ZOR DÖNEMLERİN DİYANET REİSİ, AHMET HAMDİ AKSEKİ

Avrupa'da 17. yüzyıldan başlayarak yayılan materyalist, pozitivist ve din karşıtı görüşler 20. yüzyılın başında Türkiye'de de kimi insanlar tarafından savunulmaya başladı. Bu kişiler Osmanlı devletinin çöküşünden yola çıkarak Avrupalılar gibi “bizi din geri bıraktı.” türünden iddiaların sahibi oldular. Dine karşı sürdürülen bu taarruz siyasi ve ekonomik desteği de arkasına aldı. Dinî eğitimden, dinî yaşayışa ve dinî neşriyata varıncaya kadar çok mahrumiyetler yaşandı. Bu zor zamanlarda Müslüman Anadolu insanı; Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır, Ahmet Naim Babanzâde, Kamil Miras, Mehmet Akif Ersoy, Ahmet Hamdi Akseki, Hasan Basri Çantay, Süleyman Hilmi Tunahan ve Said Nursî gibi âlimlerin eserleri sayesinde İslam'ı öğrenme imkânı elde etti. Başta çocuklar ve gençler olmak üzere herkes Kur'an'ı, Peygamberimizin hadislerini ve günlük hayatımızı düzenleyen İslam ilmihâlini öğrendi. Böylece Müslümanlar inançsızlık telkin eden kara propagandalara mağlup olmadı. 

Ahmet Hamdi AKSEKİ, Osmanlı imparatorluğunun son dönem, Türkiye Cumhuriyeti'nin ise ilk dönem âlimlerindendir. Yani bir geçiş dönemi âlimidir. 

Ahmet Hamdi Akseki, 1887 yılında Antalya'nın Akseki ilçesine bağlı Güzelsu (Sülles) nahiyesinde doğdu. İlk eğitimini bir cami imamı olan babası Mahmud Efendi'den aldı. Köyünde bulunan medreseye devam etti ve küçük yaşta Kur'an-ı Kerim'i ezberleyerek hafız oldu. 14 yaşlarında iken babası onu Ödemiş'e götürdü ve Karamanlı Süleyman Efendi Medresesi'nde tahsil hayatına devam etti. Burada Arapça, Hadis, Tefsir, Akaid, Fıkıh, Farsça gibi dersleri okudu. O dönemde her ilim yolcusunun âdeti üzere Ahmed Hamdi de İstanbul'a geldi. 1905 yılına geldiği İstanbul'da Daru'l-Funun Ulum-ı Aliye-i Diniye Şubesi'nde 3 sene okudu ve ardından Daru'l-Hılafeti'l-Aliye Medresesi' ni de bitirerek buradan mezun oldu. Daha sonra Medresetu'l-Mutehassısında okudu. Bu arada Mehmet Akif Ersoy'dan Arap edebiyatı derslerini de aldı. Akademik sınavları vererek 32 yaşında dersiam (üniversite hocası) oldu. Bütün okulları birincilikle bitirdi.

Önce Sırat-ı Müstakım ve daha sonra Sebilürreşad dergilerinde yazmaya başlayan Akseki, Heybeliada Mektebi'nde de dersler verdi. Bu sırada İstanbul'un farklı camilerinde vaaz verdi. Milli Mücadele yıllarında Anadolu'yu dolaştı. Vaaz ve konferanslarla halkı bağımsızlığa, düşman işgaline karşı bilinçli olmaya ve işgalcilerle mücadele etmeye çağırdı.1922 yılında Tedrisat Umum Müdürlüğü'ne tayin oldu. Bu görevi sırasında medreselerin müfredat programlarını ıslah etmek için adımlar attı, raporlar hazırladı ve görev süresi içinde Darülhilafe Medreselerinin sayısını 13'ten 38'e çıkardı. 1924 yılında İstanbul Darülfunun İlahiyat Fakültesi bünyesinde hadis hocalığına tayin olunan Ahmed Hamdi Akseki, aynı zamanda Diyanet İşleri'nin ilk başkanı Rıfat Börekçi'nin isteği ile Diyanet İşleri bünyesinde Müşavere heyeti üyeliğine atandı.

1924-1951 yılları arasında Diyanet'te çeşitli üst düzey kademelerde görev yapan Ahmed Hamdi Akseki'nin, Diyanet'te görev yaptığı yıllar Türkiye'de dinî açıdan mahrumiyetlerin yaşandığı bir dönemdir. Bununla birlikte Akseki, din hizmetleri alanında kalıcı adımların atılmasını sağlayan önemli bir isimdir. Nitekim o, 1925 yılında çıkartılan kanuna dayanarak Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır'ın “Hak Dini Kuran Dili” ve Sahih-i Buhari'nin tercümesinin bastırılması konusunda büyük gayret gösterdi. Bu iki eserin yazdırılması onun Türkiye'ye yaptığı önemli hizmetlerdendir. 

