Başlıktaki söz, mütefekkir, yazar, çevirmen ve sosyolog Hüseyin Cemil Meriç’e ait. (12 Aralık 1916, Reyhanlı, Hatay - 13 Haziran 1987, İstanbul).

Hüseyin Cemil Meriç, başta dil, tarih, edebiyat, felsefe ve sosyoloji olmak üzere sosyal bilimlerin birçok alanında araştırma yapmış ve yazılar kaleme almış bir düşünce adamıdır. Telif ettiği 12 eseri ve tercümeleriyle Türk edebiyatında önemli bir yeri olduğu kabul edilir. Gençlerimiz ne kadar tanır? Hangi eserlerini okudu? Bilemiyorum ama en azından derin ufuklar açacak eserlerinden bazılarını aşağıda yazmak istiyorum.

İnceleme: Hint Edebiyatı (1964), Saint Simon İlk Sosyolog, İlk Sosyalist (1967), Bu Ülke (1974), Umrândan Uygarlığa (1974),  Bir Dünyanın Eşiğinde (1976), Işık Doğudan Gelir (1984), Kültürden İrfana (1985)

Deneme: Mağaradakiler (1978), Bu Ülke (1985)

Günlük: Jurnal (1992)

Diğer Kitapları:

Kırk Ambar (1980), Bir Facianın Hikâyesi (1981), Sosyoloji Notları ve Konferanslar (1993)

***

Ülkemizde, “bilenlerden daha çok oranda bilmeyenlerin konuştuğu, tartıştığı iki konu başlığı vardır. Din ve Tarih. Maşallah bu konularda herkes uzman. Bir konuşmaya başladılar mı sular seller gibi konuşurlar.

İkisi de bizim açımızdan hassas, dikkat edilmesi konular ama gel gör ki, gerek sosyal medyada gerekse görsel basında en çok konuşulan alanlar.

Dinimizi de, tarihimizi de ne kadar bildiğimiz meselesi, garip bir soru gibi görünse de, gerçekte sorgulanması gereken bir konudur.

Bir toplumun geçmişte yaşadığı olayları, atlattığı badireleri doğru olarak bilmesinin, ileriye yönelik doğru kararlar almasında önemli katkısının olduğu çok taraftar bulan bir düşüncedir.

Ne yazık ki sağcı, İslamcı, liberal, solcu, sosyalist, Marksist görüşlere sahip uzmanlarımız tarihimizi farklı şekilde anlatıyorlar.

Osmanlı'nın yıkılış süreci, Ermeni Tehciri, Kurtuluş Savaşı, Atatürk-İnönü-Menderes-Demirel-Özal dönemleri, askeri darbeler, Kıbrıs davası vb. gibi konularda sağdan sola çok zıt fikirler ortaya dökülmektedir.

Bazı uzmanlar/tarihçiler 'Türklerin tarihlerini kayda geçirme konusunda çok ihmalkâr olduklarını, Orta Asya'da yaşadıklarımızı Çinli tarihçilerin yazdıklarından öğrendiğimizi, Türk (türük, törük) sözcüğünün de Çince ‘de savaşçı, yırtıcı, vahşi, kural tanımaz, kuvvetli ulus, zorba anlamına geldiğini de” söylerler.

Gerçekten de tarihimizi, geçmişimizi yazıya dökme, başımıza gelen felaketlerden ders alma konusunda yetkin olduğumuz pek söylenemez.

Liberal ya da sol görüşlü tarihçiler Osmanlıları katil, yağmacı, hırsız, vurguncu, anti demokrat, Türklük düşmanı, bilimden uzak, soykırımcı, bağnaz, zevk-ü sefa içinde yaşayan bir kitle olarak sunmayı tercih etmektedirler.

İslamcı ya da sağ görüşlü tarihçiler ise Osmanlı'yı göklere çıkartırken Cumhuriyet dönemini sahte, yalan, faşist, dinsiz, anti demokrat, zorba, din düşmanı, uydurukçu, niteliksiz, başarısız şekilde lanse etme yolunu seçmektedirler.

Türkiye'de yaşayanların milli, kültürel, ticari, ekonomik, dinsel, siyasal, etnik, bilimsel tarihini doğru biçimde ortaya koyabilmiş bir kaynağa o kadar çok ihtiyaç var ki…

Onun içindir ki gerek milli tarihimizi gerekse İslam tarihini hiçbir ideolojik saplantılara kapılmadan bütün detayı ile öğrenmek ve öğretmek hepimizin asli görevi olsa gerek.

