Ağaç, oldu mu ‘budama’ gibi olmalı

Abone Ol

“Ağaç yaş iken eğilir.” Ama ağaç oldu mu da ‘budama’ gibi olmalı.

Benim yöremde ulu ağaçlara ‘budama’ denilir.  Köy mezarlığının içinde bulunan ve isimlerine ‘budama’ denilen meşe ağaçlarının gövdesini birkaç kişi el ele tutuşsalar ancak kavuşturabilirler. Sanırım bu ağaçlara, yüzyıllar önce yani gençken, köyün ileri gelenleri ‘budanmaması’ kararını almışlar, bundan dolayı isimleri ‘budama’ kalmış ve böylece kimse dokunmamış bu ağaçlara.

Güney Carolina’da 1500 yaşında bir meşe ağacının bulunduğu bilgisi var internette. Bu da demek oluyor ki meşe ağacı bin yıldan daha fazla bir ömre sahiptir. 18 farklı meşe ağacının bulunduğu, yurdumuz ormanlarının yüzde 26’sını meşe ağaçları oluşturuyormuş. Benim yörem de hep meşe ağaçlarıyla kaplıdır.

Evlerimizin duvarları yörede yoğun olarak bulunan taştan yapılıyor ancak ağaçlar evlerimizde taştan daha fazla alanlarda kullanılıyor. Evin inşaatında, duvarlar yükseldikçe ‘taşları tutsun, bastırsın’ diye belli mesafelerde, düzgün ve genç meşe ağaçlarından yapılan ve adına ‘palastır’ denilen ağaçlar kullanılır. Yine pencere ve kapı üstlerinde meşe ağacı kullanılır.

Duvarlar bittiğinde yapının uzunlamasına, adına ‘kiriş’ denilen, çapı neredeyse 50 santimetreyi, uzunluğu 15-20 metreyi bulan kavak ağaçları kullanılır. Bu kavak kirişler, birbirleri ile ‘ağaç’ denilen ve yanlamasına atılan meşe ağaçları ile tutturulur. Kirişlerin altına yine meşe ağaçlarından hazırlanmış ‘direk’ler vurulur. Kirişlerin üzerine atılan ağaçların zıddına olmak üzere yine genç meşe ağaçlarından ve dallarından yapılı ve nispeten düzgün meşeler kullanılır ve bunun adına da ‘pardı’ denilir.

Pardıların üzeri meşe yapraklarıyla kaplanır. Buna ‘barı’, yapılan işleme ise ‘barılama’ denilir. Barının üzerine önceden hazırlanmış toprak, su ve samandan oluşan ‘malıs’ (kokmuş çamur)  yayılır ve onun üzeri neredeyse 20-30 santimetre yüksekliğinde toprak ile örtülür. Evin yapısına ve duvarlarına kar ve yağmur sularının zarar vermemesi için duvar kenarları yani evin damının çevresinde bulunan ‘çelen’ler yine kesilen genç meşe ağaçlarıyla (çelen ağacı) uzatılır ve üzeri, damda olduğu gibi barı ve onun üzerine ‘malıs’ yayılarak sağlamlaştırılır.

Ağaçları, evin her yerinde farklı işevleri vardır. ‘Dolaplar’, ‘kapılar’, ‘pencereler’, ‘kepenkler’, ‘merdivenler’, ‘depe delikleri’nin kapakları, damın sıkıştırılması için kullanılan ‘yuvak ağaç’, ağılların ve ahırların ‘kavşurma kapıları’ hep ağaçlardan yapılır.

Ağaçlar sadece evlerin inşaatlarında mı kullanılır? Elbette hayır. Eskilerin en önemli ulaşım aracı olan eşeklerin semerlerinde ‘semer ağacı’ olarak kullanılır mesela... Tarlaların işlenmesinde ‘karasaban’da; ‘ökçe’, ‘boyunduruk’, ‘öğendire’ (üvendire), ‘ok’, ‘zeble’, ‘dede kılıcı’, harman aletlerinde; ‘düğen’ (düven), ‘beldenat’, ‘dirgen’, ‘atkı’, kürek’, ‘çalı süpürgesi’, ‘kağnı kanatları’, ‘kağnı tekerleri’, ‘kağnı şıkderyası’, kağnıyı çekmek için koşulan öküzlerin boyunlarına çöken yükü hafifleten ‘ırahat’ (rahat) gibi aletler de hep ağaçlardan yapılır.

Sebzelerin ekildiği tarlalarda bile ağaçlar çok önemli rol oynarlar. Fasulyelerin sarıldığı ‘el’ (sırık), sulama suyunun önüne engel olsun diye konulan ‘su ayırıcı, engelleyici’, ‘kürek’, ‘kazma’, ‘keser’, ‘çapa’, ‘balta’ hep ağaçtan yapılan ‘sap’larla anlam kazanırlar.

Ağaç demiş ki baltaya; “Kesildiğime değil de sapının benden olduğuna yanarım.” Evet, ağaç burada haklıdır ama o kadar insanın barınması, doyması, kısaca yaşaması, neslini devam ettirebilmesi için vazgeçilmez üründür ağaçlar. Yine de bir kesersin ama orman bin verir, sağ olsun...

Ateş yakacaksın ‘çıra’ lazım; harlayacaksın ‘yaprak’ lazım; ‘çalı’, ‘çirpi’ lazım; yemek yapacaksın, ekmek yapacaksın; ‘ateş’, ‘köz’, ‘kömür’, ‘odun’ lazım; yemek koyacaksın ‘kap kacak’ lazım; ‘sofra’ lazım; ‘tabla’ lazım, yemeği, kap kacaktan alıp ağzına götüreceksin ‘kaşık’ lazım... Karıştıracaksın, dağıtacaksın ‘kepçe’ lazım... Kuyudan su çekeceksin ‘kova’ lazım, ‘çıkrık’ lazım...

