Ülkemizde öyle bir algı oluşmuş ki;  aile şirketi kurumsal olamaz.
Sonradan görme yarım yamalak bilgi sahibi olan ve kendilerine profesyonel diyen yöneticiler de bu algının oluşmasında büyük rol almış diyebiliriz.

Hatta birçok sözüm ona aydınımız da olayın gerçek halini algılayıp analiz etmeden bu yargıyı çokça kullanmış.

Peki, aile şirketleri kurumsallaşabilir mi? Evet. Peki, yola nasıl çıkacağız ki doğru yapmış olacağız?

Her işletmenin sahibinden bağımsız bir kişiliği vardır. Bu muhasebenin de temel kavramlarından birisidir. Yönetim açısından da işletmelerin sahiplerinden ayrı bir kişiliği vardır. Hatta birden fazla şirketi olan bir patron açısından bakacak olursak bu daha belirgin olacaktır. Her işletmenin yapmış olduğu işe, üretmiş olduğu ürüne göre ayrı kişilikleri vardır.

Hatta aynı türden iki işletme, farklı coğrafya özelliklerine göre yakınlık ve uzaklık durumlarında farklı kişilik yapılarına sahip olabilir.

İşletmenin hitap ettiği pazar, yönetim biçimi, içinde bulunduğu sosyal ortam ve sahip olduğu teknoloji işletmeye çok farklı kimlikler kazandırabilir. Özellikle sahip olunan her teknoloji ayrı bir parmak izi gibi gibidir.  İşletmenin ruhu işin gereğine göre oluşmuştur ya da oluşmalıdır. Her işletmenin farklı bir ruhu vardır.

Yalnız bunu derken grubun tamamına ait bir kültürün de oluşması gerektiğini unutmamak lazım.

İşletmenin ister bir,  isterse birden fazla ortağı olsun ya da tek patronlu işletmelerde;  patronun işi belirli dönemler içinde değerlendirebilmesi için de işletmenin finansal, muhasebe, organizasyon işleyişi gibi her alanda belirli ilkelere ve kurallara göre yapılanması gerekir.

Sonuçta patron tek kişi olsa bile her gün değişen ruh haline sahip olabilir.

Tam bu noktada aile işletmelerinde yapılan temel bir yanlış ortaya çıkıyor.  İşin gereği ile patronun istekleri birbirine karışıyor.

Sahip olmanın verdiği bir güç, patronu her türlü kuralın üstüne çıkarıyor. Hakkı mı? Evet hakkı. Çünkü batma ve çıkma sorumluluğu ona ait.

Ama işletmelerin ana ilkelerinden biri süreklilik ve sürdürülebilir bir organizasyona sahip olmak. O zaman işin gereği patronun isteklerinden bazen çok daha önemli olabilir. Üstelik patron da işin gereğine göre pozisyon almalıdır. Bunu yapabilenler başarıyı da yakalıyor zaten.

O zaman karşımıza hesap verebilir bir işletme yapısını kurma ihtiyacı ortaya çıkıyor.

Muhasebenin genel geçer ilkelerini gerçek manada algılayıp uygulayabilirse o zaman çok büyük bir yol kat etmiş oluruz. Bunlar:

  • Sosyal Sorumluluk Kavramı,
  • Kişilik Kavramı,
  • İşletmenin Sürekliliği Kavramı,
  • Dönemsellik Kavramı,
  • Parayla Ölçülme Kavramı,
  • Maliyet Esası Kavramı,
  • Tarafsızlık ve Belgelendirme Kavramı,
  • Tutarlılık ( Devamlılık) Kavramı,
  • Muhasebe Politikalarında Stabillik (sık sık değişiklik yapmamak),
  • Tam Açıklama Kavramı,
  • İhtiyatlılık Kavramı,
  • Önemlilik Kavramı,
  • Özün önceliği Kavramı.

Buradan yola çıkarak diyebiliriz ki; ister aile şirketi olsun isterse çok ortaklı şirketler olsun:

  • İşletmenin gereği ilkeler,
  • İşin gereği ilkeler,
  • İşletme ile ilişkilerin ilkeleri,
  • Ortaklar arası ilişkilerin ilkeleri,
  • İş içi yani iş akış ilkeleri,
  • İşletme çevresi ile ilgili ilkeleri.

Doğru tespit edebilir ve bunlara uyumu sağlayabilirsek uygulamada ilkesel davranışları egemen kılarsak o zaman her türlü işletme kurumsallaşabilir.

Hatta ailenin bütün bireyleri şirketlerinde çalışarak kurumsallaşma gerçekleşebilir. Burada önemli birkaç şart ortaya çıkar:

  • Aile içi ilişki/davranış düzeni ile şirket içi ilişki/davranış düzenini ayırmak gerekir.
  • Aile içindeki hiyerarşiye göre değil, işin gereği ve tanımına uygun şekilde liyakate dayalı iletişim olmalı.
  • Mesela evin babası veya dedesi pozisyonundaki kişi aile içinde en saygın birey olabilir. Ancak mesele şirket tarafına geldiğinde en saygın kişi o işin erbabı, liyakat sahibi aileden bir kişi ya da başka bir çalışan olabilir.
  • İş tanımı kesinlikle olmalı.  İşe yeni gelen birisine ya da aile bireyine iş uydurma yerine işe uygun birisini yerleştirme olmalı.
  • Bir aile bireyi işe başlayacaksa tanımlanmış bir işe göre liyakat sahibi olması sağlanmalı. O işe uygun olunca başlatılmalı.
  • İş yerinde aileden birisi işi öğrenecek ise patronluk kimliğini kesinlikle ve samimi bir şekilde bir kenara bırakabilmeli. Bu en zor yapılabilen bir davranış biçimi. Çoğu zaman diğer çalışanlar aile bireyini çıkarına kullanmak amacı ile o kişinin patronluk kimliğini ifşa eder.
  • Bu becerilemeyecek ise kesinlikle işi başka bir işyerinde öğrenip sonra iş yerine gelmeli. Yoksa işi ile değil patronluk kimliğinin itibarı ile sahte ilişkiler kurulmasına sebep olur.
  • İşyeri ilkeleri adil olmalı. Aileden biri ile çalışan arasında ayrım yapılmadan liyakat odaklı hak dağılımı gerçekleştirilmeli.
  • İşyerinde ödül ve ceza çalışan kimliğine verilmeli, kişiye değil.
  • Adı işyeri, o zaman iş yerinde herkes işe katkısı oranında itibar görmeli.

Toplumun çekirdeği olan aile içi ilişkiler ile ekonominin çekirdeği olan işletmelerin davranışları çoğu zaman aynı paralelde olmayabilir.  İşletmelerin daha küresel ve ekonominin şartlarına göre şartları vardır. Ailenin kuralları gelenekçi ve daha kapalıdır.

İşletmeler, ekonominin küresel şartlarını karşıladığı oranda pazarda yerini sağlamlaştırır. Güvenilir markalara sahiplik yapar.  Ürünleri talep edilir. Piyasaya katkı yapar piyasaya yön verebilir.

İşin gereği ilkeleri uygulayabilirsek o zaman kurumsallaşmaktan söz edebiliriz.

Kurumsallaşmak; şaşalı binalar, lüks otomobiller ve parasal güç gösterilerinden daha çok, mümkün olduğunca geniş alanı etkileyebilen markalar tasarlayıp üretebilmektir. Dünyanın öbür ucunda güven veren bir markanın sahibi olabilmektir.

Bu kan bağı ile değil ilkelerle ve kalifiye insan kaynakları ile olur. Bu gücü meydana getiren kişiye gerçekten patron denir.