“Ekonomide kapitalizm, sosyal alanda sekülerizm, hukuki ve siyasal alanda laisizm, bireysel alanda hedonizm, bilimsel alanda pozitivizm, insanı Tanrının tahtına oturtan hümanizm insanlığı bitirmiş, medeniyetin sonunu getirmiştir. Allah-insan, insan-insan, insan-âlem, kadın-erkek arasındaki fıtrat dengesinin yeniden kurulması acil bir zorunluluktur.” -Prof. Dr. Saffet Köse-

Nesep ve evlilikte bir araya gelmiş, bir çatı altında bulunan topluluğa biz aile diyoruz. Eskiden ekseriya ana, baba, çocuklar ile büyük ana, büyük babadan müteşekkil Müslüman Türk Aile yapısı, ne yazık ki çatırdamaya başladı. Âkif, “Biz ki her mevcudu yıktık, gayesiz bir fikir ile/ Yıkmadık bir şey bıraktık… Sade bir şey: Aile” derken, ne demek istediğini çok iyi anlamalıyız.

Dil, hayvan veya bitki topluluğuna da aile deniliyor: Elma gülgiller ailesindendir; Ural-Altay dil ailesi gibi. Ayrıca biz, aynı gayeye yönelenler, aynı işi yapanlar topluluğuna da; yazı ailesi diyoruz. Ele almak istediğimiz aile ise, bir kimsenin beslemek ve bakmakla yükümlü olduğu fertlerin bütünü, yâni erkek, kadın ve çocuktan oluşan güçlü bir yapı.

AİLE (ev halkı, ıyâl) üzerinde durulması gereken önemli bir kavram. Aile içinde meydana gelen acıklı hadiseye veyahut da aileyi etkileyen, dağılmasına yol açan olaya ise; “Aile faciası” deniliyor. Günümüz Türkiye’sinde yaşanan acıklı vakıa bu aslında. Yollarda tanık olduğunuz, ana haber bültenlerinde televizyon ekranlarından yansıyan trafik kazalarındaki aile facialarından bambaşka bir şey bu. Boşanmaların çoğalmasıyla birlikte parçalanan bu yapıdan geriye ne ‘aile adı’nın ne de ‘aile efradı’nın kalmadığını/kalmayacağını pekâlâ hepimiz biliyoruz. Aile boşanmalarında klişe bir lâf vardır: Geçimsizlik… İçini kurcaladığınızda karşınıza öyle acıklı, öyle düşündürücü, “aa öyle miymiş…” diye insanı hayrete düşüren, içinizi acıtan, yüreğinizi dağlatan öylesine facialarla karşılaşırsınız ki, bir gazeteci olarak burada anlatmaya kalksam, inanın dudaklarınız uçuklar. Ailevî meseleleri size buradan aktaracak değilim.

Mevcut ahvâl hiç iyi değil dostlar!

Küresel güçler aile müessesesine öylesine saldırıyor ve aile ocağını yıkmak, söndürmek ve ortadan kaldırmak için öylesine silahlarla hücum ediyorlar ki… Biliyorsunuz bunlardan ilki televizyon, diğeri ise internet olmuştu. Aslında bütün izm’ler onların işe yaramaz çirkin, Drakula gibi kan dökücü, insanın zihnini iğdiş edici, mikser gibi insan beynini karıştırıcı kötü silahları. Köroğlu’nun “delikli demir icat oldu, mertlik bozuldu” dediği gibi…

