BAYRAM

Abone Ol

Senin hiç ‘cizlevit’ lastiğin oldu mu sabaha kadar düşman hududu bekleyen Mehmetçik gibi gözlerini kırpmadan sakladığın yastığının altında. Kokusunu çektiğin ciğerlerine vatan, yar özlemi gibi. Sen bayram deyince ne anlarsın? Ana, sevgili, oğul, kutlu bir gün, kavuşma sevinç nöbeti… Peki, senin için cizlevit, uğur, lastikleri, alaşeker, kaba ekmek, bir dilim portakal bir şey ifade eder mi? Bekledin mi aylardır görmediğin babanı, âbini. Amcanı, dayını? Söyledin mi arkadaşlarına babam gelince sana alaşeker, portakal vereceğim diye? Söz verdin mi arkadaşlarına? Ya babanın amcanın dayının vs… sana ne getireceklerini bir bir saydın mı mahalle çocuklarına? Babanın bazen aylar sonra iş bulamayıp doğru düzgün para kazanmadan dönüşünden sonra günlerce sokağa çıkamayıp, hüzün nöbetleri tuttun mu.

           İyi günlerin, etrafındaki durumları sizden daha kötü olanlara karşı anlık ve mevsimlik bir karış ilerleme, bir eski mintandan ibaret olmasına rağmen günlerce kas kas kasıldın mı mahallenin daracık sokarlında? Ya hızını alamayıp komşu mahallelerde sırf bu iğne deliği kadar üstünlüğüne gıpta edecek birilerini bulmak için cirit attığın günlerin oldu mu? 

           Sen yufka ekmeğin bir şemsiye gibi ağaçların başında açtığını sananlardan mısın yoksa? Elmanın, kirazın, dut’un ağacını, sofrana gelen cennet kokusu meyvelerden derlenmiş yeşilliklerin nerde nasıl yetiştiğini bilir misin? Kuzukulağı senin için bir şey ifade eder mi? O senin ağaçtan koparıldığını sandığın ekmeğin içine dürülünce bazen nasırlı bazen de sırlı minik ellerin içinde ne kadar iştah açıcı durduklarını?  

         Cizlevit’ ulusal bir markadır belki ama ‘uğur’ lastikleri bir başka ısıtır insanın ayağını, buz kesen zemheri soğuklarında. Yazında sudan çıkmış gibi terden ıslanan ayaklarının ayakkabının içinde sabit durmasını sağlar hiç olmazsa. Sen bilir misin bayram kaçar lastikler uçar diye o güne kadar benzeri görülmemiş upuzun bir gecenin sabahını beklemenin hayatın en zor anlarından biri olduğunu?

             Sevinç, insandan insana, cinsten cinse yaştan yaşa değişkendir. Kimimiz geçmişimizi, bir sevdiğimizi görmek uğruna tüm varlığımızı gözümüzü kırpmadan heba etmeye çoktan hazırken, kimimiz de geçmişle olan tüm bağlarını koparmak için nice hayatları feda ederler...

            Sevinçlerimiz ve kederlerimiz yerle gök kadar uzak, en acımasız düşman gibi tuzak hayatlarımız da. Kimimiz gecenin siyahlığını şafağın aydınlığına, kimimiz seherin serinliğini temmuzun kuraklığına tercih ediyor. Ağustos, çatlatacak dudak bulamazken sehtiyan suratlarda, mevsimler eski randımanını alamamanın keder ve sevincini bir arada yaşamaya çalışıyor.  Ne dünkü sevinç sevincini hatırlıyor, ne bu günkü neşe sevincin varlığından haberdar. Dünün neşeleri bu güne yavan bu günün sevinçleri dünümüze yaban gibi duruyor aralıklarda.

            Kapı tokmakları yerlerini modern elektronik cihazlara terk ederken bir şeyler değişmiş insanlığın hayatında adeta. Yeryüzüne niçin geldiği unutan, kaybeden, çaldıran insanoğlu doğal afetler serüvenine kendini kaptırmış gözükoyor. Yaratılış hedefinde gün begün uzaklaşan, cürümde küçük, amelde ve fikirde büyük işler yapabilme becerisi kendisine verilen insan, evrenin çivisini çıkarmak için olanca gücüyle enerjisini harcamaktadır. Önüne kattığı kâbusun farkına varmadan kendi kuyusunun peşinde gölgesini önüne alarak ilerleyen insan, enbüyük ihaneti acımasızca kendi kendine yaptıktan sonra hızını alammış şimdide etrafında ne varsa acı poyraz gibi onları da dört tarafa savurma peşinde.

          İnsanlık, kendi boğazına geçirdiği idam ilmiğini diğer canlıların da boğazına geçirmeden giderse gözlerinin açık kalacağı vesvesesine kapılmış görünüyor. Sahtekârlık ta masumiyet sınırları tanımayan insan bu bulaşıcı hastalığına kuşları da alet etmiştir. Kuşların kanat seslerine hayal dünyalarında bile yer veremeyen insan, şimdi onların seslerini kapı tokmakları yerine yerleştirmiştir, dün nice ormanları yok edip yaktığımız, içinden bir parçasını kapı totmağı yaptığımız gibi. 

              Ağustos sıcağında ‘ellik’ ve ‘orakla’ normal şartlarda bir insanın düzayakta durması bile mümkün olmayan, ancak kır keçilerin rahatça dolaşabileceği tepelerde oruç tutarak ekin biçtikten sonra iftar yapmanın ne demek olduğunu bilir misin? Gündüzün yetmiyormuş gibi birde tok karına biraz çalışayım diyerek gecenin de dörtte üçünü çalışarak geçirdikten sonra kazancın dört çuval un bir çuval bulğurdan başka bir şey olmayacağını düşüne düşüne geçirdiğin o çeyrek gecenin ne anlama geldiğini? Katık yerine şehir ekmeğini yufka ekmeğine dürüm yapıp yeme zevkine erdin mi? Ya sokağa atılan portakal kabuklarının kimsenin görmediği yerde içini etenlerini kemirmenin lezzetine?

             Camdan bakınca bahçede oynaşan bir çift serçe kusuşunun, kedi yavrusunun, akşamki suladığın saksıdaki çiçeğin dalarının tomurcuklanmasının sana bir şeyler söylediği ol mu günün birinde? Yüzünde sevinç haleleri okyanuslar kadar genişledi mi küçük bir çakıl tanesinin ardından. Sen site çocuğu, apartman delikanlısı, kanlısı, önüne konulmuş elektronik cihazlardan, sağdan soldan çalarak bir araya getirip arkadaşlarına gönderdiğin birkaç kuru sözcükten ibaret mi sanıyorsun bayramları? Söyler misin kaç el öptün bundan önceki bayramlarda ve bu bayramda kaç el öpeceksin? Ellerin öptüğün insanların yüzlerindeki ifadeler bir şeyler ifade ederler mi sana? Yoksa arabanın modeli yenilenmedi diye yasta mısın? Yas tutmasını beceremeden, plastik saksılardaki uzak görünümlü, yakından tiksindirici yapma çiçekler gibi, sahte yüzlere tutturulmuş uydurma yamalar gibi duran yapay kahkahalarla.

              Sahi sen bayram nedir bilir misin? Hiç cizlevit lastiğin oldu mu 'arefe' geceleri bazen yastığın altına bazen de kucağına alarak yattığın sımsıkı tutarak? İçine çekerek kokusunu bir hasret, bir yar, bir diyar özlemi çeker gibi kokusunu. O seni özledi mi senin onu özlediğin kadar? Sevdaların yalan olmadığı yıllarda alınan bir mendil gibi yürekten sevenlerden…