“Her günden şevkim fazla, heyecanım dorukta bugün.

Koca merdivenleri tırmandım bir solukta bugün.

Gülümseyen çehreler karşıma çıkıverdi bugün.

Gönlüm kelebek gibi kanat çırpıp sevindi bugün.

Uçtu sonsuza doğru, zamanın zarı delindi bugün.

İlim irfan tarihine altın harflerle yazıldı, 24 Kasım bugün.”

   İnsanlığın mimari muallim:

   Madde planında kainatı, mana planında zamanı kuşatan kutsal bir davanın hummalı sevdalısı muallimi ve onun deruni dünyasını anlatmak bir dağı bir karıncaya taşıtmak kadar zordur hatta muhal…

   Muallim kavramını yetenekleri sınırlı akla karatmak hepsinden daha zor.

Eğitimin ana konusu insandır. İnsan ruh yapısını şekillendiren, davranış ve yaşayış tarzını belirleyen, insanın iç alemine cesaretle girebilen, çocuğun dünyasını keşfedebilen yegane insan muallimdir.

Muallimin yegane işi talim ve terbiyedir…

-Alak Suresi 4: Ayetinin sırrına agah olarak ideal insanı yaratılışın gayesine uygun olarak yoğurma davasında ve talimindedir.”

Talim – Terbiye:

Talim; Cehaletin karanlığından ilmin aydınlığına çıkma ve çıkarmadır. Allah’ın ilim sıfatının tecellisine mazhar olmadır.

   Terbiye: İnsanın akli, bedeni, ruhi yeteneklerini eğitmek ve kemale erdirmek, fıtratına (yaratılış gayesine) uygun hale getirmektir. Bir başka ifade ile terbiye, insanın maddi ve manevi yapısını zararlı unsurlardan koruyup, faydalı şeylerle yaratılış gayesine uygun olarak, yine yaratılışında var olan cevherleri harekete geçirerek en yüce gayeye ulaştırmaktır.

   Muallim, bu terbiye anlayışı ile insanlığın miracından şeytanın maskaralığına, ahsen-i takvimden esfele safiline yuvarlanma tehlikesinde olan insanı, en şerefli, en haysiyetli varlık makamında tutmak ve yeryüzünde kutsal kitabımızın ifadesiyle “Rabbin halifesi” olma şeref ve izzetini kazandırma ve koruma çabasındadır.

   Muallim, insan fıtratının inceliklerine akıl nuru ile bakıp, parmak ucuyla dokunan ve onu bir ankebut (örümcek) ustalığı ile işleyendir, dokuyandır.

   Muallim, insan fıtratının (yaratılışının) sistematiğini bozmadan, örselemeden, onu Rabbani sanatın ölçüleri içinde sünnetullaha uygun biçimde metanetle işleyen bir sanatkardır.

   Muallim, fertte insan nevine has ve insan için faydalı olan bütün kapasiteleri ahenkli olarak çalıştırmak ve fertte, ferde has gözüken kabiliyetleri bünyenin umumi düzenini bozmayacak şekilde geliştirmek, bu dengeyi bozma durumunda olan nefsani sıçrayışları, azgınlıkları, taşkınlıkları frenlemek davasında ve çabasındadır.

   Muallim, öğrenciyi içinde yaşadığı toplumun değerlerini de öğreterek ferdilikten çıkarıp toplumun bir uzvu yapma idealinde ve davasındadır. Bu durumda çile, sabır, muallim için bir nasiptir.

   Muallim, insandaki (alemin hulasasındaki) ilahi sırları keşfeden bir kaşiftir.

   Muallim, her biri ayrı ayrı fıtratta yaratılan insan neslinin karakter tellerine şefkat mızrabıyla vurabilen bir sanatkardır, müzisyendir.

   Muallim, Vahiy ikliminde kudreti namütenasihi (sonsuz ve sınırsız) ile yetişen insanlığın son mualliminin dilindeki ebedi kullandığı her kelimede muhafaza eden haya ve edeb abidesi, ilmi namuskarlığın yegane koruyucusu bir edibdir.

   Muallim, mikro planda çocukta şahsiyeti inşa faaliyeti ile, makro planda yarınki cemiyeti kurma davasında olan bir sanatkardır.

   Muallim, “Ey iman edenler! Kendinizi ve aile efradınızı yakıtı taş ve insan olan ateşten koruyun.” (Tahrim-6) şiddetli ihbarın uyanıklığı içinde kendine teslim edilen emaneti, körpe dimağları dahili ve harici düşmanların pençesinden, yıkıcı ideolojilerin tasallutundan, cehaletin bataklığından, hurafe ve bid’atların zifiri karanlığından, süfliyatın, şeheviyyatın girdabından koruma çabasını sürdüren bir mürebbi ve mürebbiyedir.

   Muallim, İnsan varlığının yaratılıştaki inceliklerine akıl nuru ile bakıp, ilim, irfan nuruyla yoğurup, sanatkar ruhuyla işleyendir.

