Muhterem okurlarım. 20. yüzyılın başlangıcından bu yana Konya’mızın dağ köyleri Kilistra, Botsa, Evliya tekke,  İlyasbaba Tekke, Kayalı (Tulassa), İnlice, Hasanşeyh (Hasanışık) ve daha birçok benzeri yurt köşemizde anlatılmaya değer yaşanmış enteresan olayları araştırmak için gösterdiğim onca çabaya rağmen ne yazık ki çoğu zaman sınıfta kalıyorum.

Neden mi böyle diyorum; gençliğimde, hatta 1945-55 arası çocukluk yıllarımda büyüklerimden dinlediğim, kulaktan kulağa yayılan yaşanmış önemli olayların adını vererek bilen var mı? Yöremizde bir hikâyeyi dediğimde ‘filan köyde bir bilen var bu olayı’ deniyor. Tam gidip bu adamla görüşüp olayın kahramanını ve olayın aslını derlemeye hazırlarken, birde duyuyorum o adam ya rahmeti rahmana kavuşmuş oluyor ya da çok ihtiyarlığından dolayı dili söyleyemeyecek duruma gelmiş. Unutkanlığa düçar olup hatırlayamayanlar da cabası.

Bir de ‘başıma bir iş gelir korkusu ile’ konuşmak istemeyenler oluyor. Bundan dolayı işte bu önemli, enteresan yaşanmış olaylar da tarihin derinliklerinde ölenlerle beraber kaybolup gidiyor. Benim bir zamandır bütün çabam da çocukluğumdan beri yöremizde anlatılan meşhur Akterlik olayının iç yüzünü meydana çıkarıp gelecek kuşaklarımıza anlatabilmekti. Bu işe daha bir sıkı sarılıp netice almaya çalıştım.

Bunun için hafızası sağlam, eskileri çok iyi hatırlayan, o günlerde de halen dinç olan bilge insan 75 yaşındaki Mehmet Kayabaşı’nı (merhum) Evliya Tekke Köyündeki evinde 2015 yılında ziyaret ettim. Hem eski dostlukları yâd ettik hem geçmişte yaşadığımız hatıraları hayalimizde canlandırdık. Çünkü onunla hukukumuzun yanında ailece dostluğumuz da vardı.

1970’li yıllarda ben Kilistra köyü muhtarlığının kâtipliğini yaparken Mehmet ağabey de Evliya tekke köyünün muhtarı idi. Onunda yıllık hesap işlerini ve köy bütçesini ben yapıyordum. Dostluğumuz ve hukukumuz buradan geliyordu.

Bizim çok merak edip peşine düştüğümüz Akterlik olayını Mehmet Kayabaşı büyüklerinden çok dinlemiş.Şahsın vurularak öldürülmesi üzerine dolayı anacığının yaktığı ağıtları bile bize aktardı. Yaşanmış olan bu enteresan hikâyeyi zevkle okumanız için sizlere sunuyorum. Bu hikâyeden kendilerine pay çıkaracak kişiler de olabilir. Ama şu bir gerçek ki bizim kimseye karşı bir hasımlığımız ve ya bir başkalarını deşifre etmek gibi bir fikrimiz olamaz. Muradımız 80-90-100 yıl kadar önce yaşanmış olayları gelecek kuşaklara aktarmaktan başka bir şey değildir; buda bir araştırmacı ve gazeteci aşkıdır.

**

Adı Mustafa, namı Akterlik, aslı Yörük. Kimilerine göre bir eşkıya, kimilerine göre ise bir halk kahramanı.