Ahmed Hamdi Akseki, “dinin millileştirilmesi” projesi kapsamında ibadet dilinin Türkçeleştirilmesi, Kuran'ın Türkçeleştirilmesi gayretlerinin ve tartışmalarının yoğun biçimde sürdüğü dönemlerde Diyanet'te üst düzey yetkili idi. O, bu zorlu dönemde 1939 yılında Diyanet İşleri Başkan yardımcılığına getirildi. Ardından 1947 yılında da Diyanet İşleri Başkanı Şerafettin Yaltkaya'nın vefatı üzerine Diyanet reisi oldu. En önemlisi kararlı ve mücadeleci kişiliğinin yanında ufuk sahibi bir âlim portresi çizdi. Bir dönem İstiklal Mahkemesinde de yargılanan ve suçsuz bulunan Akseki, Şerafettin Yaltkaya'nın başkanlığı zamanında  “Namaz kılarken Kuran'ın Türkçe okunması” ısrarına olumlu yaklaşan ve bu konuda fetva veren başkan Şerafettin Yaltkaya'ya rağmen “Kuran'ın ibadette Türkçe okunamayacağını” söyledi. Hazırladığı raporda bu tür bir uygulamanın doğru ve mümkün olmadığını belirtti ve şiddetle bu teklife karşı durdu. 

1933'te Milli Eğitim Bakanı olan Hikmet Bayur anlatıyor: “1933'lerde T.C. Diyanet İşleri Reisi Rıfat Börekçi olduğu halde bütün yetkiler A. Hamdi Akseki'nin elinde idi. Kendisini bakanlığa çağırdım. İsmail Hakkı İzmirli ve Şerafettin Yaltkaya'nın Arapça'dan başka bir dille Kur'an okunmasını caiz gören İmam Azam'ın ictihadı ile ilgili yazılarını göstererek mezhebini sordum ve 'Hanefi misiniz?' dedim. Bu durumu fark eden ve çağrılış sebebini sezen Akseki, soruma sadece “Müslümanım” şeklinde cevap verdi. Soruyu hangi biçimde sorarsam hep aynı cevabı verdi. Bunun üzerine Ebu Hanife'nin Arapçadan başka dillerde namazda Kuran'ın okunacağı konusundaki ictihadı ile İsmail Hakkı İzmirli için “Hocamdır ama isteğe göre fetva verir.” dedi. Şerafettin Yaltkaya hakkında bir şey söylemedi. İmam-ı Azam'ın ictihadı hakkında “O içtihadından rücu etmiştir.(dönmüştür)” dedi.

Akseki, bütün bu müspet gelişmelere paralel olarak ülke genelinde âdeta bir din hizmeti seferberliği başlattı. Teşkilata gönderdiği genelgelerle cami hizmetlerine artık daha fazla ihtimam gösterilmesini, bilhassa irşad hizmetlerine ağırlık verilmesini talep etti.

Ömrünün sonuna doğru “Din Tedrisatı ve Dinî Müesseseler Hakkında Bir Rapor” başlığı altında muhteşem bir rapor hazırladı. 18 Aralık 1950'de bu çalışmayı ilgili devlet ve hükümet makamlarına gönderdiği gibi ayrıca bir broşür olarak yayımladı.”

Tek parti döneminin zorlu yıllarında bu türden hareketlere karşı cesur ve kararlı bir duruş sergileyen Ahmet Hamdi Akseki, hiçbir zaman nabza göre şerbet veren, zikzaklar çizen ve başkalarına hoş görünmeye çalışan bir din âlimi değildir. Cumhuriyet öncesi ve sonrasındaki görüşleri tutarlıdır.

'İslam Dini' kitabı, alanında tek olma özelliği taşıyan ve Cumhuriyet tarihinin resmi makamlarca çıkartılmasına müsaade edilen bir kaç kitabından biridir. (Bunlardan biri Elmalılı Hamdi Yazır'ın Hak Dini Kur'an Dili Tefsiri diğeri ise Babanzade Ahmet Naim ve Kamil Miras'ın tercüme ettiği Tecrid-i Sarih Tercümesidir.) Kitap, dinler tarihi ve mezhepler, itikat ve ibadetin yanı sıra İslam ahlakından bahseden, İslam'ın ana kaynaklarından yararlanarak hazırlanan değerli bir eser, ciddi bir boşluğu dolduran kıymetli bir hazinedir. Yine hocası Mehmet Akif Ersoy'un da bir Kur'an-ı Kerim tercümesi hazırlaması teklifini mecliste kabul ettirmiştir. Onun bu iyi niyetine rağmen, Akif Türkçe mealle Türkçe namaz kıldırılacağı, sözde dinde reform yapacağını iddia edenlerin kötü emellerini boşa çıkarmıştır. Mealini Yozgatlı İhsan Efendiye teslim etmiştir.

Acaba Peygamber varisi âlimlerden Ahmet Hamdi Akseki'ye bu kadar dini ve milli hizmetine karşılık yeterince vefa gösterebildik mi? denirse  'Hayır' deriz. Onun adına bir cami yapmakla veya kitaplarını basmaya devam etmekle tam bir vefa örneği sergilediğimiz söylenemez. En sıkıntılı dönemlerde, kelle koltukta elliden fazla kitaba imza atmış bir âlime karşı daha fazla ihtimam göstermemiz, hatırlamamız gerekir. En azından kendi el yazısıyla yazdığı kitaplarının aslının bulunması ve ilim âlemine kazandırılması önemli hizmetlerden birisi olacaktır. Ayrıca basıma hazırlandığı halde şimdilik kayıp olan kitaplarının bulunarak bastırılması da yine güzel bir hizmet olacaktır. Yine örnek hayatı ve yaşayış tarzı ile ilgili kitapların yazılması, filmlerin çekilmesi, adının okullara, Kur'an Kurslarına ve değişik mimari eserlere verilerek vefa örneği göstermek, genç nesilden de yeni büyük âlimlerin çıkmasını teşvik etmek adına güzel bir hizmet olur diye düşünüyorum.  Selam ve dua ile kalın. Vesselam!