100. YILINDA BALKAN BOZGUNU VE GECİKEN UYANIŞ -2

Abone Ol

Balkan Harbi üzerinde, bu vatanın çocuğu olan herkesin durması gereklidir. Fakat Türk Silahlı Kuvvetlerinin kurum olarak, iki defa daha fazla değerlendirmesi gerekmektedir. Ordu da bu durumun farkında olmalı ki, Balkan Harbi ile ilgili birçok resmi yayın yapmış bulunmaktadır. Balkan Harbi'nin özellikle Harp Akademileri Komutanlığı tarafından da değerlendiriliyor ve askerî okullarda üzerinde duruluyor olması önemlidir. Bir Akademi Komutanının, Balkan Harbinden Günümüze Bakış adlı kurum yayını eserin, ön sözünde ifade ettikleri önemlidir: “Bu savaşların incelenmesiyle çıkarılacak stratejik ve taktik sonuçlar ve alınacak dersler, askeri personelin yetiştirilmesinde, halkın millî güvenlik kavramı bakımından bilinçlendirilmesinde ve devletin bölge ile ilgili millî politikalar üretmesinde yararlar sağlayacaktır. Geçmişte cereyan eden savaşların başarı ve başarısızlık nedenlerinin incelenerek ortaya çıkarılması, komutanlara ışık tutacak ve gelecekteki muhtemel bir harbe hazırlıkta ve muharebelerin kazanılmasına yardımcı olacaktır.” (Esenyel, 1995). Bu cümleler, kuru bilgiden öteye geçebilmiş midir?

Balkan Harbinden sonra halk atasözü haline gelen “bundan sonra Camiye, kışlaya, mektebe politikayı sokmamak” düşüncesi, ne kadar gerçekleştirilebildi? Sorgulamanın mutlaka yapılması gerekmektedir. Kendi işini doğru ve hakkıyla yapmayan kurumların, vatanseverlik duyguları içinde, vatana ve devlete korkunç zararlar verebileceğini bize Balkan Harbi'nin hâlâ öğretemediğini burada üzüntü ile vurgulamak durumundayız. Bilim, bilimsel düşünce üretmeyen üniversitelerin, kıyafet peşinde koşması, palyaçoları bile güldürecek bir abes olarak tarihe geçmiştir. Bütünleşme, yürekleri Yüce Yaratıcı önünde birleştirme yeri olan ibadethanelerin, halkın sadece kendini ölüme yakın hisseden kesiminin, bir kısmına hitap eder hale gelmesi de aynı vahametin devam ettiğini bir başka yönden vurgulamaktadır. Ya ordu? Her on yıla bir siyasi darbe sığdırabilen kurum derekesine düşürülmüştür. Halk desteğini almada sıkıntı çeken siyasetçilerin, dış güçlerin, ülke yönetimini en etkin kontrol altına alma yöntemi, askeri kullanmak tarzında öne çıkmıştır. Darbe planları yapmayı içselleştiren bir kafa yapısı, ürperticidir. Uçağına atlayarak, siyasi kurumların üstünde bir tutumla, bir dış devletle ordu ihalelerini görüşüp verebilen asker tipi, korkunçtur. Balkan çamurlarına bata-çıka Anadolu'ya sığınan hicran yarası vatan evlatlarının, Anadolu'dan sonra hangi sığınağı kalmıştır? Cihan devletini yerle bir eden kafa yapısının, hâlâ yaşıyor olması utanç vericidir. En iyi politikanın, artık kendi işini en iyi yapmak olduğunun kafalara kazınması gerekmektedir. Her kurum, kendi işini iyi yaptığı zaman, aslında gerçek siyasetini de gütmüş olacaktır. Onun için Balkan Harbi'ni öğrenme, içimizi titreterek, ruhumuzu azap içinde bırakarak da olsa zorunludur. Yüz yıl geçmesine rağmen, yeterli derslerin çıkarılabildiğini söylemek zordur. Öyle bir felâketten ders çıkartamıyor ve yanlışları devam ettiriyorsak, daha büyük azapları üstümüze çekmeye razıyız demektir.

BALKAN HARBİNİN HABERCİSİ 93 HARBİ

Yahya Kemâl, doksan yıl önceki insan tipimizi anlatırken şöyle der: “Bir Türk gönlünde nehir varsa Tuna'dır, dağ varsa Balkan'dır. Vâkıâ, Tuna'nın kıyılarından ve Balkan'ın eteklerinden ayrılalı kırk üç sene oluyor. Lâkin bilmem uzun asırlar bile, o sularla o karlı tepeleri gönlümüzden silecek mi?” (İlk Çocukluğum, 146). Düşüncelerimizi, ufkumuzu dikdörtgenin içine hapsedeli Tuna'dan, atalarımızın adını verdiği, Balkanlardan, Sibirya'dan, Hazar'dan, Uluğ Türkistan'dan ne kaldı, sorusuna gönül açıcı cevap vermek biraz zor olacaktır. Atlas Okyanusu'nun ötesinden gelerek Irak'a, Amerikan conileri şekil verirken; Rus, değil Kars'a, Erzurum, Trabzon, Siirt'e inip gelirken, İngiltere Manş ötesinden Orta Doğu'ya, Uzak Doğu'yu şekillendirirken içe kapanan, mandacılığa kapılanan kompleksli düşünce yapımızın getirdiği düşüşün görülmesi için, Balkan Harbi'ne hatta biraz öncesine bakmak gerekmektedir.