Doğumu Tahmini olarak Miladi 1899-1900 (1315 Rumi). Ülkemizin var veya yok olmak için birçok düşman devlete karşı malıyla canıyla, çobandeğneği, çiftçi üvendiresi ile mücadele ettiği 1920’li Hüküm sürdüğü yıllardan itibaren olaylar cereyan eder. Doğanların doğduğuna, yaşayanların yaşadığına pişman olduğu yıllar…

Cihan İmparatorluğu olmakla nam salmış Osmanlı’nın düştüğü kaosla yok oluşa doğru sürüklendiği, yeni bir diriliş için Kurtuluş Savaşına karar verildiği, her ferdin bütün yokluklara rağmen canını dişine taktığı çetin yıllar…

Dağların, ovaların, her vatan köşesinin vatan haini ve başıboş aşiretler, göçer gibi eşkıyaların, asker kaçaklarının köylülere kan kusturduğu, malına, canına kast ettiği acı dolu yıllar…

Konya’nın kırsal dağ köylerinden birine Antalya taraflarından gelip bir başına kırda bir çadır kuran Akterlik Mustafa’nın buralara geliş sırrına kimse erememiş. Diyor ki Mehmet ağaya anlatan;

Ne bilelim; belki yöresinde bir adam öldürdü. Yahut obasında bir kızı sevdi de vermediler. Belki de babasının bir hasımlıkla öldürülmesinden sonra obasında tutunamadı da kaçıp geldi. Hasımları vardır.

Ardı sıra Mehmet ağa kendi sözlerini konduruyor;

Buralara neden geldi bilemem İsmail’im. Yalnız anlattıklarına bakınca, çevik, cesur, vurduğu vurduk, kimseden çekinmeyen, üstelik de çok keskin nişancı bir delikanlıymış. Buraya da bir heybe dolusu gümüş lira para ile geldiğini söylerlerdi.

Bir yıl kadar bizim köy civarında çadır kurup göçebe olarak kalan meçhul adam civar köylerden de dostlar edinmiş. Hatta bizim köyün sığırlarına da, köylümüz Bayram Çakıcı merhum ile bir-iki yıl ücreti karşılığı çobanlık da yapmış. Eskiler, bu şahısta asla ırz eksikliği olmadığını, kimsenin namusuna yan bakmadığını, mazlumları koruyup kolladığını, köylülerin başına bela olan eşkıyaya ve serkeşlerle mücadele ettiğin şu gerçeği üstüne basa basa söylerlerdi. Hatta başkalarının belasını da kendi üzerine alırmış. Öylede bir keskin nişancıymış ki attığı hiçbir mermiyi de boşa gitmezmiş. Bundan dolayı yörede sevilmiş sayılmış.

İlk gelişinde yanında anası da varmış ve bizim dağlarda bir çadır kurup iki üç yıl kadar hayat sürmüş. Memleketinden getirdiği bir heybe gümüş parayı da dağlarda, çadırda muhafaza edemeyeceğinden endişelenip yöredeki köylerden edindiği güvenilir bir arkadaşının evine emanet bırakmış. Emaneti de köyden birkaç kişinin yanında vermiş ki onlarında haberdar olmasını sağlamış.

Fakat günlerden bir gün aniden yanında bulundurduğu katırına yükünü sarıp geldiği yöne, Antalya-Alanya taraflarına doğru gitmiş. Fakat dostlarına da “Gidiyorum ama tez zamanda dönerim” demeyi de ihmal etmemiş.Emanetçilerini“Parama iyi sahip olun,zamanı geldiğinde bana çok lazım olacak” diye tembih etmiş.

Nereye gittiğini kimse bilmese de bir yıl sonra Akterlik bizim yöreye dönüp çadırını kurmuş. Halk bu gidişi “Herhalde obasında-yöresinde yarım kalan işleri vardı, bunları halledip döndü” şeklinde olmuş.

Akterlik’in bu gelişi daha bir farklı olmuş. Daha cesur, atılgan ve dağlara hükmeder kendine güveni tam bir görünüm sergiliyormuş.

O yıllarda bu yörelerden birçok adı sanı bilinmedik göçerler kimi atlar ile kimi develer ile gelip geçermiş. Bazılarının ellerinde ayı ve maymun olurmuş. Hatta aslan, kaplan, yılan gibi tehlikeli fakat ehlileştirilmiş hayvanları kafeslerde at arabası ile taşıyarak köy kent gezip panayırcılık yaparak batıya doğru göçen aşiretler de olurmuş.