   Muallim, “Eğitimin sırları ancak öğrencilere sevgiyle, şefkatle yaklaşılarak çözülür, İnsan eğitimle doğmaz ama eğitimle yaşar” sözlerinin şuurunda olan bir sanatkardır.

   Muallim, “Eğitimsiz insan çorak topraklara benzer” sözünün idraki içinde körpe beyinleri, verimli hale getirmenin gayreti içinde çırpınan bir sorumluluk abidesidir.

   Muallim, Muallim-i Sani’nin şu kılavuz sözlerinin ağırlığını kalbinde hissederek, akıl süzgecinden geçirerek icrayı sanat edendir:

“Öğretiniz, fakat nefret ettirmeyiniz. Şüphesiz gerçek muallim, şiddet gösteren muallimden hayırlıdır.” Hadis.

“Öğretiniz, kolaylaştırınız, zorlaştırmayınız. Müjdeleyiniz, nefret ettirmeyiniz, korkutmayınız. Sizden birisi gazaba gelirse sussun.” Hadis.

Ne mutlu “Ben muallim olarak gönderildim” (Hz. Muhammed SAV) diyen Muallim-i Sani’nin talim – terbiye kulvarında koşanlara…

   Milli Eğitim Davası:

   Şüphesiz üzerinde hassasiyetle durulması gereken en ciddi davadır. Milli ğitim, yıllarca ideolojik ve siyasi faaliyetler alanı haline getirilerek mefluç hale getirilmiştir.

   Yeryüzünde her ülkenin, her milletin bir eğitim davası vardır. Bu dava her ülke içinde millidir. Zira eğitim milli olmaya mecburdur. Millet olarak ayakta kalabilmenin, hür olabilmemin, atiye güvenle bakabilmenin yegane şartı eğitimin milli olmasıdır.

   Her millet kendi evladını, kendi mille ve manevi değerlerine ve milli hedeflerine göre yetiştirir. Şurası bir gerçektir ki, Fransız genci her şeyden evvel Fransız milliyetçisi, Alman genci Alman milliyetçisi, İngiliz genci İngiliz milliyetçisi olarak yetişir. Bizim gencimiz ise, takip edilen materyalist eğitim sisteminin tabii neticesi olarak ne hazindir ki, bir kısmı solcu, bir kısmı dünya vatandaşı, bir kısmı da devede kulak misali milliyetçi, maneviyatçı olarak yetiştirilmiştir. Son yıllarda azımsanmayacak derecede uyanışlar görülmektedir.

   Şu bir gerçektir ki, idealist millete materyalist eğitim yaptırılamaz. Şimdiye kadar takip edilen eğitim politikası yanlış bir temele oturtulmuştur. Milli Eğitimimiz, Hıristiyan ve Yahudi zihniyetlerin pençesinden, Yunan filozofların sapık görüşlerinin etsiniden kurtarılamamıştır.

   Bugün hala lise ve dengi okullarımızda ve üniversitelerimizde okutulan Felsefe – Sosyoloji derslerinde maalesef sadece Yunan filozoflarının birbirilerini nakzeden bir yığın safsataları okutulurken, İslam – Türk filozoflarının bir cümlesi bile okutulmamaktadır. Gece, rüyalarında bile Lenin’i, Mao’yu, Karl Marks’ı, Katro’yu sayıklayanlar, İmam-ı Gazali’yi bilmezler Farabi’nin dünya milletlerinin belli başlı dillerini bildiğini bilmezler. Astronomi kitabının hamallığını yapar, Erzurumlu İbrahim Hakkı’yı duymamışlardır. İbni Sina’nın tıpla ilgili eserlerinin yakın zamana kadar Fransız üniversitelerinde ders kitabı olarak okutulduğundan haberleri yoktur.

   Yakın zamana kadar çarpık zihniyetin, batıl sistemin Milli Eğitim camiasında yaptığı tahribatın neticesinde Yunan filozoflarının ağına düşen gençlerimiz, elinde kalem yerine bıçak, belinde gönye yerine tabanca, koynunda kitap yerine molotof kokteyli taşımıştır.

   Maarif politikamızın ana gayesi yeni nesillerimize milli ahlakımızın ve manevi hasletlerimizin intikali olmalıdır. Maarifimizde ilim alanında dünyada devam eden gelişmeleri sadece geriden takip eden taklitçi metotları terk etmeli ve bunun yerine şahsiyetini müdrik, müstakil bir hüviyete sahip, ilmi namuskarlığa bağlı bir ilmi inkişaf başlamalıdır.

   Eğer bu noktaya gelinmez, taklitçilik hastalığından kurtulamazsak, satır taklitçiliği ve hırsızlığı gibi yüz karası hallere düşeriz.

Biz bütün yurdu mektep ve beşikten mezara kadar bütün vatandaşları ilim öğrenmeye mecbur talebeler olarak kabul ediyoruz.

Bu anlayışla 24 Kasım Öğretmenler Gününü deruni bir duygu ile kutluyorum…