Ali Işık tarafından kaleme alınan Geçmişten Günümüze Konya’nın Gülleri Deliler,Meczuplar adlı kitabında Konya’nın güllerini anlatmaya devam ediyor. Ali Işık Konya’nın Güllerini tek tek kaleme alınarak hatıranı günümüze aktarıyor. Geçmişten Günümüze Konya’nın Gülleri Delileri, Meczupları yazarı Ali Işık, Öksüz Mehmet, Ahmet Ağa , Sait Ağa, Miyase’nin Oğlu’nu  ve Bastonlu Meczup: Mehmet Ağa’yı bakın şu şekilde anlatıyor. 

ÖKSÜZ MEHMET

Çocukluk ve gençlik yıllarımın yakın arkadaşıydı Öksüz Mehmet.Ermeni Tehciri sıralarında sokakta bulunmuş ve Hediye abla adında bir kadın alıp büyütmüştü. Bu sebeple Ermeni asıllı olduğu söylenirdi. On, on iki yaşlarındayken hem  Kuran’a çalışır hem de sabahları çörek satardı.Bu sebeple kendisine “ Çörekçi” de denilirdi. Hacı Veyis Efendi’den ve oğlu Hacı Mustafa Efendi’den kuran dersleri almış, hafız olmuştur.Bu arada da Zekai Efendi’den de usul dersleri almış, daha sonra İstanbul’a giderek Ortaköy camilerinden birinin müezzini olmuş ,sekiz on yıl orada kalmıştır.Sonra Konya’ya dönmüş, süt Tekkesi Camii’nin imamlığına getirilmiş,b görevdeyken de aklı dengesini yitirdiği sanılmıştır. Bunun sebebi son zamanlarında kendisini tamamen tasavvufa kaptırmasıdır.Ve yine bu sebeplerdir ki,camiyi cemaati terk etmiş,en sevdiği arkadaşlarından bile kaçar olmuştur.Eşi, onun bu haline dayanamamış evini terk ederek kardeşinin yanına gitmiş, rahmetli Öksüz Mehmet, gözlerden uzak yerlerde dolaşır olmuştur. Emeklilik aylığından aldığı çok az para ile karnını doyurmuş, önceleri pek temiz giyinen merhum, üstünü başını ihmal eder olmuştur. Bundan üç dört yıl önce ve bir kış mevsiminde, kiraya verdiği evinin bodrum katında uyurken sessiz sedasız vefat etmiştir. Rahmetli Öksüz Mehmet’in tatlı ve yanık bir sesi vardı. Kuran-I Kerim-i pek güzel kıraat eder, güzel Mevlid okur, pek çok ilahi bilirdi.

AHMET AĞA

Merhum Selçuk ES, “Büyük Konya Ansiklopedisi” adlı uzun tefrikasında Ahmet Ağa’ya dair şu bilgileri verir: “Ahmet Ağa (Hacı ): Otuz-kırk sene evveline gelinceye kadar çarşı esnafının iyi tanıdığı ve hürmet ettiği çarşı meczublarından bir şahıstır. Ahmet Rasih İzzet Koyunoğlu ağabeyimizin ifadesine göre bu şahıs sabahları çarşıda elinde ufak çapta bir lengeri ile Bakkalları,sebzecileri dolaşır buradan aldığı çeşitli kuru, yaş sebzelerle kasaplara geçer oradan verilen yağlı et parçalarını hep bir araya karıştırır. İhtisab şadırvanında temizce yıkadıktan sonra hangi fırına tesadüf ederse orada pişirtir,iki ekmek de alarak yaz günleri koyu bir gölgelikte, kış günleri esnaf kahvesi köşelerinden birine çekilir,karnını doyurur,akşama doğru yatacağı yerine giderdi. Bu adam hakkında kesin bir bilgi yoktur. Yalnız Koyunoğlu ağabeyimizin ifadesine göre bu zatın evvelce Konya’da ticaretle iştigal ettiğini, hac farizasını ifadan sonra Konya’da uzun yıllar ticaret sahasında çalıştığı, Birinci Dünya Savaşı yıllarında iflas etmesi ile aklı muvazenesini de zayi ettiğini söylemiştir. Tahminen 1935 yılları sonunda ölmüştür.” Mahmut Sural da merhum eğimci-Yazar Memduh Yavuz Süslü’den duyduğu onun bir kıssasını şöyle nakleder: Ahmet Ağa’nın komşularından birisi hacca gitmiş. Takdir edersiniz ki o dönemlerde Konya’dan hac yolculuğu pek uzun sürerdi. Hacı adayı Mekke’ye varmış, bir yere yerleşmiş tavaf gününü beklediği sıralarda bir gün canı Konya’nın ünlü un helvasını çekmiş ve: “Ah bir helva yapan olsa da yesem” diye düşünmüş. Ahmet Ağa o gün hacı adayının buradaki evine giderek, evin hanımına: “ Canım helva çekti. Bolca bir helva pişir,çıkıla, bir saat sonra gelip alayım” demiş ve sıvışmış.Kadın: “Mahallenin yoksulu , canı pek çekmiştir” demiş, bir saat içerisinde helvayı pişirip, bakır iri bir lengeriye koyup çıkınlamış ve Ahmet Ağa’ya vermiş. Mekke’deki hacı adayı, yatsıyı kıldıktan sonra kaldığı yere gelince bir çıkın görmüş açmış,bakmış… Ne görsün? Biraz önce canının çektiği un helvası değil mi!... Şaşmış ve helvayı yemiş. Adamcağız hacdan döndükten sonra eşi olan hanım helva çıkınını hacının eşyaları arasında görünce şaşırmış, “Efendi, bu çıkını nereden aldın? diye sormuş. Hacı olanları anlatınca kadın şaşalamış, o da Ahmet Ağa’nın istediği helvayı hatırlayıp kocasına anlatmış.