Zamanla anlaşılmış ki Akterlik’in bunlarla bir alıp veremediği varmış. Çünkü onlara karşı çok kin beslediği fark edilmiş. Onların geçtiği yerlere pusu kurup onca silah ve imkâna sahip göçerlere adeta kan kusturup mal ve can zayiatı verdirmeye başlamış. Zamanın köylüleri bunların Akterlik’e ailecek büyük bir zarar vermiş olduğuna inanır olmuş.

Bu konargöçerlerden bazıları bizim yörelerde kalıcı olur, kışları sahile inmeden, civarlardaki ya dağlarda, kışlaklarda dururmuş. Ya bir mazbut ağılda ya da yörede çokça bulunan, kışları sıcak yazları ise serin olan geniş mağaraları yahut kışın boş olan yayla evlerinde kışlayıp, hayvanının, çoluk çocuğunu köylülerin sırtından besleyip yaşamlarını idame ettirirlermiş.

Bazı göçerlere hiç zararı dokunmayan Akterlik’in bu kadar zulmünü de yöre halkı da, civarda barınan abdallar da hoş görürmüş. Çünkü onları da mallarını da dağdaki eşkıyalardan, çapulculardan, her türlü yaban tehlikesinden Akterlik koruyormuş. Akterlik Mustafa artık yörede öyle nam salmış ki, adı her yerde anılır, herkes onun yaptıklarını cesaretini, efeliğini konuşur olmuş.

Peki, Akterlik Mustafa ne iş tutarmış?Neden Akterlik denmiş?

Rivayet edilir ki üstüne başına doğru düzgün giyecek bulamayan zamanın insanları ayaklarına çoğunlukla çarık giyerken Yörük Mustafa çadırına gelen misafirleri deriden yapılmış Nalin benzeri beyaz hafif bir terlik cinsi ayakkabıyla karşılar, sıklıkla da bu şekilde gezer dolaşırmış. Yöre insanı da ayağındaki beyaz papucundan ötürü Mustafa’ya Akterlik demiş. Oda bu adı benimseyip sevmiş.

Mustafa’nın zamanla çoğaldıkça çoğalıp dağları tutan davar-sığır-deve sürüleri Konya dağ köylerinden Kilistra, Evliya tekke, Botsa köylerinin arazilerinde yayılır olmuş. Bu kadar sürü de çobansız olmaz; ücretle tuttuğu çobanları da varmış.

**

Akterlik toparlanıp mal mülk edindikten sonra yörede sevilmeye de başlayınca artık buraları yurt edinmeye karar verir. Ve günün birinde varır parasını bıraktığı emanetçinin kapsına “Bir zamanlar sana emanet ettiğim gümüş paraları vermenin zamanı geldi” der. Gel gör ki, köylü gümüş paraları vermek istemez. Başını öne eğip:

-Ağam biz o paralara sahip olamayıp, çaldırdık ama sana diyemedik, der.

Akterlik inanmak istemeyince köylü onu ikna edecek gerekçelerini sıralamaya başlar:

-Bana inanmıyorsan, işte şu 70 yaşında anamda çalındığına şahittir. Parayı da filan kişinin çaldığından şüpheliyiz ama bütün zorlamama rağmen çaldığını kabul etmedi, diyerek köyde azılı namlı bir adamın da ismi sürer ortaya.

Akterlik zeki adamdır, bunların kendini oyuna getirmek için düzmece bir plan olduğuna kanaat getirir.

-Bakın, der. Beni çileden çıkarmayın. Ya para dolu heybemi bulur verirsin ya da senin gövdenin üzerindeki kara kelleni alır, bu tatlı ocağına Arpa da ekerim diye bir tehdit savurur.

Bu sözler yörede sert bir rüzgâr gibi eser. Akterlik gibi bir gözü kara bu kelamları etmişse yaklaşmakta olan tehlike büyüktür.

