yine bu konudaki başka bir yazıda da düşman devletlerin vatandaşı olan fahişelerin Osmanlı ülkesinde casusluk yaptıkları haber alındığından bunların sınır dışı edilmek üzere olduğu, bu sebeple dışarıdan bu sıfatla Osmanlı ülkesine gelecek olanlara, tarafsız devlet vatandaşı olsalar bile pasaport verilmemesi veya pasaportlarının vize edilmemesi hususunda Osmanlı Devleti’nin Bükreş Büyükelçiliğinden Bulgaristan Konsolosluğuna gönderilen 29 Nisan 1916 tarihli bir yazı ile istenmektedir. Bu örneklerden de anlaşılacağı üzere istihbarat servisleri söz konusu yöntemleri sıklıkla kullanmışlar ve elde edilen bilgileri çok güzel bir şekilde değerlendirmişlerdir.

Casuslukta görevlendirecek ve görevlendirilen tüm personeli iyi bir eğitimden geçirmiştir. Bu maksatla casusluk okulları kurulmuş ve bu okullardan yetişen casuslar savaştaki ilgili cephelere görevlendirilmiştir. Deneyimli ve özel donanımlı personelin bilgiye ulaşma ve elde ettiği bu bilgiyi kendi ülkesinin istihbarat birimlerine ulaştırması da zor olmamıştır. (Avşar s. 37)

Savaşın başlarında Süveyş Kanalı’na yapılan Türk taarruzu da bu konuya güzel bir örnektir. İngilizler bu taarruzu birçok kanaldan öğrenmişlerdir: Şam’da bulunan Yunan Konsolosundan, Sofya’daki kendi ataşelerinden ve Mısır Polis teşkilatında yakalanan bir Alman ajanından öğrendikleri gibi mülteciler de yapılan hazırlıklarla ilgili haberler getirmiştir. Bu bilgileri aldıktan sonra işin içine teknolojik imkanlar da katılarak uzun menzilli Fransız deniz uçakları ile Türk kuvvetlerinin ilerlemesi izlemeye alınmıştır. Yine bu konuya güzel bir örnek olması açısından Filistin cephesinde NİLİ casusluk şebekesinin çalışmaları sonucunda İngilizlerin bölgedeki Türk askeri güçlerinin her hareketinden anında haberdar olması ve stratejisini geliştirmesidir. Gerçekten de Filistin cephesinde neredeyse Türk ordusunun nefes alışını bile takip eden NİLİ casusluk şebekesinin istihbaratı olmasaydı, Allenby zaferi kazanamazdı. NİLİ casusluk şebekesince bütün casusluk vasıtalarından istifade ile elde edilen bilgiler anında İngiliz istihbarat yetkililerine ulaştırılmıştır. Diğer kaynaklardan da gelen bilgilerle analizi yapıldıktan sonra gerekli planlamalar yapılmıştır. Bütün bu casusluk ve karşı casusluk faaliyetlerine sadece Osmanlı coğrafyasında değil savaştaki bütün diğer ülkelerin sahalarında da görmek mümkündür. Cepheler ve cephelerde yapıldığı tespit edilen casusluk faaliyetlerinde ve casusların kullanımında İtilaf devletlerinin göreceli bir biçimde başarılı olduğunu söyleyebiliriz. Savaşın sadece silahlı çatışmadan ibaret olmadığı gerçeği karşısında Osmanlı Devleti ve müttefikleri de karşı istihbarat ve casusluk faaliyetlerine hız vermiş ve elde ettiği bilgileri de ilgilileri ile paylaşarak zararı en aza indirgemeye çalışmıştır. Askeri ve sivil personelin istihbarat ve casusluğun konusu olabilecek her şeye karşı duyarlı olması için bilgi amaçlı ve yer yerde çok sert emirler yayımlanmıştır. Böylelikle düşman kuvvetlerinin ve onlara hizmet eden diğer hain unsurların zararlı faaliyetlerinin önüne geçilmek istenmiştir. (Avşar s.43)