Zağra Müftüsü'nün; “Aziz-i vakt idik a'da zelil kıldı bizi!” derken üzerinde düşünmemiz gereken, düşmanın bizi zelil kılma nedenlerinin gözden kaçırılmasıdır. Balkan faciasının habercisi, Osmanlı Rus Harbidir. Ordu yenilgisi halk felaketi, vatan kaybı getirmiştir. Birkaç örnek yeterli olacaktır. Eski Zağra'nın Bükülmük Köyünden yüz on iki kişi, samanlığa ve camiye doldurularak ateşe verilir. Bulgarlar, birbirine sarılarak cayır cayır yanan çaresiz insanların feryatları karşısında; “gayda çalarak hora oynar ve 'Kebap pişiriyoruz!' diyerek gülerler. Eşraftan birini, “kendi çobanı, gazla sakalından tutuşturup” yakar. Osmanlı yönetimindeki aymazlık o kadar üst düzeydedir ki; Bu katiller sürüsünü yöneten Yanko adındaki tüccar, katliam sırasında Yeni Zağra'da kumandan olan daha sonra Edirne Valisi yapılan Rauf Paşa tarafından Polis Zâbiti tayin edilir (Raci Efendi, 169-171). Köylerde, çiftliklerde Müslümanlar, “kolları bağlı olduğu halde, kurşun, bıçak ve sopa ile işkencelerle” öldürülürler. Bir Bulgar, “minare şerefesinde gayda çalarken yere düşüp telef olur” (Raci Efendi, 172, 174). Yağma, vahşet kol gezmektedir. Kızanlık çevresinde Bulgarlar, “Siz cepken giymeyi seversiniz” diye “delikanlıların kollarını ve pazularını cepken gibi” yüzerler. Öldürdükleri masumların ağzına, “yoruldun bir sigara iç” diye “tenâsül aletini kesip” sokarlar. İçki meclislerinde, “Hangisi semiz” diye yokladıkları masumların kol ve baldırlarından, “külbastılık” keserler. Bir müderrisi, “göğsünde ateş yakıp” öldürürler. Bir köy papazı, “genç bir kadının memelerini keserek kanıyla ellerini” yıkar, “bir takım aileleri ise, kapılarını çivileyerek, evleriyle birlikte” yakarlar. Karlova'da ayin günü Papaz, cemaatine bir demet gül göstererek, güllerin nasıl yetiştirildiğini açıklar: “Bu güller Müslüman çocuklarının kanlarıyla sulanmış kilise bahçesindeki bir gülün kırmızı çiçeğidir” (Raci Efendi, 176-177, 179).

Bir sorgulamanın burada mutlaka yapılması gerekmektedir. Balkan halkları, aslında Osmanlı yönetimi ile kimliklerini bulmuş, kişiliklerini kazanmışlardır. Sırp'ın Sırplığını, Bulgar'ın, Rumen ve Yunan'ın varlıklarını sürdürebilmesi Osmanlı ile mümkün olabilmiştir. Çünkü Türk fethinin ulaşmadığı yerlerde, Katolisizm tahakkümü, onları neredeyse tek tipleştirmiştir. Peki Bulgarları, asırlarca birlikte yaşadıktan sonra ellerine geçen fırsatı, bu kadar insanlık dışı, canavarca değerlendirmeye yönelten sebep nedir? Eski Zağra Müftüsü, bütün bunların, “Kırım Muharebesinden beri genç Bulgarların zihinlerine yerleştirilen, taassup, düşmanlık ve intikam fikirlerinin neticesi” görmektedir. Rus ve yanlarına aldıkları Sırp, Ulah askerleri, “her nereye girdiyse oranın Bulgarları kudurmuş yaban canavarına” dönmüşlerdir (Raci Efendi, 178). 93 Harbi'nde görülemeyen afet, Balkan Harbinde tufana döndürülerek başımıza getirilecektir. Alınmayan her tedbir, çıkarılmayan her ibret dersi, felâkete dönüşerek üstümüze çökecektir. Vatanından âvâre olup, göç yoluna hasta ve çaresiz düşenler, yalın ayak, çıplak, yollara düşen sabîler, kucaklarda taşınamaz hale gelince karlar üstünde inci tanesi gibi kalan çocuklar, karda donup kalan hesapsız insanlar, kervan halinde perişan giderken yetişilerek öldürülen, soyulan, yakılan mazlumlar, sanki otuz beş yıl sonraki Balkan vahşetinin provaları gibidir. İstanbul'a dalga dalga ulaşan göç kafileleri, onların âh ü enînleri gafletimizi gidermez. Kalemin gözyaşı olarak dökülen “Hicretnâme”ler, bizi uyandırmaz.