Artık Mustafa o yöre halkından biri gibidir ve ondan gelecek zuhur edecek yardımı da belayı da herkes iyi bilmektedir.

Üstelik öyle aktiftir ki, Akterlik; çadırında durmaz,nerede olduğu nu da kimse bilmez. Her an her yerde görülebilen, bir dalda durmayan bir şahbaz olmuştur. Bazen bir köyde arkadaş bildiğinin evinde, bazen de bir yayladadır. Dışarıdan gelip buradaki köylülere musallat olan eşkıya ile savaşmaktan da asla geri durmazmış.

Gel gör ki heybeyi bıraktığı emanetçinin tavrı hem Akterlik’i hem de yöre halkını huzursuz etmiştir. Mesele evden eve, köyden köye yayılmış, ölüm ve dayak korkusu ev halkının hepsini sarmıştır. Hatta emanetçinin, bazı yakınlarıyla ‘parayı çaldı’ diye suçladığı adamın da, ardından ettikleri lüzumsuz laflar gelir Akterlik’in kulağına. Bir gün köyün tenhasında yolları kesişir ve Akterlik pestilini çıkarıncaya kadar döver denilen o adamı. Köylük yerdir, vukuat tez duyulur, Akterlik’in attığı dayak cümle alemin diline düşer.

Dayağı yiyen Memili ve hırsız zannı ile takipte olan Yusuf ölüm korkusuna kapılıp Akterlik’e karşı iş birliği yapar. Plan bellidir; bu kez onlar Yörük Mustafa’yı gafil aylayıp pusuya düşürecek ve öldüreceklerdir. (Kimsenin aklı bulanmasın yazıdaki; isimler farazidir)

Akterlik’i öldürecekler ama nasıl?

O yıllarda artık Akterlik’in namı yürümüş civar köylerin adeta koruyucu meleği durumundadır. Tabii köylülerden başka göçer olarak hayatını kazanmaya çalışan sepetçiler, kalbur gözericiler de Akterlik’in himayesindedir. Ahali bir de vardıkları yerlerde huzur bozanlık edip köylülere zarar veren, hatta gelip geçtikleri yerlerdeki ekini bostanı hasat edip, hayvan yemleyen talancı göçerler den muzdariptir. Köylüye ücret ödemek bir yana tarlasındaki ürünü ziyan edip kışlık ürünlerini ziyan eden bu başıbozukların da tek korkulu rüyasıdır Akterlik Mustafa. Yöre halkı Kazancılar ya da Drabazancılar gibi korkutucu isimlerle andıkları bu göçerleri arazilerine sokmamak için ne kadar uğraşsa da onlar bir yolunu bulur, tarlaya tapana bozgun verirlermiş. Civar köylüler birbirlerine ulaklar vasıtasıyla, Kazancıların geldiğini haber vererek tedbir almaya çalışırmış.

Bir zaman yine başıbozuk göçerler bostan ekili sulak bir köyün arazisine girerler ki patateslerin tam da döküm zamanıdır. Domatesler, salatalıklar, soğanların hasat edilmeyi beklediği günlerdir. Bostanları söküp yağmalamakla yetinmezler ve köylülerin dağlarda otlamaya bıraktıkları beygir ve sığırları da, kafeslerinde gösteri için taşıdıkları yırtıcı hayvanlara yem etmek üzere sürülerine katarlar.

Köylüler silahlı aşiretlerin bu zulmünden, kanun devlet tanımazlığından bizar hale düşüp, ehveni şer olarak bildikleri Yörük Akterlik’ten yardım isterler.

Çevreye zarar veren göçerleri çok iyi bilen ve geliş gidişlerini takip eden Akterlik tek başına bu aşiretleri takip eder, geceledikleri yerlerde çadırlarını kurşun yağmuruna tutarak mallarına, canlarına zarar verir ve “Bir daha buralara gelmeyin. Şayet gelirseniz birinizi sağ koymam, buraları size mezar ederim” diye tehdit savurup gecenin karanlığında kaçarmış. Arazi yapısını iyi bilen Akterlik, kayalardan aşar, ağaçlarda saklanır kimseye izini belli etmezmiş. Aşiret reisleri de köylerde her ne kadar yaşadıkları baskının failini arasalar da bir emareye rastlayamaz,  bir tek bilgi edinemezlermiş.