Türkiye’yi hedef alan küresel güçler, iki önemli kavrama saldırıyorlar. Bunlardan birisi aile kavramıdır. İkincisi de geleneklerimiz ve göreneklerimizdir. Aileyi yok ettiklerinde, nesilden nesile aktarıla gelen örf, âdet ve gelenekleri yok edip aranızı açtıklarında artık o toplum kullanılabilen bir delile dönüşür., köleleşir. Zihni yapısı iğdiş edilmiştir. Ve bu korkutucu bir şeydir. Konya Kitap Günleri’ndeki konuşmasında ganaralaşmış, mankurtlaştırılmış aydın tipini çizerken misâller veren yazar Bahadır Yenişehirlioğlu, şu ifadeleri kullanmıştı: “Türkiye’de bir dönem aydın olmanın yolu, seni var eden değerler manzumesinden uzaklaşman, Batı’nın değerlerini köpürtme, onların değerlerini kabullenme, ancak yüzünü Batı’ya döndüğünde aydınlık, çağdaş, modern olabileceğine inandırılan bir felsefeyle insanlarımıza empoze edildi. İğdiş edilen zihin üretmez. Bir çınar gibi düşünün medeniyetinizi. O medeniyetin köklerini kopartırsanız, o çınar kurumaya başlar. Topraktan artık mineral, güç kuvvet alamaz hâle gelir. Neşvünema üretemez, yeşillenemez kurur. İnsanoğlu da böyle. Köklerinden kopartılırsa sürekli başkasına öykünen, orijinini kaybetmiş, yeni bir iddia ortaya koyamayan bir zavallıya dönüşür. Yıllarca bu ülkede aydın olmanın entelektüel bir kimlik kazanmanın yolu, bütün bu maziyi reddedersen olur diye öğretildi.

LBGT İLE AİLEYİ FELÇ ETMEK İSTİYORLAR

Aileyi korumamız icap ediyor. Çünkü bir toplumu var eden en küçük yapı taşı ailedir. Aileyi kaybettiğimizde toplumu yıkmak, değiştirmek, dönüştürmek çok kolay hâle gelir. Aileyi yok edebilmenin yolu, aileyi oluşturan erkek-kadın kavramlarını değiştirmek ve dönüştürmekten geçer. Aile dediğimiz kurum, yaratılış gayesi odur. Bir erkek ve bir kadından oluşur. Allah böyle yaratmış kullarını. Birbirlerinden etkilenirler. Helâl yoldan bir yuva kurarlar. O yuvada nesilleri oluşur ve toplumun devamlılığı sağlanır. Erkeği erkekliğinden uzaklaştırdığınızda, kadını kadınlığından uzaklaştırdığınızda aileyi felç edersiniz. LBGT denilen hadise budur. Sadece Türkiye’de değil bütün dünyada dayatılmaya çalışılan, propagandası yapılan, doğruymuş gibi gösterilen, milyon dolarlarla fonlanan, “ya böyle olun ya da böyleymiş gibi görünenlerin” şöhret basamaklarını çabuk tırmandıkları, değişik Avrupa’daki vakıflardan nemalandıkları hâle dönüştürülür. Sebep; insan yapısını bozmak. Ailenin en güçlü varlığı çocuklardır. Ya da farklı mânâda geleceğimiz. Çocuk değiştirilip dönüştürülmek istenmektedir.”

AİLEYİ YOKETMEK İÇİN SAPKINLIĞI DAYATIYORLAR

Batı’da buna iki yaşından itibaren başlattıklarını, iki erkekten olma evli bir aileye; evlatlık olarak verilen bu iki yaşındaki çocuğun o ortamda, hormon takviyesiyle cinsiyetinin değiştirilmeye zorlandığını, cinsiyeti değiştirilen o çocuğun büyüdükten sonra gazete sayfalarında ve beyaz ekranlardan “şarkıcı”, “sanatçı”, “manken”, “stilist” adı altında rol model olarak sunulduğunu dile getiren yazar Yenişehirlioğlu, şu ifadelere dikkat çekmişti: “Sen bu sapkınlığı, bana doğru bir şeymiş gibi propaganda yaparak, mahalle baskısı uygulayarak, televizyonlar vasıtasıyla, diziler vasıtasıyla, kitaplar vasıtasıyla bunu “normalmiş” gibi gösterip % 98’i Müslüman olan bu topluma ve bu kadîm coğrafyaya normalmiş gibi dayatırsan, orada problem başlar. “Küresel güçler”in aileyi yok etme sebeplerinin ilk unsurudur bu. Türkiye’yi çökertmek için aileyi çökertmeleri gerektiğini biliyorlar. Bizim daha akıllı, sebep-sonuç ilişkisini kuran ve bütün oyunları anlayabilen, geleceğimizi var edebileceğimiz bir şuura sahip olmamız lâzım. Başka kurtuluş yolu yok.

