Ali Işık tarafından kaleme alınan Geçmişten Günümüze Konya’nın Gülleri Deliler, Meczuplar adlı kitabında Konya’nın güllerini anlatmaya devam ediyor. Ali Işık Konya’nın Güllerini tek tek kaleme alınarak hatıranı günümüze aktarıyor. Geçmişten Günümüze Konya’nın Gülleri Delileri, Meczupları yazarı Ali Işık, Hamza ve Silleli İsmail’i bakın şu şekilde anlatıyor. 

HAMZA (ŞEMBİL)

Bazı Konyalılarca “Şembil” olarak bilinen Hamza, Konya’da birdenbire ortaya çıkmış, uzun yıllar burada yaşamış ve burada vefat etmişti. Belki Hintli, belki Pakistanlı idi. Nerden geldiği, niçin geldiği bilinememiştir.  Kapı Camii’nin kuzeyindeki taşlıkta, yaz kış yıllarca yatmış ve kalkmış ve sonra ölmüştür. Dil bilmez, her rast gelen adamın sadakasını kabul etmez, hiç kimseyle konuşmazdı. Nadiren kendi kendine bir şeyler mırıldandığı görülürdü. Kış aylarının kuru ayazlarında, o taşlığa konulmuş olan ticari eşya sandıklarının içinde nasıl yatardı, nasıl olup da hastalanmazdı, şaşılası bir şeydi. Diğer meczuplar gibi o da camiye, cemaate düşkündü. Namaz kılmasını o da bilmezdi, ama gerek namaz vakitlerinde ve gerekse vakit aralarında, durmadan namaz kılar, daha doğrusu yatar kalkardı. Devamlı olarak Kapı Camii çevresinde dolanır durur, bu çevreden dışarıya pek çıkmazdı. Ne yer ne içer kimse bilmezdi. 

SİLLELİ İSMAİL (PİRALİ)