Hatta dağda hayvan otlatan çobanları, tarla süren çiftçileri bile döverek bilgi

Almak istedikleri de olmuş. Fakat kimse Akterlik’in korkusundan ağzını açamazmış.

Bunu duyan Akterlik çobanlara, çiftçilere “Çekinmeyin, onlara benim adımı vermekten korkmayın. O bir Yörük beyidir, aşiret reisidir kimseden korkmaz. Yılmaz bir efedir, deyin. Yerimi de söyleyin de yanıma gelsinler. Gelsinler ki onları bir kazığa oturtayım da dağda kıza, kızana, çobana, çoluğa nasıl zarar verilirmiş, nasıl elindeki mallar gasp edilirmiş, hırsızlık ve eşkıyalık hangi insanlık töresinde varmış, gelsinler de kozlarımızı paylaşalım. Onlar çok büyük yanlış yaptılar, kurtuluşları yok artık, onların sonları ölümdür. Yaşamak istiyorlarsa bir daha bu dağlara ayak basmayacaklar. Onların ölüm fermanını verdim” der.

Yöredeki köylerden kendi mizacına uygun cesur arkadaşlar da edinen Mustafa panayırcı göçerlerin geçişleri sırasında ortalardan kaybolur. Kimse nerde olduğunu bilmez. Oysa Akterlik İlyasbaba tekke köyündedir. Arkadaşı Çakıcı Mehmet’in evinde sohbet ve istirahat ederken bir gece,yöreyi dolaşarak sünnetçilik yapan, düğünlerde elinde kemanı ile çalgı çalan Konyalı Abdal Datlı’nın oğlu Abdal Ali yanına çıkar gelir. Ali sülalesi de göçerlerdenmiş ama panayırcılardan epey zarar gördükleri için uzak durur, sevmezlermiş. Akterlik’in orada olduğunu görünce zararlı göçerleri Karadiğin köyü ile Kilistra köyü arasındaki Döllük, Çileder, Circir, Ardıçlı çal, mevkilerinde gördüğünü, köylülerden çaldıkları beygir  ve sığır sürülerini geceleri gizlice başka yerlere kaçırdıklarını anlatır. Akterlik ve orda bulunanlar anlatılanları dikkatle dinler. Fakat Akterlik biraz bu işlerle ilgisiz görünür.

Ahali odadan dağılıp vakit gece yarısını geçtiğinde Akterlik ev sahibine,“Haydi silahlan, filanca köye varıp falanca kişiyi, filan köyden de falanı alıp bu işi bugün sabaha bitireceğiz. Bu günden sonra bu yörede hırsız göçer koymayacağız, bunların kökünü keseceğiz” der. Yola düşüp, Akterlik’in adamlarını birer ikişer yanlarına alarak Abdal Ali’nin söylediği mevkiye varırlar. Çok geçmeden de çalıntı malların saklandığı ağılı bulup çevresini sararlar.

Aslında panayırcı hırsız göçerlerde çok kalabalıktır ama arazinin yabancısı da olduklarından pusuya düşerler. Büyükler anlatır ki, o gece Akterlik ve adamları tam 40 kişiyi acımadan kurşuna dizer ve çalıntı malları da ağıldan çıkarıp köylerine doğru salıverir. Hayvanlar zaten köylerinin, ahırlarının yolunu bilmektedir ne de olsa. Sonra da gecenin karanlığında Akterlik ve adamları süzülür giderler.

