Zaten görünen bedenler,
Sonunda gitmek için kurulmuştu.
Fakat, mana ebediyyen,
Neşeli bir halde yaşayacaktı.
Hz. Mevlâna bir gün dostlarına;
“Bizim müritlerimiz türbemizi,
Uzak mesafeden görünecek,
Yüksek şekilde yapsınlar.
Bizim türbemizi görenler,
Aşkla, tam teslimiyetle, doğrulukla,
Türbemize gelip ziyaret ederse,
Yüce Allah, dileğini yerine getirir.
Zamanı geldiğinde türbemiz,
Konya’nın orta yerinde kalacak,
Gayette mamur olacak,
Mesnevi’miz, insanlara, mürşitlik edecek.”
Sultan-ül Ulema Bahaeddin Veled Hz.leri,
Sarayın gül bahçesine defnedilmişti,
Hz. Mevlâna’da o bağın, en nadide gülüydü,
Ayrı duramazdı bağından, ceddi babasından.
İki gönül sultanı,
Gül bahçesinin en nadide gülleri,
Ayrı düşmez, ayrı olamazlardı,
Bir an olsun ayrılmayan mana üstadları,
Allah erleri, kabir komşusuda olmalılardı.
Türbe, dört fil ayağı üzerine oturan,
16 dilimli, dışı çinili, içi kalem işi olan,
Nakışlarla süslü bir yeşil kubbe olarak,
İnşa edilmiş, yüksekçe türbe olmuştu.
Üzerine konacak ahşap sandukası,
Fırınlanmış ceviz ağacından, oymaları yapıldı,
Baş tarafına Ayet-ül Kürsi yazıldı,
Altına da, Sadrettin Konevi tarafından kitabe yazıldı.
Sultan Veled ve Hüsameddin Çelebi de,
Mevlâna'nın Divan'ı Kebir’inden gazeller,
Mesnevi’sinden de beyitler seçtiler,
Sanduka oyularak işlenmeye başlandı.
Kitabi Arapça, edebi bir üslupla yazıldı,
Alt tarafına da yazılar yazıldı,
Sandukanın arka yüzünde,
Ölüm tarihi ile sandukayı yapan sanatkarların i̇simleri.
Sandukanın yan cephelerinde Hz. Mevlâna'nın,
Gazelleri ve Mesnevi beyitleri yazıldı,
Yapılmasına vesile olanlar,
Allah rızası ve Mevlâna’ya olan sevgileriyle yaptılar.
Alamettin kayser,
Emir Pervane ve karısı Gürcü Hatun,
Tebrizli Bedreddin mimarı,
Selimoğlu Abdülvahid,
Türbenin iç süslemelerini yapanlardı.
Konyalı Genak oğlu,
Hüsameddin Muhammed,
Sanduka işlemesini yapan,
Usta marangozuydu.
Mevlâna Hazretlerinin vefatından,
Birkaç ay sonra türbesi, yapılmaya karar verildi,
Yeşil kubbeli türbesi herkesin beğeneceği şekilde,
Uzaktan görülecek güzellikte,
Hz. Mevlâna’nın isteği gibi, yüksekçe yapıldı.
Öyle bir dostsun ki sen,
Yüzyıllar geçsede çağıransın,
Yüz bulamaz, insan suçlanır, kaçar hatalarından,
Ama sen, ama sen, suçun bu demeden, Gel diyorsun!
Gel ne olursan ol yine gel!
Kalbinin, sevginin, hoş görünün boyutu,
Asırları devirip bu günlere gelmiş,
Peygamberin Muhammed’i (sav) bir sevgiyle seslenip,
Her millete, her insana sesini duyurup,
GEL DİYE! Çağırmakta,
HAMDIM, PİŞTİM, YANDIM demektesin!..