Meyvedir, sebzedir ilk çıktığında ucuzuna pahalısına bakmadan pazardan almak, âdetiydi bakırcı Hasan Usta’nın. Bahar gelip erik, yenidünya, çilek; kış yaklaşıp portakal mandalina ya da kabak patlıcan sebze türleri daha kendini gösterir göstermez kadınlar pazarından alışveriş yapılır eve gönderilirdi. Tabi şimdiki gibi kış aylarında domates salatalık biber bulunması gibi bir durumun söz konusu olmadığı yıllardı. Alınacakları söyleyip cebine parayı koyduğu kalfa, elinde sepet ile pazarın yolunu tutardı. Hiçbir gün liste yazmaya ihtiyaç duymamıştı ustanın en güvenilir kalfası. Zehir gibi zekâsı ile bir kez bile ne bir eksik ne bir fazla alışveriş yapmamış, harfiyen kendisinden istenenleri haftada en az iki gün kadınlar pazarından sepete doldurup ustasının mengene yolundaki evine taşımıştı. Tabi bazen ağırlığından dolayı taşımakta zorluk çektiği sepeti haliyle sürüklemek zorunda kalıyor, bu da iki üç ayda bir pazar sepetinin değişmesine sebep oluyordu.

Zaman zaman Aksatayı yapıp eve taşımakta zorlansa da  birkaç saat de olsa dükkânın isinden pasından çıkıp alışveriş yapmaktan mutlu oluyordu. Yalnız kafasını kurcalayan bir şey vardı ama buna bir türlü cesaret edemiyordu. Ee, çatık kaşlı sert bakışlı Hasan Usta’ya bırak soru sormak yaklaşmak bile kolay değildi. Sabah erkenden janti kıyafetinin üstüne çektiği önlüğüyle oturduğu tezgâhın başında elinde çekiç, akşama kadar bakır levhalara şekil vermekten başka bir şey düşünmezdi. Üstelik akşam olup önlük üzerinden çıktığında bir çimke dahi kıyafetine siyahlık bulaştırmadan dükkânı kapatacak kadar titiz bir insan olarak bilinirdi.

Bir sabah her günden daha erken geldi dükkâna. Ablası evlenecekti ve ona kendi yapacağı bakır güğümü hediye etmek istiyordu. İstiyordu istemesine de elinden ilk defa güğüm çıkacaktı. Bu yüzden de çok heyecanlı bir şekilde çalışmaya başladı. Bir süre sonra usta kapıda göründü ve körüğün başında görmeye alışkın olduğu çırağın üretim yapmakta olduğuna şaşırıp “Becerebilecek misin?” diye biraz da alaycı bir şekilde sormak zorunda kaldı.

“Tabi ki öğleye bitiririm. En büyüğümüz abam gelin oluyor onun çeyizine hediye yapıyorum” dedi. Ustanın hoşuna gitti bu durum. “Haydi bakalım, yap da görelim o zaman. Sen meşgulsün yengen listeyi yaptı gene eve alınacaklar var başkasını göndereyim bugün pazara”

Çoktandır sormak istediği şeyi sormaya cesaret buldu kendinde. “Usta sana bir şey diyeceğim.  Mevsimi gelip yeni çıkan meyve sebze ne olursa en pahalıyken aldırıyorsun para kolay kazanılmıyor biraz ucuzlasa da öyle alsak olmaz mı?” dedi korkarak da olsa. Sert yüzünde hiç görülmeyen bir gülümseme belirdi ustanın.

-Bana bak dağlı dedi ucuzlayınca herkes alır

.....

Yıllar yıllar geçti kır atın yanında duran ya huyundan ya suyundan misali Hasan Usta’dan hem ustalık hem hayat dersi almış olmanın etkisi ile hayatına yön verdi Zeki Dayı. Sözünün eri oldu, çalışana hakkını verdi, çevresinde sevilen sayılan bir insan oldu. Görgülü kuşlar gördüğünü işler misali yaşadığı sürece bir hafta bile gitmemezlik etmediği muhacir pazarına turfanda ne düştüyse az veya çok hemen alıp çoluk çocuğunun herkesten önce tadına bakmasını sağladı yıllarca.

Bahar gelmiş, erik ve yenidünya tezgâhlarda görünür olmuştu. Pahasına bakmadan pazar alışverişine ilk önce onlardan birer kilo alarak başladı. Ustanın sözleri kulaklarında çınladı. “Ucuzlayınca herkes alır.”

.....

Günlerden pazartesi sabahçı öğrenciler için son ders saatine girilmiş fakat onun için ilk dersten beri zaman bir türlü geçmek bilmemişti. Ders filan dinlememiş ve öğretmeninden iki kez de azar işitmişti. Aklı fikri iki oda bir mabeyn kerpiç evlerinin mutfağındaki tel dolapta onu bekleyen erik ile yenidünyada idi. Bir önceki gün babası pazardan gelince hemen pazar çantalarını karıştırmış birer tane tadına bakmasına izin verilen erik ile yenidünyanın tüketimi annesi tarafından ertesi güne bırakılmıştı. Neymiş de portakallar çürümeye yüz tutmuş bugün onlar yensin. “Siz zaten yeni alınan iskarpinlerimi de bayramda giyersin diye bekletmiştiniz” diye isyan etse de çare olmamıştı. Evlerinin hemen yanı başında olan ilkokulun son zili çalınca çantasını kaptığı gibi fırladı çıktı kapıdan ve doğru eve koştu. Hayata girince baktı annesi bahçede bir şeyler ile uğraşıyor. Önlüğü bir kenara çantayı bir kenara atıp mutfağa daldı. Yakalanmadan pantolonunun iki cebini doldurup sokağa çıkmıştı bile. Baktı kapının önünden geçen ve mevsim itibarı ile henüz su akmayan çayın içinde arkadaşları toplanmış bir şeyler oynuyorlardı. Yanlarına gitti amma elleri cebine gitmiyordu bir türlü. Ya canları çekerse düşüncesi beynini kemirmekteydi. Birer tane versem bana bir şey kalmaz diye düşünürken evin tahta kapısından annesinin ona doğru baktığını gördü. Bu bakış iyi bir bakış değildi ve eliyle de gel işareti yapıyordu. Yakalandığını anlamıştı ve çaresiz gidecekti. Kapıdan içeri girer girmez sağlam iki tokat geldi amma tokatta tokattı ve nereden geldiğini şaşırtan cinstendi. Erkek çocuk olmanın içgüdüsüyle de hemen diklendi annesine “Ne var ya! Yedirtmediniz akşam. Benim de okuldan gelince canım çekti.” Aldığı cevap hayat boyu kulağına küpe olacaktı. Oğlum dedi annesi “Canın çekti akşamı beklemeden dolabı deldin. Tamam ama niye sokağa çıkıyorsun daha yeni çıkmış erik ile yenidünya ile. Ya sen yerken arkadaşlarının da canı çekerse. Komşularımızın hali belli alan var alamayan var. Günah değil mi senin yaptığın.” Şimdi anlamıştı hatasını tamam bir daha yapmayacağım diye söz verdi ama karşılığında da bir söz aldı. “Akşam babama söylemeyeceksin değil mi anne?”