O gece yapılan vuruşma da bir çocuk çığlığı duyulur ve bir anda silahlar susar, ortalık dinginleşir. Ardından bir ses dağları inletir adeta: Cemilemmm, diye. Canhıraş koşarken onunda boğazını yırtar feryadı, Baaa… diyecek ama yarım kalır. Babasına varamadan koluna isabet eden kurşunla, korkusu şiddetli bir acıya dönüşür.

Cemile babasına varamayacağını anlayıp dağlara doğru koşar. Çatışma alanından uzaklaştığı da gittikçe alçalan sesinden anlaşılır. Yanındaki arkadaşı Akterlik’e ‘Usta kız çocuğu kaçıyor, yetişip vuralım mı?’ deyince ondan azarı işitir: “Yuh sana, der. Ne vurması ulan pis namert herif! Çocuğa kurşun mu atılır?” diye kükrer Mustafa. Adamının telaşı kendi canıdır,“Ağa çocuk şahitlik eder de bizi yakalarlarsa ne yaparız?” der. Akterlik,“Ufacık çocuk Allah bilir, aklını zayi etmiştir. Şahitlik yapacak kılığımı kalmış, koy ver gitsin. Biz işimize bakalım” der.

Dedikodulara göre çocuk hakikaten lal olmuş. Yarası öldürücü değilmiş ve çadırlarına varabilmiş ama ufacık kalbi katliama dayanamamış, dili tutulmuş, hiç konuşmamış.

Akterlik’in baskın verdiği olay zamanımızda Belbaşı ve Hacı Ali Çeşmesi gibi adlarla anılan yöredeki dağda yaşanmış.

Yörede Jeolojik patlama ile oluştuğu tahmin edilen ve ucu bucağı belli olmayan, derinliği bilinmeyen, civar köylerin halkı tarafından ‘Yel deliği’ diye adlandırılan birkaç tane kayadan kuyu vardır. İçlerinde su filan bulunmaz hatta bazılarının dipleri görünür ama kimilerinin tabanı hiç görünmez. Kuyuya atılan taşların sesi uzun zaman sonra ‘tak tuk diye’ yankılanır ki, derinliği ölçmek için başka bir yöntem de şu ana kadar denenmemiş.

Kuyuların ağzından kışın kar yağdığında adeta duman çıkarırcasına buhar salgılarken yaz aylarında ise derinliklerinden serin hava gelir. Nakledenler, Akterlik ve arkadaşlarının o baskında öldürdükleri 40 insanın cesedini bu kuyulara atarak yok ettiklerini anlatır. Zaten azgının alızı yani güçlünün zayıfı yendiği, devletin halkına sahip çıkmakta zorlandığı, dış düşmanlar ile başının belada olduğu fetret yıllarıdır. Bu olayın arkasını arayan soran olduysa da kimseler sırrı çözemez,hadise kapanır gider.

Köylerin yaşlıları benim çocukluğumda bu olayı masal gibi anlatırdı. Hatta benim yeni yetiştiğim yıllarda köyümüz ve civar köylerden Akterliğin arkadaşı diye bizlere söylenen kişilere bu konuda bir soru sorduğum zaman, adamlar hemen “Eskici Ali gibi orayı burayı karıştırıp durma, sen ne biliyorsun” diye ters cevap verip azarlayıverirlerdi.

KALLEŞÇE VURURLAR AKTERLİK’İ

Verdiği son baskınla namı gittikçe yayılan ve çevrede daha çok itibar görüp sevilmeye başlayan Akterlik düşmanlarına da korku salmaktadır. Daha evvel dost iken kendilerine bırakılan bir heybe gümüş parayı çaldırdıklarını söyleyip Akterlik’le araları açılan ve düşmanlığını kazanan evine parayı bıraktığı ev sahibi Efrayım ile Deli Yusuf ve Sarı Memili’de Akterlik’i ortadan kaldırmak için plan kurmaya başlarlar.Fakat öyle bir plan yapmalılar ki, mutlak başarılı olsunlar; aksi halde Akterlik’in kendilerini sağ bırakmayacağını çok iyi biliyorlar.

