7-ŞEMSİN GAYBİYETİ

Abone Ol

Mevlâna, yanmaya hazır bir kandil,

Şems’in çırasıyla bu kandili, yandı tutuştu,

Öyle bir oldu ki, aşk meşalesine döndü,

Gönüller aydınlandı, onun ışıkları yaktı kavurdu.

Sevenleri ışığın etrafında dönen,

Kelebekler gibi pervane oldular.

Çevrelerinde döndüler, ve hatta,

Dönenlerde yandılar.

Şems Mevlâna'yı methediyor,

Mevlâna, Şems’i methediyor.

Her ikisi de birbirlerini seyrediyor,

Birbirlerine hayran oluyordu.

Allah’ın dostları, Allah'ın velileri,

Mevlâna gerçek Allah velisi,

Mevlâna'nın yüzü hakka karşı,

O sebepten Şems yüzünü,

Mevlâna'nın yüzünden ayırmazdı.

Velhasıl iki gönül, birbirinin aynasıydı.

Mevlâna cemaatinden biraz ayrıldı,

Müritlerinden uzaklaştı,

Gecesi ve gündüzünde,

Şems’le sohbetleri vardı.

Velakin, halk ve müritleri muzdaripler bundan,

Mevlâna'yı görememekten,

Sohbetlerini duyamamaktan,

Özlemleriyle, Şemsi kıskanmaktalar.

Çok fazla konuşanlar,

Şikayetlenip hayıflananlar,

Şems hakkında suizan da bulunanlar,

İftiralara başladılar.

Şems konuşanları duyup,

Konya'yı, ansızın terk eyledi.

Mevlâna kayboluşundan yandı,

Can evinden yaralandı.

Uzun müddet, odasına kapandı,

Hasretiyle aşk ile, dolup dolup taştı,

İçli gazeller yazıyor,

“Gel, gel!.” Diye inliyordu.

Bu kayıp onu pişirdi,

Coşturup, daha verimli hale getirdi.

Divan-ı Kebiri bu söylemlerle yazıldı,

Elden ele, dilden dile dolandı.

Diyor ki;” Gel, gel ki ayrılığınla,

Ne akıl kaldı bende, ne de hal,

Yoksul gönlümden, karar da gitti, sabır da.

Yüzümün sararmasını, gönlümün derdini,

Can evimden yanışımı sorma.

Çünkü, anlatmaya sığacak şey değil bunlar,

Gel de gözünle gör!.”

Birkaç kez, bulma umuduyla,

Düşmüştü Şam yollarına.

Bulamayacağını bile bile gitmişti,

Bu aramalar Mevlâna'ya belli bir teselliydi.

Mektuplar yazardı, Şems şurada denildiğinde,

Lâkin ses seda, cevap gelmiyordu.

Bile isteye devamla Mevlâna,

Mektuplar yazmaya devam ediyordu.

Şam’a oğlu Sultan Veled-i gönderdi,

Şems’i bulunca almadan gelme dedi.

Şems’i buldu oğlu, selâmını iletti,

Gelmeye razı oldu Şems, Konya'ya döndü.

İkinci kez Konya'ya geldi Şems,

Karşılama sanki düğün bayram oldu herkese,

Kuranlar okunmada, semalar edilmede,

Neyle kudüm sesleri duyulmakta.

Sultan, vezir, ümera, halk,

Müritler, İhvanlar hepsi karşılamada.

Güneş doğdu yine Konya'nın, Mevlâna'nın üzerine,

Başını vereceğini, bile bile geldi, Şems yine.

Sultan Veled yolda, çok hürmet ve ikram yaptı,

Şemsi Tebrizi bundan çok memnun kaldı,

Mevlâna’ya;”Başımı senin yoluna,

Sırrımı, oğlun Sultan Veled’e verdim,

Bin yıl ömrü olsa, hep ibadetle geçirse,

İlerleme ve de derecelere kavuşamazdı.

Verdiğim sırlarla dereceler kazandı.”

Mevlâna, Şems'in gitmemesi için,

Evlatlık kızı Kimya hatunla evlendirdi.

Bahçesinde bir oda verdi onlara,

Birkaç yıl sonra Kimya hatun, vefat etti.

Şems biliyordu, başını koymuştu.

Yokluğu, varlığından daha kıymetliydi,

Mevlâna, daha ulu mertebelere ermeliydi,

O zaman ne Şems, ne de Mevlâna kalırdı.

Aşk baki, aşkta ölmeli, yok olmalı,

Gerçek dirilik olmalıydı.

Aşkta, aşık da, ezel de, ebedde birdi,

Lakin vuslat için, hicran gerekti.

Yine, bir Aralık perşembe gecesi,

Kapılar vuruldu, Şems’i görmek isteyen vardı.

Pusular kuruldu, yedi kişi medrese önünde,

Şems dışarıya çağırılıyordu.

Mevlâna irkildi, Şems’i bırakmak istemiyordu,

Dizleri tutuldu, yerinden kıpırdayamıyordu.

Şems yöneldi kapıya  çıktı,

Bir “Allah” diye nara duyuldu.

Mevlâna ağzında âyet-i kerime yerinden fırladı,

Kapı önünde, birkaç damla kandan başka, bir şey görmedi,

Oğlu Sultan Veled’e koştu;

“Bahaeddin kalk kalk şeyhini ara,

Burnumuz onun kokusunu almaz oldu!”

İnledi Mevlâna, olduğu yere yığıldı,

Şems için kayboldu dendi.

Mevlâna hayattadır çünkü,

Onu teselli için, kayıp oldu Şems dendi.

Mevlâna'ya Şems katledildi dense,

Mevlâna kaybolacak ellerinde.

Olgunluk zamanında, Mevlâna olmayacak,

Ümidi kaybolup, teselli kaynakları kuruyacak.

Mevlâna, Mevlâna olmayacak,

Kayboldu diye, Mevlâna teselli bulacak,

Bundan sonra Mevlâna aşk ve özleminden,

Eser üstüne eserler yazacak.

Şems başını vererek, böylece maksadına ulaşacak,

Mesnevî, Dîvân-ı Kebir,

Fîh-i Mâ’fih, Rubâî,

Mecâlis-i Seb’a, Mektûbat yazılacak,

Yüzyıllarca okunup ve dilden dile çevrilecek.

Ve gönüllerden gönüllere seyredecek!