Bundan 40-50 sene kadar önce Konya’nın kenar semtleri sayılan köyden şehre dönüşmüş mahalle haline gelmiş yerlerinde oturmakta olan garadakım Konyalılar vardı. Onlar Gonyalı’ydı. Hatta şehrin merkezine çok yakın olan evlerde bile Konya adet ve ananelerine uygun olarak büyük bir avlunun içinde birkaç takım ev, bir inek ile danasını koyacak kadar ahır ve bir köşede de mutlaka bir tandır olurdu.

İşte o dediğim yıllardan birinde her ilkbahar aylarında şehirden bağ evine göçen ve dip dibe komşumuz olan sevdiğimiz yirli Gonyalılar’ın konuşmalarını dinlerdik. Bazen kıs kıs bazen de sesimizi yükselterek gülerdik o konuşmalara. O bugün merhum olmuş komşularımız, bize hiç gücenmedikleri, kızmadıkları gibi yine o Konya ağzı konuşmalarla bize gülerek eşlik ederler ve “Buldunuz bedava sinemayı, seyredin bakalım” diye de nükte yaparlardı.

Komşuların ilk göçtükleri günlerdi. Asiye abla, kocası Mehmet emmi bir de şımarık haylaz oğulları vardı. Başka oğlu, gelini, kızı da vardı bunların, ama onlar evli bucaklı, yani aileden ayrı idiler. Zaman zaman gelirlerdi bağ evine, onlarla da tanışırdık. 15 sene bunlarla komşuluk yaptık.

Yeni bir bahar günü şehir evinden bağ evine göçtüler. Bağ evine gelince hemen Mehmet emmi Asiye ablanın üsteleyip zorlaması ile bir inek aldı. O yıllarda köy ile şehirli arasında mal alıp satan mahallelerde önünde sığır sürüsü ile dolaşan birçok cambaz tarafından sürü ile inek dana satılırdı. Mehmet emminin çok eskiden tanıştığı bir arkadaşı vardı, kol uşağı Osman. Böyle bir isteği olduğu zaman ona tembihler, “Bize uygun bir sağınır buluver hay garam, Asiye abayın çenesi durmaayor, her gün inek de inek diye başımın etini yiyip duruyor” diyordu.

Bu tür sığır alıp satanlara o yıllarda kol uşağı denirdi. Yani birinden alıp başkasına kârı ile satardı kol uşağı. Celep ise hem alıp satan hem de kesip kasaplık yapan kişiydi. Tacir bu işi çok kalabalık yapan çardaklarda besleyip satanlara denirdi. At eşek alıp satanlara ise cambaz denirdi.

Neyse işi dağıtmadan konuya girelim. Bir sabah erken vakitti. Bu kırsalda öyle kuşluğa kadar yatmak yok, sabah erkenden ayağa kalkacaksın ya tarlaya bakacaksın ya sebze sulayacaksın ya da tarla belleyeceksin, iş çoktur burada. Hele evin kadınına hiç dur durak, dinlenme yok. O, sabah namazı kalkar, gariban akşama kadar inek sağma süt ile uğraşır, ekmek yemek yapma tandır yakma bulaşık filan derken işler çok, hele biraz da ihtiyar ise bak artık kavgaya.

Bir sabah kavga erken başladıydı komşumuzda.

Asiye abla sokranıyordu, yani öfkeli bir halde kocasına veryansın ediyordu:

“Nâ vurgunu yiğin gelip de yıkıla döküle galasıca herif, zabahtan namazı gıldı gerisin geri döşşeğe zıbardı. Gardaşım bu avrat ne yapar, bana göre iş var mı dimeeyor, oğlu bi yanda zıbarır, babası bi yanda. Çatlayasıca herife şu koluşağı Osman’dan mal alma herif dirim, gider gider ona gazzıklanır. Alışmadı gitti bir haftadır anam şu gavur inek, nası huyu varmış bilemedim buzağısı yanında, yimi önünde gavurun sattığı cıynacık gadar süt virecek o yanna gıvırttı bu yanna döndürdü, dirkene sanki makineli tüvenk gibi çifteledi bir avuç sütü. Elimdeki helkeden döktürdü tabi zıbarıp yatannarın bunnardan hiç habarı yok. Hepsi yamışıp yatır”

Mehmet emmi gerinerek kalktı kocaman iç donunun uçkurunu şöyle toplayıp “gürültü de nedir?” diye çıktı avluya:

“Ne o len garı! Zabah zabah zır zır idip duruyon, bi dirhem uyku uyutmadın ne var gine benimilen mi uğraşıyon?”

