Sayın Başbakan belli etmemeye çalışsa da son derece yorgun, bitkin ve çökkün görünüyor. Eğer düşünmeye vakti varsa, başını iki elinin arasına koyup saatlerce düşünmesi lâzım; ne günah ettim de bunları yaşıyorum diye?
Sorusunun cevabını da her zaman referans olarak gösterdiği Kur'an'da ve sünnette aramalı.
Biraz yardımcı olayım:
Yüce dinimiz emaneti ehline teslim etmeyi emreder. Ehil olan insan Müslüman olmasa bile!
Kuran'da yöneticilerin adil olması emredilmiştir. Adil bir yönetici benden olanolmayan ayırımı yaparak kendisinden olanın her yaptığını mubah görüp diğerlerini dışlayamaz.
Adil yönetici mazlumların yanındadır. Zalimlerin değil!
Tıpkı Hz. Ömer gibi, Dicle kenarında bir kurt kapsa bir koyunu, adli ilahinin bunun hesabını kendisinden soracağını bilir, ona göre hareket eder.
Bunları yapmadı mı diyeceksiniz? Hayır, yapmadı, belki de yapamadı?
Pek çok kurumda, kurumların başına getirdiği insanlar terör estirdi, zulüm kol gezdi. Bunların günahı elbette Başbakan'a yazıldı.
Liyakatli kişiler harcanırken, itilip kakılırken, sırf bizden diye atanan ehliyetsiz ve liyakatsiz insanlar sadece kurumlara değil, herkese zarar verdi. Kul hakkı ihlâlinin haddi hesabı belli değil.
Uzağa gitmeyelim. Mensubu olduğum Selçuk Üniversitesi'nden birkaç örnek veriyim.
Cemaat desteğiyle Rektör olan ve sonra da AKP'nin desteğini güçlü bir şekilde arkasına alan Süleyman Okudan döneminde, hak ettiği halde pek çok öğretim elemanına kadro verilmedi. Başarılı insanlar üniversiteden uzaklaştırılırken liyakatsiz ve ehliyetsiz insanlar olmadık görevlere getirildi.
İntihalciler (başkasının eserini araklayanlar) ödüllendirilip hızla yükseltilirken, intihalciyi şikâyet edenler hakkında soruşturmalar açıldı, suç duyurularında bulunuldu. Sadece kendisi ile değil, eşleri ile de uğraşıldı, masum insanlar intiharın eşiğine getirildi.
İntihalden mahkûm olanlar etik kurulda görevlendirildi.
Atamalarda usulsüzlükler yapıldı, aynı kadroya müracaat eden diğer adaylar tehdit edilerek müracaatlarını geri çekmeleri sağlandı.
'Başkası müracaat etmesin' diye kişiye özel kadrolar ilan edildi, ilanlara, alınmak istenen kişilerin tezlerinin isimleri yazıldı.
Not ortalaması, ALES'i, dil puanı yüksek olan adaylara mülakatta çok düşük puanlar verilip elenirken, zayıf olan adaylar asistan yapıldı.
Bazı yöneticiler, ayırımcılık, görevi kötüye kullanma ve resmi evrakta sahtecilik suçlarını işledikleri iddiası ile YÖK'e şikâyet edildi. Delil olarak mahkeme kararları, bilirkişi raporları, belgeler ve tanık olarak da pek çok öğretim üyesinin ismi YÖK'e bildirildi. Bu yöneticilerin içinde Rektör, Rektör vekili ve bir Dekan vardı. YÖK, iki müfettiş gönderip olayı araştırmak, şikâyetçi ile tanıkların ifadesini alıp gereğini yapmak yerine neredeyse bir yıl bekledikten sonra müştekinin dilekçesini Rektör'e gönderdi. Şikâyet edilen Rektör Süleyman Okudan, yardımcısının başkanlığında bir inceleme komisyonu kurarak, şikâyet edilen Dekan'ın da gayretleriyle olayı kapattı. Yani hiçbir hukuk devletinde olmayacak bir şey oldu, Rektör'le ilgili incelemeyi Rektör Yardımcısı yaptı, şüpheli olarak sorgulanması gereken Rektör, kendisi ile ilgili kararı emri altındaki yardımcısına verdirtti.
Süleyman Okudan, Okyanus operasyonunda gözaltına alındı, görevden alınmak, en azında açığa alınmak yerine himaye edildi. Çünkü cemaat görevden alınmasını istemiyordu. Hapishanede altıncı ayını doldurmak üzere iken tahliye edildi, koltuğuna tekrar oturdu. Altı ay dolsa Rektörlüğü düşüyordu.
Çok içmek ve küfür etmekle şöhret bulmuş Okudan (kendisi bu yönünü asla gizlemediği için takdir etmek lâzım), cezaevinden çıkarken cemaat ağırlıklı yandaşları tarafından peygamber karşılar gibi karşılandı, ayağının önünde kurbanlar kesildi.
Bunlar Selçuk Üniversitesi'nde o dönemde yapılanların belki yüzde biri.
Diğerlerinde durum farklı mı, hayır?
Beşinci sırada seçilen aday, Cumhurbaşkanı Gül tarafından Gazi Üniversitesi'ne rektör olarak atandı.
Koskoca Karatay Üniversitesi bir AKP milletvekilinin hırsına, egosuna teslim edildi. Yüzlerce öğrencinin hakkı ihlal edildi, edilmeye de devam olunuyor. Sayın vekilimiz hiçbir resmi görevi kalmadığı halde giderayak atadığı yöneticiler eliyle (bunlardan biri AKP İl Başkan Yardımcısı) üniversitede at oynatıyor. Üniversitenin gerçek sahibi KTO, sadece para veriyor, geçici işçi bile alamıyor.
Ya diğer kurumlar? Hemen her kurumda benzer sıkıntılar var. Mazlumların feryadı Arş-ı Alaya yükseldi, ama Başbakan duymadı.
Oysa Dicle kenarında kurt tarafından kapılan kuzunun feryadını duymak zorundaydı.
Onca mazlumun ahı ve gözyaşı, zalimi de, zulme seyirci kalanı da ondurmaz.
Keşke Başbakan sadece çevresindeki dalkavukların değil, muhaliflerin de sesine kulak verebilseydi.
Keşke Başbakan kendisine oy vermeyen ama kendisi ile aynı Allah'a, aynı peygambere inanan, aynı kıbleye yönelen herkesin, hatta dinsizlerin dahi başbakanı olabilseydi.
Belki o zaman mazlumların ahından arş titremez, bu olanlar da başına gelmezdi.