Kitap insanoğlunu değiştiren, dönüştüren bir argümandır. Mütefekkirlere değer vermek gerekir. Düşünen insanlara, yâni mütefekkirlere değer vermediğinizde; mütefekkirlerin aydınlatmadığı bir toplumu, şarlatanlar aldatmaya başlıyor. Bir toplumda İhsan Süreyya Sırma gibi mütefekkir sayısı yüksek, evsaflı ise o toplumun ihyası, yâni gelişmesi, o toplumun aydınlanması son derece kaliteli oluyor. Ama giderek mütefekkir kavramını kaybetmeye başladığında toplum, mütefekkirlere değil de şarlatanlara değer vermeye başladığında, aldatılmanın da kapısını aralamış oluyor.”

“TERBİYESİ EĞİTİM SİSTEMİ”

Bütün kötü şeylerin kaynağı “Büyük Şeytan Amerika” diyeceğim. Lâkin, iblis her yerde. Lucıfer’in Amerikan toplumun kanlarında dolaşmaya başladığı tarih 1945’li yıllar. Bu küresel şeytanî güçler, ailede terbiyeyi ortadan kaldırmak için o yıllarda Terbiyesiz Eğitim Sistemi’ni başlatıyorlar. Amerikan aile yapısında terbiye ortadan kalkıyor ve işte hepinizin bildiği “renkler tartışılmaz!”, “Tepe tepe kullan!” gibi v.s. kalıplaşmış sözler, oradan kalma. Amerikan halkının borçlandırılması ve tüketici toplumu hâline dönüştürülmesi de o yıllarda “Kara Cuma”larla başlıyor. Terbiyesiz Eğitim Sistemi’nin neticesinde “ben nesli” doğuyor.  Amerika’da 1950-90’lı yıllar arasında 40 bin kişi üzerinde yapılan bir araştırmada, halkta % 85 oranında kaygı artışı olduğu tesbit ediliyor.

TERBİYE BİTTİ, ANNE GİTTİ!

Psikiyatrist Dr. Mustafa Merter, bir televizyon programında “Aile Nasıl İfsad Ediliyor?” başlığı altında bizle bu bilgileri paylaşırken, “Terbiye bitti, anne gitti’” diyor. 2012’den itibaren kullanılmaya başlanılan akıllı telefonların, Amerikan toplumunda akıl almaz bir değişikliğe yol açtığını belirten psikolog Merter, “O da kalmadı. Artık bütün dünya aynı model üzerinden gidiyor” diyerek deprasyon, kaygı artışlarının yanına evham ve inancın azalmasını da ekliyor. İnternet ve sosyal medya üzerinden aile kavramı ve insanlar öylesine bir ifsad ve yozlaştırma akışı var ki. Akıllara durgunluk verecek nitelikte. İnsanlar daha çok tüketime sevk edilirlerken insanların gururunu, kibrini, hedonizmini alabildiğince teşvik ediyorlar. Bu, ticarî olarak insanlardan istifade etmek için yapılan bir şey. Bir de insanlığın düzenini bozmak, şehveti körüklemek için sosyal medya kanalıyla her türlü yayını yapıyorlar. Dr. Mustafa Merter, pornografi izleme yaşının dokuza indiğini, resimleri çekip paylaşmanın çok ilkel “narsizm” hastalığı olduğunu belirterek “Sanal bağımlılık bizi içine çekiyor ve hayatımız artık orada cereyan etmeye başlıyor. Orada var olmaya başlıyor. Artık matrix’in içindeyiz” diyor. Merter, feminizm ile ilgili şunları ifade ediyor: “Hanımları kadınlıktan çıkarmak için ortaya çıkarılan bir projedir. Bir erkekleştirme projesi yürütüldü. 1970-90 arasında kadınların %30’u erkekleşiyor. İşte “Savaşçı kızlar, futbolcu kızlar, boksörcü kızlar” bunun sonucudur. Kadında “cemâl”, erkekte “celâl” sıfatını yok etmek istiyorlar. Hanımlarda kaygı oranı yüzde 40’lara geldi. Hanımlardaki depresyon oranı ise %2’lerden %40’lara geldi.”

NOT: Konya Sivil Toplum Platformu’nun, 22 Ekim 2022 Cumartesi Günü saat 16.00’da Kılıçaarslan Meydanı’nda yapacağı ‘LBGT Dayatmasına Karşı BÜYÜK AİLE YÜRÜYÜŞÜ’ne, ailecek katılım sağlayalım ve bu yürüyüşe ailece destek verelim.