C. Ele Geçirilen Casuslara Yapılan İşlemler

Şam ve Kudüs Divan-ı Harbileri, NİLİ casusları hakkında idam da dahil farklı cezalara hükmetmiştir, örgütün lider kadrosundan Naman Belkent ve Yosef Lishansky, Şam Divan-ı Harbisinin kararı gereği asılarak idam edilmiştir. Bu kişilerle ilgili olarak tutuklanan 60 kişiden, 14’ü değişik cezalara çarptırılırken, geri kalanlardan bir kısmı serbest bırakılmış, bir kısmı da kıtaata verilmek üzere İstanbul’a sevk edilmiştir Gazeteci Feridun Kandemir’in kayıtlarında, Şam’da hapsedilen bin küsur tutukludan 333 ünün idama mahkum edildiği, iki yüz kadarının da muhtelif cezalara çarptırıldığı vurgulanmıştır. Ayrıca, cephe divan-ı harpleri de Salt ve Gazze gerisinde yakalanan çok sayıda casusu kurşuna dizerek infaz etmiştir. (Kandemir s. 391) (Bozkurt, Filistin Cephesinde s.4)

3.SİMİ SİMON’UN FAALİYETLERİ:

Güzelliği dillere destan olan ve çok güzel bir kadın olduğu söylenen, Ortadoğu’nun Mata harisi olarak adlandırılan, Şam’da birçok erkeği kendisine aşık eden Simi Simon Nili casusluk örgütünün açığa çıkarılabilen önemli bayan casuslarından birisidir.

Daha önceden bölgede çalışan yazar Kandemir yıllar sonra 1937 yılında Hatay sorunu için gittiği Şam’da Simi Simon isimli Yahudi casusu hakkında çeşitli bilgiler elde etmiştir:

Simi Simon olağanüstü güzel Yahudi bir genç bayandır. 17-18 yaşlarındadır.  Şam da bulunan Damaskus Palas otelinin 17 numaralı odasında kalmaktadır.

Meşhur Şeyh Esat Şukeyri’nin de yakınlarından olan Şam’da Cemal Paşa zamanında karargahta hesap memuru iken emekliye ayrılarak burada kalmış Akka’lı (Suriye) hovardalığı ile meşhur Zeynel Abidin Efendi eğlence hayatına çok düşkündür. Şam’ı avucunun içi gibi bilir ve bu halinden dolayı da aramızda “Aşık Zeynel” diye anılırdı. Simi Simon konusunda Kandemir’e şunları söylemiştir:

– Sahiden de pek şekerdi. Neydi o güzellik? Bütün Şam onun peşinden koşmuş fakat yalnızca Sadullah Bey bu işi başarabilmiş, Simi Simon’u metres edinmiştir. Sadullah Bey Şam’daki Kolordu da Erkanıharbi (Kurmay) Binbaşı olarak görevli idi demiştir.

Kandemir Zeynel Abidin Efendi’den bu bilgileri aldıktan sonra Şam’da araştırmaya devam etmiş ve Simi Simon hakkında ilave olarak şu bilgilere ulaşmıştır:

Son derece güzel ve fevkalade şeytan denecek kadar zeki olan Simi Simon ismindeki Yahudi kızı, daha harbin başında casusluk yapmak için, gözüne kestirdiği Sadullah Beyle tanışmanın yolunu bularak, Kudüs’ten onunla beraber Şam’a gelmiş, Damasküs Palas Oteli’ne, o 17 numaralı odaya yerleşmiş ve Sadullah Bey’in metresi olarak yaşamıştır. Simi Simon bağlı olduğu Filistin Yahudi Casusluk Merkezi emrinde harıl harıl çalışarak aleyhimizde yapmadığını bırakmamıştır. İlk kaldıkları ve tanıştıkları yer Kudüs’teki Fast Oteli’dir. Sonra Damasküs Palas’ı merkez edinerek, burada çalışırken, 1918 sonlarında bir ihbar üzerine her şey ortaya çıkmış ve yakalanmıştır.