SAİT AĞA

Yine kırk yıl önce vefat ettiğini sandığım bir de Sait Ağa vardı. Onun da üstü başı düzgün ve bakımlı idi. Bembeyaz sakalı kırmızıca yüzüne pek uygun düşer ve adamı güzelleştirirdi. Çokça mahallelerde dolaşır, kim ne verirse alır, fakat kimseden bir şey istemezdi.Sait Ağa’yı gören çocuklar etrafına  dolar: “Bizi sektir Sait Ağa” diye bağrışırlardı. Rahmetli Sait Ağa o yaşlı hali ve iri cüssesiyle çocuklaşır , bir çocuğun iki elinden tutarak” hop hop” diye çocuğu zıplatır ve sektirirdi.Çocuklar: “ Beni de beni de…” diye bağrıştıkça sektirmekte olduğu çocuğun elini bırakır, bir diğerinin ellerinden tutarak aynı tempoyla onu sektirmeye başlardı.

MİYASE’NİN OĞLU

Konya’nın bayan güllerinden Miyase’nin biricik oğludur. Adı Hüseyin olmasına rağmen “Miyase’nin oğlu” olarak tanınmıştır. Üzerine, eski madeni paralar dikilmiş bir palaskaya bağlı iki omuzlarından çaprazlama geçirilmiş yine iki kılıç taşır, külot pantolonunun paçaları içeride kalmak üzere,uzun boğazlı siyah yün çorap giyerdi. Bu çorap çizme yerine geçerdi. Ayağında da vaketadan yapılmış yemeni bulunurdu. O da sabahın erken saatlerinde çarşıya çıkar, sebze ve meyvecilerle, kasapların ve diğer esnaf mostralık(göstermelik) mallarının üzerine elini sürer, bu işi dükkan atlamadan yapardı. Halk bunun uğur getireceğine inanır, Kılıçlı Hüseyin’i adeta beklerdi. Çok konuşmazdı,sessiz bir kişiliği vardı. Tüm esnafın mallarına elini sürdükten sonra,işini tamamlayan insanların rahatlığı içinde çarşı Pazar dolaşır, kimseden bir şey istemez; verilen sadakaları ise kabul ederdi.

