Ben öldüm anam

Abone Ol

Dedim ya; “kimimiz yanarak, kimimiz donarak…”

Yıl 1986.

Anam! Dokuz aydır karnında taşıdığın ben, artık kucağında olmak istedim. Kucağının sıcaklığında, o masum yüzüne bakarak uyumayı istedim ve bu yüzden de dünyaya gözümü açıverdim o yıl.

 Ağlayarak geldim dünyaya ama 26 yaşıma geldiğimde seni tarifsiz acıların içinde bırakıp bu defa seni ağlatacağımı nereden bilebilirdim anam? Nasıl ki dünyaya gelmek benim elimde olan bir şey değildiyse, vakitsiz ölüp gitmem de benim elimde değildi ki anam.

Anam! Henüz altı aylıktım ve sen beni emzirirken yüzünün güzelliğine bakıp bakıp gülücükler attığımda, karşılık verdiğin öpücüklerin tadı damağımdaydı düne kadar.

Okula başladığımda benimle aynı sırayı günlerce paylaştığını, sıcaklığının yanımdan eksilmesinden korktuğum yıllarda benden ayrı kaldığın bir kaç saatin özlemini şimdi sana nasıl anlatayım anam? Çünkü ben öldüm anam.

Anam! Benim okumamı en çok sen istiyordun. Yemeyip yediriyor, giymeyip giydiriyor, zaman oluyor; kafamın başka şeylere dağılmaması için yemeğimi bile çalışma masama getiriyordun. “Oğlum benden ne istersen iste, yeter ki vatana millete okumuş yazmış hayırlı bir evlat olarak yetiştirebileyim seni” derdin hep. Ben de senin isteklerini boşa çıkarmadım, senin üzülmeni hiç istemedim anam. Okudum, makine mühendisi oldum. Bir an önce de askerliğimi yapıp iş hayatıma atılmak için askerlik kararı aldırdım.

26 gün önceydi. 10 Ağustos 2012 tarihinde gece saat tam 00.00 da askerlik yapacağım yerin belli olacağı saatti. Öyle bir yoğunluk oldu ki anam, gece saat 03.00 olmasına rağmen internetten cevap alamıyor, askerlik yapacağım yeri öğrenemiyor ve heyecanla çarpan yürek sesimi sana duyurmamaya çalışıyordum. Sen de ağzında duaları saatlerce hiç eksik etmedin o gece. “Allah’ım hayırlısı ne ise onu nasip et oğluma” diye dua ediyordun. Nihayet askerlik bilgilerim saat 03.15’te ulaştı ekrana. Ben Samsun’a oradan da Afyonkarahisar’a gidecektim “Kısa Dönem Asker” olarak. Sevinçle bir birimize nasıl sarıldığımızı hatırlıyorsun değil mi anam” Ben hatırlamıyorum artık. Çünkü ben öldüm anam.

Anam! Hani yemin törenine geldiğinizde bana sarılışın vardı ya anam? İşte o sarılışın bana çok büyük cesaret vermişti. “Oğlum, aslanım, çakı gibi asker olmuşsun” dediydin ya hani?” İşte o cesaretle yeni birliğimde; cephaneyi,  mühimmatı, onların konduğu sandıkları tuttuğum gibi taşıyordum adlarının “iglo” olduğunu sonradan öğrendiğim depolara.

“Haydi aslanlarım, haydi yiğitlerim!” diyerek çalıştırıyordu komutanlarımız. Gece demeden, gündüz demeden çalışırlarmış onlar da…  Görev bitmeden, mesai de bitmezmiş onlar için. Onu da kısa sürede öğrenmiştim anam. Onlar için gece çalışmak, gündüz çalışmak fark etmezmiş. “Askerin mesaisi 24 saatmiş” çünkü. Artık mesai mefhumu da yok anam... Çünkü biz öldük anam.

Anam! Ömrümde hiç görmediğim silahları, adını ve resmini televizyonlardan, gazetelerden gördüğüm bombaları, mermileri taşıyorduk. Ne bileyim anam, birazdan sesini dahi duymadan, ne olduğunu bile anlayamadan, farkına bile varamadan henüz 26 yaşımda, 26 günlük çakı gibi ama acemi bir askerken, şeklini televizyonlardan gördüğüm el bombalarının bana bu oyunu oynayacaklarını”

Anam ne bileyim Kurban Bayramında gelmeyi planladığım iznimi göremeden bu vatana kurban olacağımı... Anam ne bileyim böyle olacağını!

Bilmiyordum anam böyle olacağını... Bilmediğimden sana söz verdim, anam. Bilmediğimden “Kurbana gelirim” dedim. Ne bileyim, ne bileyim anam Kurban Bayramından önce Vatana kurban olacağımı...

Anam verdiğim sözü yerine getiremedim. Anam kendim gelemedim...  Anam hakkını helal et!

Ben öldüm anam.