BİR TUTAM ACI VE UMUDUN ÜLKESİ: BOSNA (2)

Abone Ol

Bosna’da tarihe tanıklığımız sürüyor. Gördüğümüz her camide bir secdeyle, her çeşmede bir yudum suyla, her köprüde adımlarımızla bu mazlum coğrafyaya mühür basıyoruz.
Bir not düşelim: Saraybosna’daki her çeşmeden ve şehir şebekesinden gönül rahatlığıyla su içebilirsiniz. Biz de şahit olduk bu berraklığa.

Çarşıdaki Sebil’in etrafında hatıra fotoğrafları çeken insanları her an görebilirsiniz. Moriça Han’da, geçmişle bugün arasında köprü kuran Boşnak kahvesinin kokusu sizi de sarar.
Biraz ileride, Aliya İzzetbegoviç’in de bir zamanlar üyesi olduğu Mladi Musliman (Genç Müslümanlar) hareketinin izlerine rastlayabilirsiniz.

Başçarşı’da acıktıysanız ve yöresel tatları denemek isterseniz, önünüzde iki kadim seçenek vardır: Cevapi ya da Börek. Eğer Cevapi’den yana tercih yaparsanız — ki bu bir çeşit Boşnak köftesidir — size, üç şubesiyle bir aile işletmesi olan Zeljo önerilecektir. Ve önerenler haksız sayılmazlar; çünkü burada bazen uzun kuyruklara sabırla katlanmak gerekebilir.

Zeljo’nun Cevapi’sinden çok, işletme anlayışları ilgimi çekti. Üç dükkân, üç amcaoğluna ait. "Eee, ne var bunda?" diyebilirsiniz. Ama her on beş günde bir, tüm dükkânlar bir amcaoğlunun hesabına çalışıyor. Ve bu adaletli düzeni yıllardır bozmadan sürdürüyorlar. İnsan hayret ediyor, hayran oluyor: "Maşallah, Allah nazardan saklasın!" diyorsunuz.

Saraybosna, Gazi Hüsrev Bey’in adıyla yoğrulmuş adeta. Vakfı, külliyesi ve müzesiyle ruhunu şehre nakşetmiş. Adına yapılan müzede, Kur’an-ı Kerim’in nadide nüshalarını, hat eserlerini ve tefsirleri görme imkânı bulduk.

Yeri gelmişken belirtelim: Bosna’da, ünlü minyatür ustası Matrakçı Nasuh’un çalışmalarına da rastlamak mümkün.

Bosna’da, avlusu olan her camide ve hatta parklarda bile, sessizce duran taş mezarlar görürsünüz. Bu mezarlar, Bosnalıların ölüleriyle birlikte yaşadığının, geçmişine sımsıkı sarıldığının sessiz nişaneleridir.

Bosna’da Türkiye her yerde hissediliyor. Konya, birçoklarının dilinde. Hatta kızlarını Konya’ya gelin gönderen ailelerle karşılaştık. Size yardım edebilmek için, Konya’daki kızlarını bile seferber edecek kadar sıcak ve candan insanlar...

Savaş, Boşnakların millî şuurunu daha da pekiştirmiş. Türk Büyükelçiliğinin desteklediği “Tercihim Türkçe” kampanyası sayesinde, özellikle gençler arasında Türkçeye büyük bir ilgi var.
Havaalanında karşılaştığımız bir grup öğrenciyle, Türkçe öğrenmenin ödülü olarak İstanbul’a birlikte uçtuk. Maarif okullarının da Bosna'daki eğitim sahasında etkin bir şekilde varlık gösterdiğini belirtmeden geçmeyelim.

Tıpkı diğer Balkan ülkelerinde olduğu gibi, burada da Türk dizileri büyük bir ilgiyle izleniyor. Üstelik Türkçe altyazılı olarak...

Ancak gençler arasında Avrupa’ya göç ciddi boyutlarda. Serbest dolaşım hakkını elde edenler, Batı Avrupa ülkelerine doğru yola çıkıyorlar. Ne yazık ki bu durum, ülkenin geleceği adına endişe verici bir tablo oluşturuyor.