BOSTONLU MECZUP: MEHMET AĞA

Hasan Hüseyin Varol anlatıyor: Onu hep Türbe Caddesi’nde görürdüm.Hiç kimseyle konuşmazdı.Kendi halinde bir yukarı,bir aşağı gider gelirdi. Alaeddin Tepesi’nden gelen caddeyi Mevlana Müzesi’ne bağlayan cadde sanki ondan sorulurdu. Bendeniz Sultan Selim Camii’nde görevliydim. Şimdiki Altun Çarşısı’nın olduğu er çay bahçesiydi. Ben orada otururdum.Mehmet Ağa bastonunu kucağına almış oradan geçerdi.Beni görünce şöyle bir durur bana bakar ve yüksek bir sesle:”Hocaaammm, Allah’ın, Muhammed’in adamı ne yapıyorsun? diye sorardı. Sanki onun selamı böyleydi. “Okuyorum Mehmet Ağa…” derdim.” Oku Hoca, oku…” der ve giderdi. En belirgin hallerinden birisi, aynı cadde üzerinde gider gelirken sanki karşısında bir düşman varmış da ona vuracakmış gibi şiddetli bir öfkeyle bastonu kaldırır, birkaç vurma hamlesi yapardı. Sonra hiçbir şey yokmuş gibi yoluna devam ederdi. Bazen bendeniz bahçede otururken, o geniş caddenin karşı tarafından gidiyor olur, oradan beni görünce yüksek sesle bir nara atar ve bağırır: “Hocaaammm!... Allah’ın, Muhammed’in adamı nasılsın? diye sorar,sonra yoluna devam ederdi. O anda caddede kimler varsa bir ona bir de bana bakarlardı.Alem böyle devam eder giderdi.

SEN ÜZÜLME BEN HAZRETİ PİR’E SÖYLERİM…

Biz Mengene Mahallesi’nde oturuyorduk. Evimizin oradaydı.Annem vefat edince Sultan Selim Camii’ne yakın bir ev bulup taşınmak istedim. Lakin ev bulamadım. Üzüntülüydüm. Öğle namazına geliyordum. Camiye çok yaklaştım.Bir anda Mehmet Ağa yanımda bitiverdi. Bana: “Hocam seni çok üzgün görüyorum! Nedir derdin?” diye sordu “Yav Mehmet Ağa, camiye yakın bir ev bulamadım. Uzaktan gidip geliyorum” dedim. Hem konuşuyor hem de yürüyoruz. Bana: “ Hocam, sen üzülme…Ben şimdi gidiyorum. Hazreti Pir’e bunu ileteceğim ve sana bir haber getireceğim” dedi ve o Hz. Mevlana’nın türbesine doğru yürüdü ben de camiye girdim. Namazdan çıktım.Çay bahçesine doğru gidiyordum. Mehmet Ağa hemen yanıma geldi. “Hocam, Hazreti Pir’le görüştüm.Sana selamı var: ‘Hoca efendi üzülmesin, yarın ona bir ev haberi gelecek. O evi tanıyacak diye söyledi’ ben daha ötesini bilmiyorum” dedi ve gitti. Bazı yerlere ve şahıslara haberler bırakmıştım. Ev aradığımızı duyurmuştuk. Bunlardan birisi ertesi gün bir haber getirdi.” Yorgancılar içinde Niyazi Yeşilkaya’nın evi kiralıkmış bir bakacakmışsınız” dedi. Hemen gittim evi gördüm ve o evi tanıdım.Sahibiyle görüştüm ve evi kiraladım.Hemen temizledik,içerisine girdik ve oturduk… Peki ben bu evi nereden tanıyordum? Hz. Pir, Mehmet Ağa’ya: “O evi tanıyacak” demiş ya… Evet,tanıdım. Bu tür olaylar insanın Allah’a olan inancını güçlendirir.Benim de öyle oldu. Şimdi hep birlikte 1950 senesine gidelim. Ben hafızlığımı bitirdim,Tahir Büyükkörükçü Hoca’mda Arapça okumaya başladım. Başka arkadaşlarım da vardı. Bazen dersi anlamakta zorluk çekerdik. Yorgancılar İçinde bir mescid vardı. O mescide Gezlevili  Ali Hoca bulunuyordu. Hadim’in Gezlevi köyündendi. “ Gezlevili Ali Hoca” denirdi.Yaşlı bir annesi vardı. Nur yüzlü bir anneydi.Devamlı zikir halinde bir anneydi.Ali Hoca hem annesine hizmet eder hem o mescidi kıldırır hem de bizim dersimize yardım ederdi.Neredeyse her gün oraya giderdik. 1974 senesinde kiraladığım o ev o günlerde yeni yapılmıştı. Ve ben ona imrenmiştim de içimden: Şöyle bir evim olsa” diye hayıflanmıştım. İşe bakın seneler sonra Cenab-ı Hakk bana o evde oturmayı nasip etmiştir

KAYNAK:  GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE KONYA’NIN GÜLLERİ DELİLERİ, MECZUPLARI/ALİ IŞIK 

Editör: TE Bilişim