Duyu organlarımız sayesinde çevremizde yaşanan olayları anlamlandırma gücüne sahibiz, bunu algılama yoluyla gerçekleştirebiliyoruz. Teknoloji çağında yaşadığımız şu dönemde bilgiye ulaşmak çok kolay ve hızlı. Bu kolaylığın sağladığı çeşitlilikle doğru bilgiye ulaşıp ulaşmadığımızdan emin olmak ise bizim kişisel yeterliliğimize bağlı. Eğer bilinçli tüketici olup edindiğimiz bilgilerin ne kadarının gerçeği yansıttığının ne kadarının bizi etkilemeye çalıştığının farkında olursak, yönlendirilmemizde bir o kadar zor olacaktır.

1920’lerden bu yana algı yönetimi ticari olarak kullanılmaktadır. Algı yönetiminin çıkış noktası hala amacından sapmadı. Günümüzde satışta, pazarlamada, reklamcılıkta, halkla ilişkilerde ve siyasette uygulanan etkili bir strateji yöntemi olarak kullanılmaya devam ediyor. Algılarımız dönemseldir, fiziksel veya ruhsal durumumuza göre farklılıklar gösterebilir, duruma göre değişebilirler. Algı yönetimi de dönemlere göre farklılık göstermektedir. Geçmişten günümüze Amerika ve Hitler Almanya’sı algı yönetimini oldukça etkili ve başarılı bir şekilde kullanmıştır. Önceden daha çok siyaset üzerinden yapılan algı yönetimi, şimdi markaların ilgi odağı. İnsanları etkilemek için onlara bir şeyi zorla yaptırmak yerine ikna yoluyla hedefe ulaşmak uzun vadede kalıcılığı sağlar. Markaların istediği de tam olarak bu. Algı seçmeyi sever. Eğer insanlara soru sormak yerine seçenek sunarsanız, soruyu düşünmek yerine neyi seçeceğine karar verir. Medya ipin ucunu tam olarak burada yakalamış olacak ki envaiçeşit kanal yoluyla mesajını insanlara ulaştırıyor. İnsanlarda bu mesajlardan birine maruz kalmadıysa, ötekine mutlaka maruz kalıyor.

Toplum olarak iletişim eksikliğinden kaynaklanan birçok sorun yaşıyoruz. Medya bu eksikliğimizden yola çıkarak, zamanımızın çoğunu ayırdığımız mecralara bizi alıştırdı. Peki, bunu nasıl sağladılar? Reklam yoluyla tüketim toplumu oluşturmaktan başlayıp, değişen toplum yapısıyla yalnızlaşan bireyleri, sosyalleşme adı altında sosyal paylaşım platformlarına yönlendirerek asosyal çevreyi oluşturdular. İnsanlar televizyon başında saatlerini harcarken, fark etmeden medyanın verdiği onlarca mesaja maruz kaldı. Reklamlar yoluyla gerçek olmayan yapay ihtiyaçlarımız oluştu. Bu ihtiyaçları gidermek içinde medyanın yönlendirmesine tabii tutulduk. Sürü psikolojisinden yola çıkarak medyanın isteklerine boyun eğdik.

İnternetle 1995’te tanıştık. Algının tarihi internetle kesiştiğinden bu yana tüm zamanların en etkili algı yönetimi medyanın eline geçti. Önceleri lüks bir kavram olarak bilinen internet, şimdi günlük yaşamımızın bir parçası haline geldi. Geleneksel medyanın yetersiz kaldığı noktada ise sosyal medya devreye girdi. Sosyal medyanın gelişmesiyle ve markaların bilinçlenmesiyle daha geniş kitlelere, az maliyetle ulaşarak, oluşturulmak istenen davranışları bireylere kabul ettirmek sıklıkla kullanılmaya başladı. Algı, medya kanallarıyla markaların ürünlerini satın aldırmaya yönelik davranış oluşturmasından ziyade, bilgilerin çarpıtılmasıyla oluşturulmak istenen kaos ortamını da meydana getirdi. Son zamanlarda sürekli değişen gündem üzerine her kafadan bir ses çıkıyor. İnsanların bu yığılma içerisinden doğru bilgiye ulaşmaları ise hiç kolay değil. Kaynakları belirtilmeden ortaya atılan her iddia, çeşitli algı operasyonları hedef kitleleri etkilemeye yetiyor. Hızla yayılan asılsız bilgiler her yerde karşımıza çıkıyor ve bütün bu anlaşmazlığın içinde gerçekler bir anda yönetenlerin istediği oluyor. Bilginin doğruluğunu sorgulamak yerine, var olan bilgiyi tartışırken buluyoruz kendimizi. Algı yönetiminin başarılı olabilmesi için en temel ihtiyaçta bu değil midir zaten? Gündemi oluşturmak, onu kontrol altında tutmak ve tekrar edilmesini sağlamak. Steve Jobs “İnsanlar çoğunlukla siz onlara gösterene kadar ne istediklerini bilmiyorlar” sözüyle, insanları kontrol etmenin aslında ne kadar basit olduğuna ışık tutmuştur. Evet, bilgiye aç bir toplumuz ama bu açlığımız eksik bilgiden kaynaklanmıyor, bilinçsizlikten kaynaklanıyor. Bizim bilinçlenmeye ihtiyacımız var, yönlendirilmeye değil.