‘Giyesi’(çamaşır) yıkayacaksın su lazım, orman olmayan yerde su olmaz onu da ağaçlara borçluyuz. Giyesiyi evirip, çevirip döveceksin ‘tokucak’ lazım, temizliği için ‘kül’  lazım o da ağaçtan üretiliyor... Kül, bütün maddeler içinde en temiz olanı imiş.

Tarlanı hayvanlardan koruyacaksın etrafına ‘çit’ lazım, ‘diken’i, ‘direk’i, aralarının örmesi hep ağaçtan...

Keçini, koyununu, ineğini, öküzünü, atını besleyeceksin, kışın ‘yiyintisi’ lazım, yiyintiyi koyacak ‘hatıl’ ağaç, suyunu koyduğun ‘oluk’ ağaç, kimsenin zararına varmaması için bağladığın ‘kazık’ (sikke) ağaç...

Dereler geçeceksin, köprüler lazım, onlar da ağaç...

Yalnız, buradaki en önemli mesele; ağaç kesme işleminin vaktidir. Eğer ağaçları ‘yeni ay’da keserseniz kurt yer ve ömrü çok az olurmuş. İşte bu nedenledir ki kesim işi mutlaka ve mutlaka ayın eskisinde yani ‘eski ay’da yapılmalıymış. Bunun mutlaka ilmi bir açıklaması vardır. Mesela sebze fidanları da toprakla, ayın eskisinde buluşturulmalıymış. Bu apayrı bir yazının konusudur. Araştırmak lazım.

Türküler de ağaçları söyler;

“Meşeler güvermiş varsın güversin

Söyleyin huysuza durmasın gelsin.”

Ve

Gölgesinde mevsimler boyu oturduğumuz,
Hep el ele vererek hayaller kurduğumuz,
Kimi üzgün kimi gün neşeyle dolduğumuz
O ağacın altını şimdi anıyor musun? Ve daha nice türküler, şarkılar, şiirler konu etmiş ağaçları.

“Yaş kesenin başını keserim.” diyen ve bir çağ kapatıp bir çağ açan Fatih’in ruhunu kızdırmadan, iki küçük hikâye ile bitirelim yazımızı.

Meşe ağaçları çok geç ve zor büyüyen, büyürken su dahi istemeyen çok sağlam ağaçlardır. Köyümüzde böyle ama özel  iki meşe ağacı var. O ağaçlar köyün önünde bulunan harmanlar tarafından bakılınca ikisi de birbirlerine doğru yaklaşarak büyüyorlardı.  Aralarında 3-4 metre kadar mesafe vardı. Yıllar önce aramızdan ayrılan Ahmet Çavuş Emmi ile Hasan Çavuş Emmi birbirlerine; “Hasan..! Ahmet..! O ağaçların üst dalları büyüyüp bir birlerinde değince ikimiz de öleceğiz.” dedikleri rivayet edilirdi. O ağaçlar hala yaşıyorlar ama Ahmet ve Hasan Çavuş emmiler dünya sürgünlerini bitireli uzun yıllar oldu. Daha kaç kişi ölecek ve o ağaçlar yaşamaya devam edecekler Allah biliyor.

***

Köyümüzün bundan 50 yıl kadar önce yaşayan iki Hasan’ı dağlara ‘ökçe’(karasabanın en önemli parçalarından biri) kesmeye giderler. Ökçe kesecekler, karasaban kuracaklar ve dağlık, taşlık, yamaç üç-beş evlek tarlalarını sürecek ve çor çocuk besleyecekler...

Hasan’ın birisi bir ökçe keşfeder, bir ulu meşe ağacının dallarında. “Buldum buldum, keseyim mi Hasan?” diye diğer Hasan’a sorar. O da şöyle bir bakar, keşif yapar ve ökçeye uygun görmez o dalı... “Bu ökçe güccük (küçük) Hasan, kesme!” diye cevap verir ve o ökçe kesilmez.

Bu defa diğerine “Güccük Hasan, kesme!” diyen Hasan, bir ökçe de kendisi keşfeder ve bu defa da diğer Hasan’a seslenir. “Buldum Hasan buldum, keseyim mi?” diye sorar. O da ökçelik dala bir bakar, ökçe olmaya uygun bulur ve ona der ki;  “Kes Hasan kes!”

Ağaçların yaptığına bakar mısınız? İnsanlara ikinci bir isim yani ‘lakap’ bile takacak güce sahipler. O günden sonra Hasan’ın birinin adı ‘Güccük Hasan’ diğer Hasan’ın adı ise  ‘Kes Hasan’ olarak kalır. Bizim sülaleye “Güccük Hasan Sülalesi” anamın amcası olan sülaleye ise “Kes Hasan Sülalesi” denilmektedir.

Doğarsın beşiktesin, büyürsün eşiktesin, yaşlanırsın Allah’ın verdiği ayakların tutmaz olur hep ağaçlar destek olur, ayakta kalman için bastonlarıyla... Ölürsün, sedyede bulursun kendini. Mezarına bile cenazenin olduğu boşluğa ağaç kapaklar konulur ve başına bir ağaç dikilir.

“Mezarına gölge olsun.” diye.

Ağaçlar da insanlar da sağlıkla kalınız.