Her şeye rağmen, Türkiye’nin Bosna’daki etkisi artıyor. Ziraat Bankası ve Cengiz İnşaat gibi büyük yatırımlar, bu kardeşlik köprüsünü daha da güçlendirmiş durumda.

Ve şimdi, kalbimizi en çok sızlatan yere, “Umut Tüneli”ne gidiyoruz...

UMUT TÜNELİ

Bosna Savaşı'nın en karanlık günlerinde Saraybosna’nın dünyaya açılan tek kapısıydı Umut Tüneli.300 bin insanın hayata tutunmasına vesile olan bu daracık koridor, bugün hâlâ ziyaretçilerini o dehşet dolu günlere götürüyor.

1993 yılında, Saraybosna üç taraftan kuşatma altındayken; bir avuç inançlı insan, uluslararası güçlerin denetimindeki havaalanına ulaşabilmek için tünel kazmaya başladı.
Havaalanı yakasındaki bölge ve İdman Dağı mücahitlerin elindeydi.

Kolar Ailesi’nin izniyle bir ev kamulaştırıldı. İşte o evin altından başlayan umut serüveni, 4 ay 4 günde tamamlandı: eni 1 metre, yüksekliği 1.60 metre, uzunluğu tam 800 metre olan bir tünel…

Silahlar, cephane, mazot, ilaçlar, gıda maddeleri ve hatta tiryaki mücahitler için sigaralar bu tünelden geçti. Kazıcılar, gece gündüz vardiyalarla çalıştı; bazen sızan yağmurlarla boğuşarak, bazen hayatları pahasına…

Bugün, restorasyon nedeniyle tünelin orijinal kısmı kapalı. Ancak 100 metrelik sembolik bir tünel ziyaretçilere açık. Ev ve bahçe bir müzeye dönüştürülmüş; kullanılan araçlar, tünelin inşasını anlatan sinevizyonlar ve o destansı direnişi belgeleyen panolar yer almakta.

Burada küçük ama yürek burkan bir anekdotu da aktaralım:Aliya İzzetbegoviç, havaalanına gitmek için bu tüneli kullanmış. Boyu 1.75-1.80 metre arasındaydı; oysa tünel yalnızca 1.60 metre yüksekliğindeydi. Mücahitler, başkomutanlarının başını eğdirmemek için bir çözüm bulmuş: Raylar üzerinde hareket eden bir koltuk icat etmişler. Aliya, koltuğa oturtulmuş, başı dik, alnı açık bir şekilde tünelden geçmiş.

Tünelin çıkışında, hem cephede hem de tünel kazısında görev yapmış olan gazi Harun Hociç ile tanıştık. Konya’yı ve oradaki dostlarımızı gayet iyi tanıyor. Savaş hikâyelerini kaleme aldığı, “Temiz Bosna Toprağında Secde” adlı Türkçe eserini bizlere takdim etti. Hem sohbet ettik hem de kitabını hatıra olarak aldık.

Bosna izlenimlerimize burada nokta koyarken, bir hakikatin altını çizelim:
Bosna, bizleri bekliyor. Bosna, bizlere muhtaç.

Ve yazımızı, Bilge Kral Aliya’nın sözleriyle taçlandıralım:“Bizi yok etmeye çalışıyorlar ama bilsinler ki Müslümanlar yok olmayacaklardır.”

Selam ve dua ile…

NOT:

Bosna seyahatimiz boyunca bize gösterdikleri sıcak ilgi, misafirperverlik ve desteklerinden dolayı; Hotel Yıldız’ın işletmecisi Fatıma Zulčiç’e,Uluslararası Saraybosna Üniversitesi Misafir Öğretim Üyesi, kıymetli öğrencim Dr. Fatih Cihat Büyükmatur’a,tur rehberlerimiz Samed Paşaliç ve Ahmet Şamil Akçakıl’a ve Ajis Berkovic’e gönülden teşekkür ederim.