Gazeteci Kandemir araştırma sonucunda; bu ihbar meselesi hakkında güvenilir kaynaklardan edindiği bilgiye göre, Birinci Dünya savaşında gizlice kurulan Filistin Yahudi Casusluk Merkezi Osmanlı 8. Kolordu karargahı yakınındaki Yahudi köyü Zımmarin’de yerleşmiş bulunuyordu. Bu köyde Jozef Tobin, Naman Belkent ismindeki azılı casuslar arasında asıl başkan olan yeni genç ve güzel madam Sara adındaki kadındı. Bunlar İngilizlerden sağladıkları çeşitli muhabere araçları ve vasıtalarıyla, başta Şam’daki Simi Simon olmak üzere Beyrut’taki Surşon ve başka yerlerdeki benzeri casuslarından gizlice aldıkları bilgileri her akşam, belli bir saatte lamba ile işaret vererek kıyıdan geçen İngiliz gemisine, şişe içinde gönderiyorlardı. Bu şekilde gizli çalışma aylarca sürmüş ve bu suretle Filistin’deki İngiliz orduları, başkumandanları Mareşal Allenby’nin de sonraları açıkça itiraf ettiği şekilde, Türklerin bütün sırlarına vakıf olarak, harbi kazanmışlardır. Tam işte bu sıralarda, yani Yahudi casusluğunun olanca melanetiyle aleyhimizde yapmadığını bırakmadığı günlerde, nasılsa içimizdeki bu yılanların varlığı fark edilince, derhal harekete geçilmiş, bir yandan casusluklarından şüphe edilen Yahudiler yakalanırken, öte yandan cephelerdekilerden başka Şam’da da Yarbay Fahreddin Bey başkanlığında bir Divan-ı Harp kurulmuştu. Bu esnada, yakalananlardan örgüt başkanı madam Sara muhafaza altında Şam’a getirilirken, gece yarısı trenden atlayarak, intihar etmiş olduğu gibi, Gazze Cephesi’nin hemen gerisindeki Yahudi köyünden Suzi Liberman ismindeki yine güzel olan kız da Alay yaveri Adnan Bey’i elde edip, birçok sırları aldıktan sonra, öldürdüğü için, suç ortaklarıyla birlikte kurşuna dizilmişti. Yine bu esnada, Kudüs ile Remle arasındaki Caura isimli Yahudi köyünde, ünlü Yahudi milyarderi Rothschild’in temsilcisi ile birçoklarının casusluk ettikleri anlaşılınca, yakalanan Yahudilerden 23’ü Divan-ı Harp kararıyla aynı cezaya uğratılarak, kurşuna dizilmişti.

