Tarih, değişik toplumlarda ve farklı zamanlarda meydana gelen vakaların tekrarlanarak birbirine zincirlenmesiyle oluşan bir döngüden ibarettir. Tarih mazide yapılmış, şuanda öğrenebileceğimiz ve geçmişe bakabileceğimiz bir dürbündür. Geçmişteki ibretlik hikâyelerle, bugünümüzü aydınlatan bir ışıktır.

Tarihte devletler ne ektiyse, onu biçmişlerdir. Sözlük anlamı olarak tarih; “Toplumları, milletleri, kuruluşları etkileyen hareketlerden doğan, olayları zaman ve yer göstererek anlatan, bu olaylar arasındaki ilişkileri, daha önceki ve sonraki olaylarla bağlantılarını, karşılıklı etkilenmeleri, her milletin kurduğu medeniyeti inceleyen bilim.” demektir. La Bruyere; “Büyük adamlar tarihi, tarihte büyük adamların yaptıklarını süslemiştir.” diyerek, atalarımızı işaret etmiştir.

Mehmet Âkif ERSOY bir dörtlüğünde;

“Müstakbeli bul sen de koşanlarla bir ol da

Mâzisi fakat yıkmaya kalkışma bu yolda

Ahlâfa döner korkarım eslâfa hücûmu

Mâzisi yıkık millet âtisi olur mu?” demiştir.

Tarihi eserler zamanın yaşayan mazisidir. Günümüze ulaşmış en mühim miraslardır. Tarihi anlamak çevremizi keşfetmekle başlar. Onlarca hatıranın hayatımızı süslemesi, geçmişle aramızdaki perdelerin aralanmasıdır. Binaenaleyh bu yapıtların korunması ve hiçbir maddi amaçla tahrip edilmemesi çok önemlidir.

Yüzlerce hikâye ve efsaneyi barındıran cansız ama hâlâ içinde kocaman yaşanmışlıklarla günümüze gelmiş, geçmişin izlerini barındıran mekânlardır. Hayatın o kadar da basit olmadığını haykırıp, mazi ile gelecek arasında köprü olup bugünümüze bağlanırlar.

Kilitli kapılar ardına gizlenmiş, birinin çilingir çağırmasını bekleyen onlarca geçmiş izi vardır hayatlarımızda... Tarih o kadar basit olmadığı gibi onu günümüze taşıyan eserlerde çok önemli bir yer tutar. Tarih; devletlerin yoluna kırmızı halı serip, yol göstermek görevini üstlenmiştir anlayana. Gideceğin yolun önceden deneyimlerle tescil edilmiş, ibretlerle ve yaşanmışlıklarla önümüzü aydınlatan, upuzun bir yolun ucundan kıyısından hayata ilk adımı atmaktır.

Bundan dolayı zevkiselim bir iradeyle bezenmiş bu yapıtlar, geçmişin ruhunu taşıyan kalbiselim atalarımızın inşa edip, bize yol göstermelerine yarayacak en olağanüstü eserlerdir. Bu tarihi eserler dedelerimizin ne kadar aklıselim olduğunu bize ispatlamıştır.

Hayatlarımızın kıyısında köşesinde saklanmış, hâlâ hikâyeler ve efsanelerle anılan tarihi eserleri günümüzün her köşesine anlam kazandırması için kullanıyoruz. Özel hayatlara da değen bu eserler aşkı, sevgiyi anlatmakta da birinci derecede rol oynuyor. Mimar Sinan'ın yaptığı şaheserler, aşkın inceliklerini içinde barındırmaktadır. Her dokunuşunu sevdadan alan bu yapıtlar hikâyeleriyle geçmişi günümüze taşımaktadır.

Mevlana'nın manevi aşkı, Konya'nın dört bir yanını sarmış buram buram aşk kokmaktadır. Tarihi eser deyip geçmeyin hepsi yaşayan ve ölümsüz izlerdir. Her birinin menkıbesi farklı olsa da içinde kâinatın vicdanını barındırır. Geçmişin yıkıntıları, bugünün uyarılarıdır. Hazır, elimizin altında duran kılavuzlardır. Tarih okumayan millet, pusuladan anlamayan kaptana benzer. Karaya oturması an meselesidir. Dünü bilmeyen, bugünü anlayamaz, bugünü anlayamayan yarını inşa edemez.

Kâzım Paşa bir sözünde; “Bir çınar için toprak altındaki kökleri ne ise -ve bu kökler kurudukça çınar nasıl kurumaya başlarsa- bir millet içinde tarih odur. Tarihini bilen millet, kökü sağlam çınar gibidir. Zamanla eski âdet ve anânesini, yaşayış tarzını unutan, tarihini bilmeyen, ecdâdının neler yapmış olduğundan haberi olmayan bir millet, kendini ayakta tutan köklerinden bir kaçını kurutmuş demektir. Tarih okuyarak, onu sulamak lâzımdır” der. Tarih, hudutsuz bir ummana dalmak, içindeki incileri keşfedip hayat zenginliğine kavuşmaktır.