Bir süre sonra bir eli tutmakla bir ruhu sevgiyle zincirlemek arasındaki farkı öğreniyorsun. Ve zorlukları başın dik, erken yaşanmışlıklarla atlatıyorsun. Bir çocuğun tebessümü ve bir yetişkinin zarafetinin birleşimi gibi! 

Bugünü yaşayarak, ilerlemesen de, ileriye bakmayı öğreniyorsun. Yarın ile ilgili her şey belirsiz lâkin bugünün izlerinin yansımaları ufak da olsa önünü aydınlatmana yarıyor. Başka birinin sana çiçek sunmasına gerek duymadan, yerdeki pırıltılarla kendi bahçeni süsleyebiliyorsun. 

Çocuklar cennetten aramıza misafir olmuş, hayatımızı renklendiren pırıltılar, yaşama sunulan naif çiçekler! 

Bu yazımda sizlerle geçtiğimiz hafta yaşadığım bir anımı paylaşmak istiyorum. Ben aynı zamanda okul öncesi öğretmenliği yapmaktayım. Bu mesleğe başladığım günden itibaren hayatta çoğumuzun tatmadığı güzel duyguların içime nüfuz ettiğini hissetmeye başladım. 

Gün geçtikçe çocuklar birer evladım oldu. Bugüne kadar hissetmediğim şeyler hayatıma bir anda hücum etti. En büyük yardımcılarım sabır ve sevgi oldu. İnsan evlenmeden de çocuk sahibi olabiliyormuş meğer...

Şimdilerde, öğretmenlere toplumun neden bu kadar önem ve değer verdiğini daha iyi anlar hale geldim. Gerçekten olağanüstü bir görev! Onlarca çiçeğin güneşi siz oluyorsunuz. Onlar yapraklarını yaya yaya tüm güzelliklerini size açmaya başlıyor. Siz de tek tek ışınlarınızı o naif yapraklara dokundurmaya çalışıyorsunuz.

 Bir süre sonra ebeveyn olmuş gibi hissediyorsunuz kendinizi! Hani küçükken minicik ağzımızla “Öğretmenim canım benim, canım benim! Seni ben pek çok, pek çok severim. Sen bir ana, sen bir baba; her şey oldun artık bana!” diye melodiye kendimizi kaptırarak bir çocuk şarkısı söylerdik ya, bunun anlamını küçüklüğümüzde tam manası ile hissetmesek de öğretmenler gönülden derin derin hissediyormuş meğer! 

Bu duyguları o zaman biliyor olsaydım öğretmenlerimi üzmek ne kelime, incitemezdim bile! Çünkü bir süre sonra tek mutluluk kaynağı insanın talebeleri oluyor. Şöyle diyeyim çikolata, çocukların yanında halt etmiş!.. Onları gördüğünde yüreğine doludizgin gelen mutluluğu hissedince anlıyorsun. 

Geçtiğimiz günlerde çocuklarımla ders işledikten sonra biraz ara verdik. Konuşmaya ve serbest kalmaya ihtiyacımız var haliyle! Velhasıl kelam böyle bir zaman da kızlarımdan biri gelip sıkı sıkı belime sarıldı. Başını gövdeme yasladı, ben de kollarımla sardım onu! Ve derin bir nefes aldıktan sonra yüzüme döndü, gözleri pırıl pırıl parlıyordu. Tebessüm ederek, “Öğretmenim, sen tıpkı annem gibi kokuyorsun, sen de annemin kokusu var. Sen benim canımsın canım!” dedi. 

Bu vakayı yaşarken ne söyleyeceğimi bilemedim. Sanki tüm kelimeler anlamlarını kaybetmiş, kendini bir sükûta hapsetmişti. Kelimelerime tercüme sadece gözlerime dolan mutluluk yaşları ve sıkı sıkı sarıldığım ufacık bir beden oldu. 

Onlar benim yerdeki pırıltılarım. Hayatın tüm çirkinliklerine ve karanlık yüzlerine rağmen benim yolumu, gönlümü aydınlatan! Ne kadar şükretsem bu nimet için şükranımı belli edemez. 

İnsanın içinde candan ötürü bir can da yaşayabiliyormuş. Senin parçan olmasa bile senin izlerini taşıyan, seni en sevdiği gibi benimseyen ufacık bir yürek, mutluluğunun anlamı oluveriyormuş. Çocuklar insanların başına gelen en güzel ve değerli mucizeler! 

Onlar bizim geleceğimizi adım adım ileriye götürecek olan soyları hiçbir zaman tükenmeyecek çiçeklerimiz! İlmek ilmek işlediğimiz en güzel gönül parçamız! Öğretmenlik ise çok büyük bir nimet!

Sürç-i lisan ettiysem af ola! Gönlünüze, ufak bir yüreğin sevgisinin dokunması dileğiyle! Çocukluk peşinizi, mutluluk yakanızı hiç bırakmasın.