Şam’daki Divan-ı Harp (Savaş sırasında kurulan Askeri Mahkeme), Hayfa ve dolaylarından yakalanıp getirilmiş binden fazla Yahudi’yi, sorguya çekmiştir. Haklarında toplanan bilgi ve düzenlenen raporlara göre, hepsi de erkek olan bu Yahudilerin hemen hepsi, (casuslukları şu veya bu şekilde sabit olanlar bile) Divan-ı Harp huzurunda, “yaptıkları işin casusluk olmadığını, ancak milli bir vazife olduğunu, yüzyıllardan beri mahkumiyet altında ezilerek, varlıklarını kaybetmek tehlikesi içinde kalan insanların milli hakimiyetlerine kavuşmak için bu şekilde çalışmalarının mazur görülmesi gerektiğini” söylemekten çekinmiyorlardı. Hele yukarıda sözünü ettiğimiz örgütün elebaşları durumundaki Jozef Tobin ile Naman Belkent bütün bütün küstahlaşarak, hayret edilecek bir cüretle konuşurlarken: “Hangi millet anayurdunda esir yaşamaya katlanabilir? Böyle bir millet, yok olmaya mahkumdur. Biz dünyanın daima şerefli yaşamış bir milleti olarak, işte böyle bir akıbete uğramamak için, ölümü de göze alarak ne mümkünse yapıp çalışmak zorunda idik” demişlerdir. Bunun üzerine hakim: “Peki ama, size Filistin’de rahat ve huzur içinde yaşamak imkanını veren bir devlete, en nazik bir zamanında hıyanet etmeyi de milli bir vazife sayabilir misiniz? Düşünün, dünyanın birçok yerlerinden, kovulup atılan ve hakir görülerek hemen her yerde ezilip çiğnenen Yahudileri Türklerden başka kim, insanca karşılayarak bir millet saydı?” diye sorunca, ne cevap vereceklerini bilemeyerek boyunlarını eğen bu hainler, yaptıklarına pişman olmadıklarını bile belirtmemişlerdir. Fakat yargılanan bu binden fazla casusun içinde bir tek kadın yoktu. Yukarıda sözünü ettiğimiz Simi Simon’la Madam Sara ve Suzi Liberman’dan başka bütün aramalar, taramalarda hiçbir kadın bulunamamış, hatta hiçbir kadından şüphe dahi edilememişti. Acaba gerçekten de yok muydu?

Sonradan anlaşıldığına göre, bir hayli genç kız da varmış ama, baştaki o örgüt idaresini ellerinde tutan kaşarlanmış kadınlar, bunların her ihtimale karşı ele geçmelerini önlemek için akla hayale gelmez tedbirler alarak, adlarını kimseye duyurmamak hususunda son derece dikkatli davranmışlardır. Her iş olup bittikten ve biz Filistin’den çekildikten sonra bunlardan ortaya çıkan Raşel adında bir kadın, bütün o cezalarını bularak giden hainlerin son hatırası ve temsilcisi olarak kabul edilmiş ve Yahudilerce baş tacı edilmiştir.

Şam Divan-ı Harbi (Savaş sırasında kurulan Askeri Mahkeme), Yahudi casusları davasını sona erdirince, elindeki bin küsur tutukludan üç yüz otuz üçünü idama mahkum etmiş, iki yüz kadarını da çeşitli cezalar vermiş, geri kalanını bir süre Şam’daki Berameke Kışlası’nda göz altında bekletmiştir. Ayrıca cephe Divan-ı Harpleri de Salt’ta ve Gazze gerisinde suçüstü yakalanan casuslardan bazılarını kurşuna dizdirmiştir. Fakat Filistin İngiliz Orduları Başkumandanı Mareşal Allenby’nin, açıkça itiraf ederek üç dört bin olduklarını belirttiği yahudi casuslar İngiliz ordusuna yardım etmiştir. Bizim ele geçirerek cezalandırdıklarımız ise devede kulak denecek düzeyde az sayıda kalmıştır. Çoğu yakalanamamış ve bu cephede savaşı kaybetmemizde çok önemli bir rol oynamışlardır. (Kandemir s.391)

İhbarlar ve sorgulamalardan çıkan sonuçlar; Jozef Tobin, Naman Belkent ismindeki bu Yahudi casuslar arasında asıl başkan olan yeni genç ve güzel Madam Sara adındaki bir kadını işaret etmiştir. Bu casuslar İngilizlerden sağladıkları çeşitli gizli haberleşme araç ve vasıtalarıyla, başta Şam’daki Simi Simon olmak üzere, Beyrut’taki Şurşon ve başka yerlerdeki benzeri casuslardan gizlice aldıkları bilgileri her akşam, belli bir saat lamba ile işaret vererek kıyıdan geçen İngiliz gemisine, şişe içinde gönderiyorlardı. Bu şekilde gizli çalışma, aylarca sürmüş ve bu suretle Filistin’deki İngiliz Orduları Başkumandanları Mareşal Allenby’nin de sonraları açıkça itiraf ettiği şekilde Türklerin bütün sırlarına vakıf olarak harbi kazanmışlardır. (Avşar s. 25)