Tarihi cehalet insanları köleleştirir, bağımlı yapar; el-etek öptürür ve dilendirir. İnsanlar tarihlerini bilmeyince, fırsatçı sömürücüler onların bu zaaflarından faydalanmaya çalışırlar. Bu konuyu açıklamak üzere, aşağıdaki misal ne kadar manidardır:

“Hicri 447 senesinde, Yahudilerden bir grup, Hayber Yahudilerine ait bir vesikayı öne sürerek Hz. Peygamber S.A.V) ‘in Hayber savaşında kendilerini cizye vermekten muaf tuttuğunu iddia ettiler. Söz konusu vesika, devrin büyük âlimi Ebu-Bekr el-Hatib’e gösterildi. Ebu-Bekr el-Hatib, vesikayı okuduktan sonra düşündü ve “bu uydurma bir belgedir” dedi. Fakat ilgililer delilini istediler.(Tarihi çok iyi bilen) o âlim dedi ki: ” Bu vesikada Muaviye’nin şahitliği var. hâlbuki Muaviye, Hayber savaşı sırasında henüz Müslüman bile olmamıştı. Muaviye fetih senesinde (Mekke’nin fethinde) Müslüman oldu. Hayber’in fethi ise bir sene önce yani hicri 7.senesindedir. Aynı şekilde Sa’d b.Muaz’ın şahitliği gösteriliyor ki, o da Hayber’in fethinden iki sene önce Benu Kureyza Gazvesinde ölmüştü” bunun üzerine Yahudilerin vesikasının uydurma ve cizyeden kurtulmak için bir bahane olduğu, Müslümanları kandırmayı amaçladığı ortaya çıktı.”

Vesikayı tetkik eden ulema bununla yetinmeyip, vesikanın üzerine uydurma olduğunu belirten bir ifade ekleyip sonrada isimlerini yazıp mühürlediler. İşte bunu, tarihi bildikleri için yaptılar. Tarihi bilmeselerdi, Yahudilerin oyununa geleceklerdi. Tıpkı bükünki Müslümanların onların oyunlarına geldikleri gibi. 

Sömürü mekanizmasında tarihi olgular çok önemlidir. Öyle tarihi olaylar vardır ki, bazı görüşleri kabul ettirme, kamuoyunu yanlış yönlendirme ve nihayet bunun neticesinde de tarihi hadiseleri çarpıtarak bazı zümrelere çıkar sağlanmak istenir. Bunun en canlı örneği, son dünya savaşında Almanların Yahudilerle olan ilişkileridir…”  ( Daha geniş bilgi için: İhsan Süreyya Sırma, Müslümanların Tarihi 1, Beyan Yayınları, 4.Baskı)

Tarih bir silahtır. Geçmişi kavrama şeklimiz bugün nasıl hareket edeceğimizi etkiler. Bu nedenledir ki tarih aslında siyasi ve tartışmalı bir alandır.

Bugüne (bugünün krizlerine ve devrimlerine) dair tüm bilgimiz ister istemez tarihseldir. Onlarca yılın birikmiş bilgisine başvurmadan bir bilgisayar imal etmemiz nasıl mümkün değilse, geçmişe başvurmadan dünyamızı anlamamız da söz konusu olamaz.

İbn Haldun diyor ki :  ( 27 Mayıs 1332, Tunus – 19 Mart 1406, Kahire, Modern tarih yazımının, sosyolojinin ve iktisattın öncülerinden kabul edilen 14. yüzyıl düşünürü, devlet adamı ve tarihçisi. Ayrıca İslam âleminde Liberalizm ilkelerini kitaplarında bulunduran ilk Müslüman düşünür.) ” Bir milletin gelecekte ne yapacağını anlamak için geçmişte yaptıklarına bakmak gerekir. Geçmişler geleceğe, suyun suya benzemesinden daha çok benzer. “

Tarihin tekerrür etmemesi için, tarihi herhangi bir taassuba düşmeden yalın hali ile öğrenip anlamak gerekir.

Doğru kaynaklardan karşılaştırmalı okumak ve araştırmak en doğru yöntem olsa gerek. Tarihini bilmeyen ve anlamayan milletleri Cemil Meriç üstadın dediği gibi "Aydınların aydınlatamadığı halkı, soytarılar aldatır."

Ne aldatanlardan olacağız ne de aldananlardan olacağız. Hak, hakikat ve bilimin ışığındaki cihanşümul değerler kılavuzumuz olsun.

Baki selamalar.