Gazetecilik mesleğine başladığım ilk yıllarda, kaybolmaya yüz tutmuş mesleklerle alakalı bir haber yapmam istenmişti. Aziziye Camii'nin hemen yakınlarında bir bakır kalaycısı vardı. Bundan 7-8 yıl önce bakır kalaycısı ile görüştüm. 

İlginç bir iş... Güzel bir zanaat. Hoşuma gitti ve adamı uzun bir süre izledim. 'Mesleğiniz kaybolmaya yüz tutmuş, doğru mu?' diye sorduğumda hiç düşünmeden 'evet' yanıtını vermişti kalaycı. 

Eskiden mahalle mahalle gezip bakır kapları, kazanları, tencereleri, güğümleri kalaylarlarmış. Sonrasında bakır eski şaşaalı dönemini kaybetmiş. Eskisi kadar iş yapamamaktan yakınıyordu. 

Aynı yıllarda yine aynı bölgede bulunan bir saraçla görüştüm. Binicilikle ilgili malzemeler satıyordu. O da mesleğine eski rağbetin olmamasından yakınmaktaydı. Köylerden, eşeğe semer almak için gelenler oluyormuş. Bu söylediğim de yine 7-8 yıl öncesinde yaşanan olaylar. 

Mesleğin son temsilcileri olan bu insanlar halen aynı yerlerde işlerini yapıyorlar. Allah çarşılarına pazar versin... 

Ne kalaycı eskisi kadar kalaylayabiliyor, ne de semerci ürettiği semeri satabiliyor.

Geçtiğimiz günlerde Başbakan Ahmet Davutoğlu, katıldığı bir programda esnaflara ilişkin müjdeli haberlerini ardı ardına sıraladı. Salonda bulunan esnaf ve zanaatkarların temsilcileri de Başbakan'ın bu hareketini memnuniyetle karşılayıp, duydukları memnuniyeti alkışları ile kendisine iletmeye çalıştı. 

Bir küçük esnaf çocuğu olarak, küçük yaşlarından itibaren babasının yanında bulunmuş ve esnaflık kültüründen az biraz da olsa bir şeyler kapmış biri olarak, esnafın sorunlarını daha iyi anlayabiliyorum. Başbakan'ın orada söylediği küçücük müjdeler, esnafı sevindirmeye yetiyor. 

Ama hangisinin öncelenmesi gerektiği konusunda esnafların bakış açısı Başbakan'ınkinden biraz farklı.

Mesela, alışveriş merkezlerinde kaybolmaya yüz tutmuş meslek dallarına yer verilecek olmasından daha önemli konular var esnafın düşüncesine göre. Bir esnaf çocuğu olarak, devasa alışveriş merkezlerinin bünyesinde ihtiyaç duyulan her şeyi bulundurmasına ben karşıyım. 

Nerede kaldı ahilik, nerede kaldı esnaflık...

Şimdi kendinizi bir alışveriş merkezinin kapısından içeriye girmiş olarak düşünün. Farkına varmadan, o kapıdan ve güvenlik noktasından geçtiğiniz andan itibaren büyüleniyorsunuz. Dışarıdaki hava sıcaklığı ne olursa olsun, içeride sizi oraya kilitleyecek en uygun hava sıcaklığı hakim. Ağustos sıcağında da, zemheride de oradaki hava sıcaklığı değişmez. 

Sonra ışıltılı vitrinler hemen gözünüze çarpar. Bu arada etrafınızda hiç saat göremezsiniz. Zamanın ne kadar hızlı geçtiğinin dahi farkına varamazsınız. Çünkü içerideki ışıklandırma hep aynıdır. İşinizi bitirip dışarı çıktığınızda bir de bakmışsınız ki, akşam olmuş, hava kararmış...

Sonra gıda alışverişi için ilgili reyonlara yöneldiniz diyelim. İhtiyacınız olacak temel gıda maddelerinin hiçbiri göz önünde değildir

Bir yerlere kıstırılmıştır. Onu ararken de lüzumlu lüzumsuz birçok şeyi market aracınızın içerisine doldurursunuz. Ancak kasaya vardığınız zaman aklınız başınıza gelir. Lakin geri dönüşü yoktur.

Şimdi bunları niye anlattık?

Bakkal Hüseyin amcanın samimiyetini bulamadığınız alışveriş merkezlerindeki görsel ve zihinsel oyunun bir nebze olsun farkında olabileceğiniz düşüncesiyle anlattık. 

Ayrıyeten, böyle bir ortamda modern çizgilerle bezenmiş devasa alışveriş merkezinin bir kenarına kalaycıyı, bir kenarına da semerciyi yerleştirdiniz diyelim. 

Kalay için yakılan ateş körüklendikçe, bunun dumanı nereye gidecek? O alışveriş merkezine gelen kaç kişi buradan evindeki bakır kapları kalaylatacak?

Sonra semerci, ürettiği semerleri bu alışveriş merkezinde kime satacak?

Pazarı ve piyasası olmadığı için zaten oraya ait olmayan bu insanlar çok kısa bir süre içerisinde oradan kaçacak. Sırtındaki bir kamyon borç da yanına kâr kalacak...