Atilhan’ın, vazifede bulunduğu 8. Kolordu, Şam ve Medine arasında Katrane denilen gayet hassas bir mevkide yer almaktaydı. Kolordunun Erkan-ı Harp Reisi olan kişi ise Miralay Sadullah Beydir. Sadullah Bey’in başında ise gizli ve korkunç bir bela vardır: Metresi, Simi Simon… Meşhur Yahudi casusu…Cevat Rifat’ın deyişiyle Matahari’ye taş çıkaracak bir afet… “Yahudi casuslarının en büyük afeti… Fevkalade güzel bir kız. Kolordunun bütün sırlarına agah…” Cephede kızgın güneş ve kumlar arasında kalmış, yarı aç, sağlam bir kıyafetten dahi yoksun Türk askerinin bütün çabasına rağmen, arka planda “Yüzbinlerce Siyonist, yüzbinlerce Yahudi, hıyanet ve cinayetlerinin her türlü gizli silahlarıyla bu ordunun sırtını yere getirmeye çalışıyorlardı.” Her gün bir düşman zırhlısı sahillerde dolaşıyor ve günlük casus raporlarını topluyorlardı. Bu kumpas, resmi görevlileri bile içine almıştır. Atilhan, daha önce adı geçen Üsteğmen Asaf Safa Bey’in, Harbiye Nezaretine her zaman aynı klişede telgraf çektiğini, ancak olayı gizlediğini belirtmiştir. Klişeleşmiş bu telgraflarda, “Harbiye Nezareti Celilesi’ne. Bir İngiliz kruvazörü saat beş raddelerinde Yafa istikametinden gelerek Hayfa önlerinde gözden kaybolmuştur…” denmekten başka bir izahat verilmiyordu. Atilhan bu durum karşısında, “Allah’ın izniyle ben, bu işe lüzumlu ehemmiyeti verip, bazı kıymetli arkadaşları, sivil elbise ile oralara gönderip elense edilen casusları kafile kafile Şam’a getirince etrafta göze çarpan bir telaş belirdi.” demektedir. (Çay s. 61)

İngiliz istihbaratına çalışan NİLİ casus şebekesi de Filistin cephesinde Alman ve Türk subaylarından bilgi almak için fahişelerden, metreslerden ve güzel kadınlardan istifade etmişlerdir. Bu duruma güzel bir örnek olarak Cevat Rifat (Atilhan), Nili casusluk şebekesinin önemli üyelerinden biri olan Simon’un, Madam Rabinoviç’in Alman ve Türk subaylardan bilgi alması için kendisine yaptığı baskıyı şu şekilde anlatmaktadır “… demek bana gösterilen ihtimam ve kıymet bir gün beni haince harcamak içinmiş. Türk ve Alman subaylarına peşkeş çekiliyor ve onların ağzından bilgi almak için görevlendirilmiş bulunuyordum. İstediklerini yapmazsam, vücudumun bir anda ortadan kaldırılacağını belirtmişti. Hayatta ilk defa Allah’tan korkmayan bir mahlukat karşısında kaldım. Bir şeytanın dahi tasavvur edemeyeceği fenalıkları yapmaya muktedir bu korkunç kadın, gün geçtikçe üzerime biraz daha yükleniyordu. Size bütün mukaddesatım üzerine yemin ediyorum ki, bu alçak kadının işine yarayacak en ufak bir bilgi dahi edinmeden, her fırsatta onu atlatmağa başarılı oldum. Tanıştığım subaylar arasında o derece temiz insanlar vardı ki bunlar ve bunlar gibi binlerce günahsız ve mert kimselerin kanlarına girmek için hiçbir geçerli sebep bulamıyordum.” Simon’un bu ifadelerinden de görüldüğü üzere savaşın kaderini değiştirecek önemli askeri sırların en kolay alınabileceği yöntem olarak güzel kadınların cazibesinden yararlanmak istenmiştir. Bu güzel kadınlar hedefteki komutanlara ve yetkililere sunulmuş ve onların ağzından bilgi alma yoluna gidilmiştir. (Avşar s.37)