“He tabi seninlen oğraşıyom ya galesiz herif, haksız mıyım? Osman Osman diye diye şu inek denen matahı getirdin başıma, baş belası ne süt sağdırır ne durur ne yayılır ne süzani malımış bilmem. İllere galasıca dağdan geldi, bağı beğenmeyor gidi.”

“Ulen garı kes çeneni, gonu gomşuya garşı ayıp dinen bişşiy var. Başlatma ineğinden de tanasından da yarın satarım haaa.”

“Yooo yo ak herif, canımın sıkısı geçti, satarım filan dime. Ben ineksiz yapamam illa accık yoğurt süt olacak evde, onnar olmazsa evin dövleti olmaz, eyi temam kes çeneni.”

Mehmet emmi eve girer ve bağırır:

“Hatuuunn, hadi bişşiyler hazırlamadın mı gayfaltı yapalım garim oğlanı da galdıralım.”

Asiye abla vah toh etmeye başlar:

“Ehh işte gördünüz mü gonşular, tandırı yak Asiye, ekmeği vur Asiye, ineği sağ Asiye, gayfaltıyı getir Asiye, gari evin kölesi gibi ha evde garısın ha gapı mandalısın, hiç farkın yok.

Oğlan da galkacağımış bu da senin gibi işde adam olası yok ki bir dürüst ehil ustanın yanına işe goymadın ardına düşürüp gidip usta, işte bu oğlanı sana çırak virdim, eti senin kemiği benim buna mesleği bellet, dimedin. Bu da altında bir velespit gendine göre dört uygunsuz mesmosuzunan ağşama gadar Meram’da Alettinde gıvranıp durur, garnı acıkınca akşama eve sürünüvürür.”

“Ne yapalım avrat, gaç defa işe göydük keranacıyı iş götü yok, sapahatsız gidi, nirden galdı garıştı bu gidi bilmem. Herhal senin sülaleye çekmiş, dayıları da böyleydi bunun.”

“Hıı başın dara geldi mi benim sülaleyi suçlan, ne varımış dayılarında. Herkez işinde, aşında. Bir öğün ekmek mi viriyon dayılarına, günahlarını alma gardaşlarımın, babalı boynuna?”

“Ne o bakıyom sinek gondurmaayon gardaşlarına hehhheee”

Keyifli gülüyor Mehmet emmi. Asiye abla başlıyor yine:

“Sööleye sööleye dilimde tüy bitti herif, şööle büyük avlulu bi yir alalım, sıpalara birer birer köşesine ev yapdıralım şööle gözümüzün önünde olsunlar didim. Nuh didin peygamber dimedin gavur herif, her birini bi yirlere dağıttın. Gara Bekir’im maşallah goluna altın bileziğini daktı şüferlikten ekmeğini çıkarır guzum. Gerçi işinin yolu belli gurbetliği çok emme gazancı da yirinde maşşallah. Allah’ım nazardan esirgesin.”

“Hııı onu mu diyecektin zabahtan beri dilinin altındaki bakla o muydu? Eyi olmuş herkes başının çaresine baksın, sen bir bana hizmet edemeyyon halen oğlan uşak peşindesin, ohhh azıcık aşım ağrısız başım benim gafam götürmeyyor çocuk sesini filan garıııı.

Şo gidiyi de bir eversem çok irahatlayacağım onu da atacağım biyire amma bu heral başımıza accık çorap örecek gibi. İşe gitmediği şorda dursun bi de guş uçurtma hastalığı sardı keranacıyı. Bu hastalık başka şiye benzemez viremin (verem) çaresi olur guşculuğun çaresi olmaz, sen biliyon mu bunu.”

“Eyi eyi biliyom, olmaz gomaz ossun. Sen bunu yarın al git eyi tanıdığın birinin yanına zenaata goy ustayı da eyi tembihle gorkarsa işde sapahat ider. Yoğsa azgınlaşacak valla.”

“Doğru din len garı, haklısın. Gaç bu adam olmayacak!”

Her gün böyle karı koca kavgalarını zevkle dinlerdik. Akşam da birlikte oturur, bunların kritiğini yapardık. Her ikisi de haklı olduklarını savunurlardı. Bunca kavgadan sonra “Artık hiç konuşmaz bunlar” derdik ama ertesi gün yine yağlı ballı olurlardı.