Merhum Seyyid Ahmet Arvasi  Hoca (D. 15 Şubat 1932 - Ö. 31 Aralık 1988,Türk Milliyetçisi, Toplumbilimci, Pedagog, Mütefekkir ve Yazar), “Ülkücülük; ülkemiz ve yeryüzünde Allah'ın nizamını hâkim kılmak içindir. Kendine metot olarak, Allah ve Resul’ünü ölçü alan bir iman hareketinin adıdır. Ülkücü; egosunu yenen idealisttir. İman, aşk, aksiyon ve karakter adamıdır! Benim milliyetçilik anlayışımda asla ırkçılığa, bölgeciliğe ve dar kavmiyet şuuruna yer yoktur.” Olarak tarif etmektedir.

Rahmetli Seyyid Ahmet Arvasi hocamız başka bir makalesinde  tarihe kayıt düştüğü şekli ile Ülkücüler üçe ayrılır.
1-Ülkücüler,
2-Ülkücü geçinenler,
3-Ülkücüden ve Ülkücülükten geçinenler. Rahmetli hocamız, “Korkarım bir gün ülkücülük moda olacak “ demişti. Günümüzde olduğu gibi.

Rahmetli Galip Edem abi bu hususta yıllar önce güzel bir yazılar yazmıştı. Bu yazılardan alıntı yapacağım

“Samimiyetinizden asla şüphe etmiyorum. “Domuzdan yana” değilsiniz, biliyorum! Doğruluğuna inandığınız fikirlerin ezilmek istenmesine üzülüyorsunuz. Fazilet temeli üstüne kurulacak mesut ve müreffeh bir Türkiye’yi şiddetli özlüyorsunuz. Dâvanızın başarıya ulaşması için sık sık dua ettiğinize, hatta zafer rüyaları gördüğünüze bile eminim. Ama ne yazık ki, bundan başka hiçbir şey yapamıyorsunuz. Mücadele ile yegâne ilginiz “Allah vere de bizimkiler kazansa” diyerek, tehlikeli kulakların duyamayacağı bir sesle dua ederek seyirci kalmaktan ileri gidemiyor.

Tanınmağa cesaret edemiyorsunuz. Saflarınızı kuvvetlendirmek üzere aralarına katılmaktan korkuyorsunuz. Böylece bir çetin dâvanın bütün yükü bir avuç adamın omuzlarına yükleniyor. O bir avuç adam mücadeleyi kazanırsa ne âlâ, avuçlarınız patlayıncaya kadar alkışlayacaksınız. Onları olduklarından daha büyük gösterecek, olağanüstü vasıflar tanıyacak, şımartacaksınız. Ama yenildikleri vakit, ama her yönden saldıran çeşitli düşmanların üstün kuvvetine dayanamayıp ezildikleri vakit hiçbiriniz ortalıkta görünmeyecek, âdeta hep birden “toz” olacaksınız. Artık o yenilmişlerle karşılaşmamak için sokakta yolunuzu değiştirecek, selâm vermekten çekineceksiniz. Yalnızlığın çilesini dolduran, ihanetin ıstırabı ile kahrolan o bir avuç insan yine size darılmayacak, umudunu kesmeyecek. Mücadelesini devam ettirecek.

Rahatınızın kaçmaması, düzeninizin bozulmaması uğruna her şeye katlanacaksınız. Yanlış anlamayın: O bir avuç adam elbette ki, sizin hesabınıza değil, gönül verdikleri bir ülkünün hizmetinde çalışıyorlar. Hak yolunun yolcuları, siz olsanız da olmasanız da, yollarından dönmeyeceklerdir. Yalnız, bir noktayı unutmayınız: Bu oyun daima böyle oynanmaz. İmkânla iman birleşmediği müddetçe dâva kazanılamaz. Kazanılsa bile, zaferde sizin en ufak bir payınız olmaz. Hiç değilse olduğunuz gibi görününüz, bedava ülkücülükten vazgeçiniz. Bu kadarı bile, kazanmasını istediğiniz taraf için bir hizmettir. Sizi hesaba katmamış, yardımınıza bel bağlamamış olurlar. Hep seyirci kalacağınızı, hiçbir zaman sahaya çıkmayacağınızı bilirlerse, ona göre hazırlanırlar.

Sizi haksız bulmuyorum. İnanoğlu’nun önce nefsinin hizmetçisi olduğunu unutmuyorum. Sadece, sırf nefislerine hizmet etmek isteyen bir insanın bile, zaman zaman nefsinden fedakârlık yapmak zorunda kalacağını hatırlatmak istiyorum. Tarih, hiçbir şey kaybetmeyeyim derken her şeyi kaybedenleri çok görmüştür.”

Ülkücünün Çilesi

“Gün olur, ülküsüz insanlara gıpta ile bakasınız gelir. Rahat yaşarlar. Tıpkı Şairin söylediği gibi: “Aklı şuurları vardır, güzel severler. “Bade” içerler ve nihayet göçüp giderler.