Evliya tekke dağlarında çadırında anası ile yaşamını sürdüren Akterlik bir kurban bayramı sabahı, bayram namazı için köylerden birine gelir.Hasım olanlar bayram sabahını fırsat bilirler.Bir tenhada buluşup ‘Akterlik’i cami çıkışında çadırına doğru giderken köyün çıkışında vurmak için’ sözleşirler. Silahını alan köyün dışında, Akterlik’in yoluna pusuya yatar.

Namazdan sonra köylüler ile bayramlaşan Akterlik Mustafa yalnız başına anasının yanına dönmek üzere yola koyulduğunda pusunun farkında değildir. Mustafa aralarına düştüğünde üçü birden aynı anda silahlarını ateşleyip civanmert Akterlik’i orada öldürürler. Köylüler silah esini duydukları yöne geldiklerinde Yörük Mustafa’yı kanlar içinde canını teslim etmiş olarak bulurlar. Fakat ortadan faillerin izi yoktur, cinayet meçhul kalır.Aslına bakarsanız köyde pek çokları aslında Akterlik’i kimlerin vurduğunu iyi bilmektedir. Ama hiç biri korkusundan şahitlik etmez. Eskilerin deyimiyle su testisi suyolunda kırılmıştır.

Hem kocadan hem de oğuldan olan Akterlik’in garip anacığı ise oğluna ait onca malı mülkü, köylülerin tabiriyle bir avuç üzüme satıp savdıktan sonra diline bir ağıt dolayarak oraları terk eder. Yüreği yaralı kadıncağızın, Antalya taraflarına gittiği, hatta bazılarının da sonraları onu Antalya da gördüğü söylenir.

Yukarıda hikâyesini yazdığımız Akterlik’in Antalya yörelerinden kalkıp niçin ta Anadolu’nun ücra dağ köylerine gelip yerleştiği pek bilinemese de, anacığının onun ardından yaktığı şu ağıtında ki ifadeler zannederim ipucu veriyor:

Dölümdür tarlası bir kara dölüm, (dönüm)

Gafil geldi guzum sana bu ölüm,

Baban bayram günü bir yiğit yemişti,

İşte senin acını bana bayramda çektirdi guzum.

Ak gerdanın açılmış ya şu selvi boyun,

Vurulmuş yiğidim yatıyor upuzun,

Sana nasıl kıydı bu zalim düşmanlar,

Yüzüne bakmaya kıyamadığım guzum.

Evliyadan köselere doğru yol gider,

Yediğim yağlı kurşun ciğerin zedeler,

Gayri bizim ocağımıza baykuşlar tüner,

Ölümün bile gökyüzüne gülüyor guzum.

Akterlik deyi dünyada namın kalacak,

Sana kurşun atanlara bir ahım olacak,

Onlarda hak yanında belasın bulacak,

Mazlumun ahı hiç yerde kalmazmış guzum.

Bakın hele vurulmuş bir gara Yörük,

Başındaki al fesinde yeşilden sarık,

Üzümü tatlı olur ama acıdır koruk,

Senin koruğun bile bana tatlıydı guzum.

Düşmanı pusu kurmuş teltiği çeker,

Anası çadırda oğlunun yolunu bekler,

Hocalar toplanmış kefenini biçer,

Ana ciğeri buna nasıl dayansın guzum.

Haram oldu bize buraların dağları,

Eridi galmadı yüreğimin yağları,

Yetişin ölümüme Ey Yörük beyleri,

Senin sesini kimseler duymayyor guzum.

Ağıtın daha başka mısraları da varmış ama o günden bu güne aktarılanlar ancak bu kadar akıllarda kalmış. Bunları aktaran Merhum Mehmet Kayabaşı ağabeyime ve kıymetli hanımı Kezban ablama çok teşekkür eder hayırlı sağlıklı ömürler dilerim.

.(Mehmet Kayabaşı Ağabeyim 2019 yılı Ekim ayında rahmanı rahmete kavuştu Allah gani gani rahmet eylesin mekanı cennet olsun):