Uzaklarda bir yerlerde beni bekleyen sevgi umutları var. 

Benim ulaşmamı, çaba sarf etmeni arzulayan… Bir kuşun, soğuk iyiden iyiye kendini hissettirdiği zaman, sıcak diyarlara göç ettiği gibi bir ihtimal yok elimde… Gerektiğinde heybetiyle tüm dünyaya meydan okuyan, doruklarındaki karlarla, sıcacık hayallerimi üşüten o dağı, yalın ayak tırmanarak geçmem gerekiyor.

Hangi güzellik önümüze sıcacık bir anne yemeği gibi gelmiş ki?.. Bu da bize hayatın cilvesi olsa gerek. Kendinden vereceksin ki, oda bağrından koparıp sana sunsun güzelliklerini…

İp baskısını anımsatıyor hayatlarımız… Hani küçükken; bir parça patik ipini rengârenk boyayıp, ikiye katladığımız kâğıdın içine zikzak yerleştirdikten sonra üzerine baskı uygulayıp, dışarıda bıraktığımız küçük bir parçasından tutup hızlıca çekerek; ebrulî, değişik desenler oluşturduğumuz ve buna hayranlıkla baktığımız o ip baskısı var ya hah onu diyorum işte…

Bin bir renkle bezeli hayallerimizi: Hz. İsmail gibi; gönülden, tereddüt etmeden kendimizle adamalıyız ki Rabbe, O’da; o keskin bıçağın ağzını köreltip bize nimet sunsun. Sevdiğimiz şeyler er ya da geç bir gün elimizden kayıp gidecek. Umudumuzdur bize daima yoldaşlık edecek... 

Bir hikâye de şöyle anlatılır; “Günün birinde Franz Kafka rutin yürüyüşlerini yaptığı parkta küçük bir kıza rastlamış. Kız ağlıyormuş. Oyuncak bebeğini kaybetmiş ve bu onu oldukça üzmüş. Kafka bebeği onun yerine aramayı önermiş ve ertesi gün aynı noktada buluşmak üzere sözleşmişler. Bebeği bulamaması üzerine Kafka küçük kıza bebeğin ağzından bir mektup yazmış ve buluştuklarında kendisine okumuş: “Lütfen benim için kederlenme, dünyayı görmek için uzun bir yolculuğa çıktım. Sana başımdan geçenleri anlatacağım.” Bu birçok mektubun ilkiymiş. Kafka küçük kızla her buluştuğunda sevgili oyuncak bebeğin hayali maceralarını özenle yazdığı mektuplardan ona okurmuş. Küçük kız da bu şekilde avunurmuş. Derken gün gelmiş, görüşmelerin artık sona ermesi gerekmiş.  Kafka son görüşmede kıza bir oyuncak bebek getirmiş. Küçük kız, aslında oldukça farklı olan oyuncak bebeğe şaşkınlıkla bakakalmış. Bebeğe iliştirilmiş bir not kızın şaşkınlığını gidermiş: “yolculuğum beni çok değiştirdi.” 

Uzun yıllar sonra artık yetişkin olmuş olan küçük kızımız, gözü gibi baktığı bebeğinin, gözünden kaçırdığı bir çatlağının içine sıkıştırılmış bir mektup bulur. Kısaca şöyle yazmaktadır: “Sevdiğin her şeyi er ya da geç kaybedeceksin ama sonunda sevgi başka bir surette geri dönecek.

Allah-ü Teâla buyurmuyor mu? “Olur ki hoşlanmadığınız bir şey sizin için hayırlı olur. Olur ki sevip arzu ettiğiniz bir şey sizin için şerli olur. Gerçeği Allah bilir, siz bilmezsiniz.”(Bakara suresi, 216)

Kim bilir belki de kaybetmek, başka bir şeyi kazanmaktır. İsteğini Rabbine adamadıktan, tamamen teslim olmadıktan sonra, tevekkül etmedikçe bizim için hazırlanan güzelliklere de sahip olamayız. 

Orucu düşündüğümüzde, bizim elimizin altında olan nimetlerden mahrum bırakılmamız belki kötü bir şey gibi anlaşılabilir. Fakat oruç, başta mide olmak üzere, kalp ve damarları, dolaşım ve sinir sistemini korumamızı sağlayan bir dönemdir. Bütün vücudu yorup hastalamak mı, yoksa dinlendirip sıhhate ulaşmak mıdır doğru olan?

Çıktım yine yollara Anka gibi... Sıralandı birbiri ardına vadiler. Hedef Kaf Dağıydı. Yoldaşların kimi düştü, kimi dayanamadı. Bilmem ne kadar gittiğimi, Şaşkınlık Vadisine varınca anladım. Son vadi olan Yokoluş’ta kendimi aradım. Ve anladım ki şaşkınlık ve yok oluşu da yaşadıktan sonra yollara devam etmek, umut ile uçmayı sürdürmek; kendi küllerimizden doğmak için tüm hayallerimizi yakmadıkça, her birimiz birer Anka olmayı göze alamadıkça bataklığımızda, tüneklerimizde ve kafeslerimizde yaşamaktan kurtulamayacağız. Amaç vadiler aşmak değil kendini feda etmek imiş. Vesselam.