İstanbul’un fethinden sonra Fatih Sultan Mehmet Han bir genel af çıkartarak bütün mahkûmları affeder. Fakat iki tane papaz hapishaneden çıkmayı kabul etmezler. Zira zulümle mukabele eden Bizans İmparatoruna, yaptığı zulüm karşısında adalet tavsiyesinde bulundukları için hapse atılmışlardır. Onar da bu muameleden dolayı bir daha da “hapisten çıkmamaya” yemin etmişlerdir.

Durum Fatih Sultan Mehmet Han’a anlatılır ve kendisi de “o iki mahkûmun huzuruna getirilmelerini”  emreder. Durumu öğrenince de “siz İslam adaletinin tatbik edildiği memleketimi geziniz, mahkemeleri izleyiniz, eğer sizdeki gibi bir adaletsizlik görürseniz tekrar gidip hapishanede kalmaya devam edersiniz” der.

Papazlar kabul ederler ve memleketi gezmeye çıkarlar. Bir mahkemeyi takip ederler önce. Mahkemedeki dava konusu “bir Müslüman’ın bir Yahudi’den bir at almasıyla” ilgilidir. Müslüman pazarlıkla Yahudi’den bir at alır. Atı ahırına getirir ama fark eder ki at hastadır. Sabahın olmasını bekler sabırsızlıkla. Sabah kadının karşısına çıkmak üzere mahkemeye varır. Kadı mesai saati gelmesine rağmen henüz mesaiye gelmemiştir. At sahibi biraz bekler ve kadı gelmeyince evine geri döner. O gece at ölür. Kadı bu durumu öğrenir ve atın sahibini huzuruna çağırır. “Eğer ben mesaime vaktinde gelseydim o atı ilk sahibi olan Yahudi’ye geri verdirirdim, hata benim” der ve atın parasını Müslüman kişiye kendi cebinden öder.

Papazlar hayretler içindedirler.

Sonraki günlerde bir başka davayı takip etmek üzere yine bir mahkemenin yolunu tutarlar. Dava konusu bu defa; “iki Müslüman kişi arasındaki bir tarla alım satımı” ile ilgilidir.

İkisi arasında tarla alım satımı gerçekleşir ve alıcı tarlayı hemen sürmeye başlar. Sürerken sabanının ucuna bir küp takılır. Küp altın ile doludur. Küpü alır ve tarlanın ilk sahibine götürür. “Bu küp senin sattığın tarladan çıktı. Ben senin tarlanın üst kısmını satın almıştım, alt kısmı bana ait değil, bu küp senin” der. Tarlayı satan kişi bunu kabul etmez ve “ben tarlanın altın da üstünü de sattım benim hakkım olan bir şey yok” diye cevap verir.

Kadıya giderler. Kadı iki tarafı da dinler ve her ikisinin de evlenecek birer oğlu ve kızı olduğunu öğrenir. Aralarını bulur ve kızla oğlanı evlendirir, küpü de düğün hediyesi olarak evli çifte verir.

Papazlar “küçük dillerini yutacak gibi” olurlar ve orada kararlarını verirler. “Biz Müslüman Ülkesinde özgürce ve adalet içinde yaşamaya karar verdik” derler ve öylece yaşamaya devam ederler.

Bu ve buna benzer hadiselerin yaşandığı bir ecdadın torunları olarak; sokakta bulduğu külte külte paraları götürüp karakola teslim eden insanları gördüğümüz gibi, sokakta çantasıyla yürüyen kadınları, bankamatikten parasını çeken yaşlı dedelerin elindeki paraları gasp edenlerle de karşılaşıyoruz maalesef.

Çok yakından tanıdığımız ve sürekli olarak adaletten yakınıp kendisinin her fırıldağı çevirdiği insanlar hepimizin etrafında mutlaka vardır. Emek vermediği bir kitaptan irtihal yapıp akademik kariyer yapanlardan tutun da, yapmadığı işin parasını alıp üstüne yatanlar, malın iyisini ön sıraya koyup çürüğü çarığı müşteriye satanlar, sürekli olarak başkalarından maddi manevi faydalanıp kendi elini cebine götürmeyenler, çoluğunu çocuğunu beğendiği yerlere tayin ettirmek için dokuz kapı çalanlar, askerlik vazifesini en güzel mekanlarda yaptırmak için makam ve para gücünü kullanmak isteyenler, trafik kurallarını hiçe sayıp hak gaspı yapanlar, çiğnediği çikletin ambalajını yere atanlar, aracıyla giderken çöp poşetini yolun ortasına fırlatanlar, kurbanlık satışlarında yemin kasem ile sattığı malı övgülere boğanlar, düğünlerde sahte altın takanlar,  anasının, babasının onlara ihtiyaç duydukları anda terk edenler, v.s. ağızları açıldığında yönetimlerden adalet isterler.

Böyle yapmayanlara  asla sözümüz yok. Dünyanın iyi insanların sayesinde yaşanır durumda olduğunun da farkındayız elbette...

Bir dava neticesinde kaybedenler “adaletsizlikten”, “kazananlar ise adaletin tecelli ettiğinden” dem vururlar.

“Adalet İstiyoruz!” diye bağıran herkesin, öncelikle adaleti vicdanlarında bir yaşayıp sonra da “başkalarının adaletsizliğinden” yakınmaları doğru olan tavırdır.

Makam ve memuriyet için çalmadıkları kapı bırakmayan birçok insanın o makamlara geldiklerinde adalet mekanizmasını unuttukları da gerçeklerimiz arasındadır maalesef. Devlet yetkililerinin, kanunlara yön veren siyasilerin diğer bütün konulardan önce şu adalet sisteminin insanlık lehine en adaletli nasıl olacaksa o şekle getirmeleri için çalışmaları gerekir. Dört yılda biten basit bir davanın ne kazanana ne de kaybedene bir şey sağladığını söyleyecek bir tek Allah’ın kulu varsa çıksın ortaya.

Ben şahsen hiçbir öğretinin insanlık ahlakı öğretisi kadar değerli olduğunu düşünmüyorum. İnsanlığın kurtuluşu “insanlık ahlakı” öğretisinden geçer.

Peygamber Efendimiz bir Hadis-i Şerifinde; “Bir saatlik adalet, yetmiş yıllık ibadetin yerini tutar” diyerek adaletin önemini vurgulamıştır.

Türk Milleti’nin ve tüm İslam Âlemi’nin Kurban Bayramları mübarek olsun.