Netice itibariyle güzel casus Simi Simon, Konya’ya sürgün edilmiş ve orada frengi ve daha bazı hastalıklardan hayatını kaybetmiştir. (Çay s. 105) Kandemir’de Simi Simon’un Konya’da sürgünde iken öldüğünü belirtmektedir. (Kandemir s. 385)

Hareketlerinden şüphelenerek yakalanan ve çok güzel bir kadın olduğu söylenen, Ortadoğu’nun Mata harisi olarak adlandırılan, Şam’da birçok erkeği kendisine aşık eden Simi Simon hakkında yeterli delil elde edilemediğinden Konya’ya sürgün edilmiş ve orada ölmüştür. Konya’da Bölge yazma eserler müdürü Bekir Şahin ve arkeolog Nurettin Özkan ile birlikte yapılan araştırmada mezar yeri tespit edilememiştir. Mezar yeri konusunda araştırma devam etmekte olup İstanbul’da bulunan Yahudi cemaati vakfından da yazılı olarak bilgi istenmiş olup sonucu beklenmektedir. 

SONUÇ:

Dünya Savaşı sırasında Almanya’nın isteği üzerine açılan bir cephedir. Osmanlı ordusu, 1915’te Birinci Kanal Harekatı’nı, 1916’da İkinci Kanal Harekatı’nı düzenledi. Amaç; Osmanlı İmparatorluğu’nun Süveyş Kanalı’nı ele geçirmesi ve Mısır’a yeniden sahip olmasıydı. Başarılı olunursa İngilizlerin Uzak Doğu’daki sömürgeleri ile bağlantısı kesilecekti. Ancak Gelibolu kuşatmasını kaldıran İngilizlerin, Çanakkale’deki birliklerinin bir kısmını Filistin cephesine nakletmeleri sonucu harekatlar başarısızlıkla sonuçlandı ve T. E. Lawrence’ın organize ettiği bazı isyancı Arapların da etkisiyle ve NİLİ casusluk örgütünün ordumuz hakkında ele geçirdiği kritik istihbarat bilgileri sayesinde Osmanlı ordusu Suriye’ye kadar geri çekilmek zorunda kaldı.

NİLİ casus örgütü Osmanlı Devleti’nin Filistin Cephesinde savaşı kaybetmesinde en önemli faktörlerden birisi olmuştur. NİLİ örgütü aynı zamanda Bugünkü İsrail’in kurulmasında çok önemli rol oynamış ve Mossad istihbarat teşkilatının da temeli olarak kabul edilmiştir. Örgütün çok sayıdaki casusu Osmanlı devletin tarafından yakalanarak cezalandırılabilmiş, abisi Aaron Aransohn İngiltere’ye gittikten sonra örgütü uzun süre Sarah Aaronsohn yönetmiştir. Dünya tarihinde bir bayan tarafından yönetilen ve savaşın sonucuna son derece önemli etkisi olan tek istihbarat örgütü olmuştur. Sarah yakalandığında sorgusunda hiçbir şey söylememiş, üst makamlara sorgu için götürülürken de Trenden atlayarak intihar etmiştir. Suçu ispat edilerek idam edilen tek bayan casus Suzy Liberman olmuştur. Hareketlerinden şüphelenerek yakalanan Simi Simon ise suçu ispatlanamadığı için Konya’ya sürgün edilmiş ve orada Frengi ve diğer hastalıklardan ölmüştür. Mezarının yeri bilinmemektedir, araştırma sürmektedir.