Ülkücülerin hayatı bambaşkadır. Sözlüklerinde rahatlık kelimesinin yeri yoktur. Daimi bir mücadele içinde ömür tüketirler. Hemen herkesle, her şeyle zaman zaman çatıştıkları görülür. Arkadaşları ile aileleri ile hatta sevdikleri ile… Belli bir ülkünün esaslarından ziyade politikanın değişen icaplarına uymayı tercih eden kudret sahipleri de sık sık ihtilâfa düşerler. Çok defa, başları belâya girer; gene de sinmezler. Bu halleri “kalabalığa” göre, uslanmamaktır; kendilerine göre de, yılmamak.

Ülkücü, dünya nimetlerinden yana nasipsizdir. Gözü yoktur ki, nasibi olsun. Bir lokma, bir hırka o’na yeter. Paraya karşı o kadar müstağnidir ki; halkın hayretine sebep olur. Herkesin istediğini istemez, ne istediğini de herkes anlayamaz. Kendi zevkleri dışında zevk tanımayanların gözünde “zevksiz” bir adamdır! Küçümserler onu, hayatı anlamamakla, üç günlük dünyanın hakkını vermemekle itham ederler. Böyle davranışlara hiç önem vermez. Elverir ki, inandığına dokunulmasın!

Kalabalığın nazarında o, zavallı bir hayalperesttir. Olmayacak fikirlerin rüyasına dalmış öylece uyumakta, başkalarını da uyumağa teşvik etmekte…

Bir gün fikirlerinin gerçekleştiği görülse bile, O’na karşı hiç kimse “aferin” demez. Üstelik “böyle olacağı zaten belli idi” buyrulur.

Ülkücünün, ülküsü ile münasebeti, hakikî bir aşkta sevenle sevgilinin münasebetine benzer. Hep verir, hiç almaz. Sevgili nazlıdır, sitemi eksik etmez, incinmeğe de hiç gelemez. Diğer sahalarda umumiyetle dikkatsiz hareket eden Ülkücü, sevgili bahis konusu oldu mu baştanbaşa hassasiyet kesilir. Şahsına fenalık yapanlara pek aldırmaz ama ülküsüne yan gözle bakanlara tahammülü yoktur. Sadakati için karşılık beklemez, mükâfat istemez, bir garip kişidir… Ülküsüne hizmet edenlere son derece hürmetkârdır. Gerçek âşıklar gibidir; kıskanmaz. Sevgilinin sevildikçe güzelleşeceğini bilir. Sevmenin gururu yegâne süsüdür.

Ülkücünün en çok dinlediği “nasihattir”. “Yapma derler, hayatını heba etme derler, gününü gün et derler”. O kadar çok şey söylerler ki, hiç bitmez. O hepsini dinler, ama hiçbirini tutmaz, gene bildiği gibi yaşar.

Ülkücülerin en amansız düşmanları “eyyamperest”lerdir. Menfaatlerine tapan bu adamlar, daha çok kazanmalarına, daha rahat yaşamalarına mâni olacak sanırlar da, ülkücüyü hep ezmeğe çalışırlar! Ne garip tecellidir ki, ülkücünün gayretlerinden en çok faydalananlar da “eyyamperest”lerdir.

Gün gelir, ecel hükmünü icra eder, ülkücü dünyasını değiştirir. Kalabalık o’na acır, daha iyi yaşamış olmasını temenni eder. Hâlbuki o, inançları uğrunda yaşamanın hazzını tadamadıkları için ömrü boyunca “kalabalığa” acımıştır.

Gerek Seyyid Ahmet Arvasi hocamız, gerekse galip erdem abi, yazdıkları güzel yazılar ile istikametimizi çizmişler, safları belirlemişlerdi.

1970 Yıllarda bir teori ortaya koymuş, onu fiili olarak ta hayata geçirmiş bulunan ülkücüler, geçen zaman içerisinde, parçalanmalar, bölünmeler, farklı dava anlayışları sebebiyle tabir caizse kırk parçaya bölünmüşler. Sağda ve solda hangi siyasi partiye gidecek olursanız mutlaka bir ülkücü karşılaşıyorsunuz. Sistemle kavgalı, “kavgamız vurguncu düzen ile “ diye yola çıkan bir camia sanki düzene entegre olmuş gibi. Yoksa ben böylemi anlıyorum.

Bu çağda ülkücü olmak zor olsa da, “bedava ülkücülük” aldı başını gidiyor.

İnşallah uğruna binlerce şehit vermiş, geride gaziler, çilekeş analar-babalar bırakmış bir camia titreyip bir gün kendine gelir.

Umudumu ve inancımı kaybetmedim. Bekleyip göreceğiz. “Görelim Mevla’m neyler, Neylerse güzel eyler.”

Baki selamlar.

Kaynak: Ülkücünün Çilesi, Galip Erdem, Ötüken Yayınları,11.Basım