Silleli İsmail ya da nam-ı diğer Pirali, çocukluk ve gençlik yıllarımda yolumun en çok kesiştiği güllerdendi. Ona dair bilgileri hemşerisi ve emekli eğimcilerden Yaşar Barışık’a aittir. 1341(1925) yılında Sille’de doğdu. Babasının adı Mehmet, anasının adı Kezban’dır. Bazı büyükler bunun doğuştan meczup olduğu konusunda hemfikirdirler. 1995 yılında Zafer Meydanı’ında, Camlı Köşk adı ile bilinen çay bahçesinin önündeki alanda hakkı rahmetine kavuşmuştur. Allah’ın veli kullarından olduğuna inanılır, pek çok kerameti anlatılırdı. Konyalı olup da onunla bir anısı olmayan yok gibidir. Kesinlikle bir vesile ile onunla tanışmıştır kişiler. Mücellitlerden tuzucu Derviş İldiz çok kez onu hacda görmüştür. Yaşadıklarını “Bende kalsın” diye aktarmadı. Yine Konya’nın tanınmış eğitimcilerinden ve Tekvando hocası Kayhan Aytar da görüşmemizde gözleri dolu dolu olarak bana: “ O anlatılmaz yaşanır” dedi… “ Siz onu gece yarsından sonra hiç gördünüz mü?.. Gece yarısı onun kokusunun güzelliğine dayanamazsınız; o benim manevi babam oldu” dedi. İsmail Ağa 1987 yılında bir trafik kazası geçirmişti. Evinde iki ayağı kırık şekilde yatarken biz de bir arkadaşım ile ziyarete gittik onu. Evi küçük ama yüreği kocaman olan bu zat hemen orada o yıllar 67 ilden insanlar vardı ziyarete gelen. Hemen iki kişiye sen, sen, diye hitap ederek onların oturdukları yerden kaldırdı ve bizi oturttu oraya. “Sizin zamanınız doldu, hadi gidin” dedi. İsmail Ağa eğer bir kişinin sıkıntısını hissederse, ona- işte ne kadar dediyse – şu parayı ver; yoksa şöyle olacak derdi. Vermeyenlerin vay haline! Rahmetli her gün o yıllar açık olan şimdiki Beşyol girişinde bulunan Mehmet Emin abinin kahvesine sabah erken saatlerde gelir ve ilk gelen kim ise ona çay söylettirirdi. Yine bir gün zaman zaman çayını içtiği bir hemşerimiz gelir kahveye erken saatte. Sıkıntılıdır o gün… Her gün İsmail Ağa’ya çay söyleyen bu zat düşünceli şekilde kahveye girince İsmail Ağa hemen kahveciye : “Bugün çaylar benden” der. Çaycı çayları doldururken bu kişinin cebine bir miktar para koyar ve derki sessizce: “Git arabana mazotunu al. Çalış senedini öde” dedikten sonra: “Yarın paramı isterim haaaa!” diye de takılır.  O zat o gün akşama kadar çalışır ve mazot parasıyla senet borcunun daha fazlasını kazanır. Ertesi gün gelir ve parayı İsmail Ağa’ya verdiğinde rahmetli sadece verdiği parayı alır ve gider… Mustafa Ertan Seğmenoğlu anlatıyor: “1974 yılıydı. Pireli İsmail, Tahir Paşa Camii köşesinde oturuyordu. Geçerken beni çağırdı. Ne var, diye biraz alaylı bir şekilde yanına yaklaştım. 2,5 lira ver dedi. Para varken yok dedim. Bana üç dersten kalacağımı söyledi. O sene üç dersten kalmıştım. Bir ara Sarayönü’ne gitmiştim. Ana caddeden bir sokak batıdaki ikinci caddede dikkatimi çeken bir şey oldu. Pirali İsmail inşaatta çalışıyordu. Gözlerime inanamadım. Devinemeyen, zorla yerinden kaldırılan İsmail Ağa ip doma ile harç çekiyor. Bana baktı kafasını çevirdi, devam… Beş dakika kadar takip ettim çalışmasını. Sonra yoluma devam ettim. Bu olaydan sonra İsmail’e takılanları hep uyardım.” Lâdikli Ahmet Ağa’nın kızından torunu İsmet Eser abimiz Lâdik’i bir ziyaretim esnasında anlatmıştı.  “Gece yarısı saat üç,üç buçuk suları idi. Kapı zili ve kapı öyle çalınıyordu ki; korkup hemen kapıya gittim. Baktım ki karşımda gecenin bu karanlığında Pirali İsmail Ağa… Şaşırdım. Bana bir baktı, o an o bakışından çok korktum. “Ulan bu saatte yatılır mı kallkk! dedi. ‘Senden dua bekler sense yatıyorsun’ deyince azıcık kendime gelir gibi oldum. Sonra kaşla göz arası kayboldu rahmetli. Vardır bunda bir hayır dedim… Tabii tekrar uyumak mümkün mü?  Hemen abdest alıp dedeme bir kuran okudum. Bu esnada sabah olmuş, ezanlar okunuyor. Herkes kalkar. Namazdan sonra kahvaltı sofrasında İsmet Eser’in o yıllarda Sarayönü İmam Hatip Lisesine giden kızı baba der ‘Bu gece bir rüya gördüm. Okulda öğretmenimiz kompozisyondan imtihan yaptı ve benim kâğıdım birinci oldu’ der. İnşallah kızım der İsmet Bey de. Kızı: ‘Ama baba konusunu sormadın ki! deyince, ‘Tamam söyle neymiş konusu?’ deyince kızı: ‘Pirali İsmail’di’ der. Bunun üzerine İsmet Eser’i bir düşünce alır. Akşam olmuş… Ve bir haber Konya’dan… İsmail Türe ölmüştür. Giderayak Pirali İsmail Ağa bana bazı görevlerimi hatırlattı.” Rahmetlinin ölümü de çok ilgi çekicidir. Camlı Köşk’ün önünde otururken bir polis otosu oradan geçmektedir. İçlerinden birisi çağırır ve oğlum işte beni yarım saat sonra burada bir kontrol et der. Polis, ne hayır, deyince sen yarım saat sonra gel der tekrar. Tam yarım saat geçtikten sonra polisler tekrar geldiğinde İsmail Ağa rahmet-i Rahman’ kavuşmuştur. Silleli İsmail’e dair enteresan bir anekdotu da Konya’nın eşraf ailelerinden Ağazadeler’le Bakkalbaşılara mensup emekli mali müşavir Şemsettin Büyükbakkalbaşı naklediyor. Sene 1969.Hem Ticaret Lisesinde okuyor hem de Mali Müşavir Ahmet Öksüz’ün yanında çalışıyorum. Öksüz’ün bürosu Vakıflar Bölge Müdürlüğünün bulunduğu binada idi. Bir gün Öksüz’le birlikte binadan içeri giriyorduk ki İsmal’in sesini duyduk:

-Para ver len!

Ahmet Bey hemen elini cebine atıp İsmail’e doğru yönelmişti ki İsmail suratını değiştirip:

-İstemem! sen niyetini bozdun.

Hem Ahmet Bey hem de ben neye uğradığımızı bilemedik. Ahmet Bey yerinde dona kaldı. İsmail de sırtını dönüp çekti gitti. Kendimizi toparlayıp büroya geldik. Ahmet bey makamına oturduğunda hala şaşkınlığını üzerinden atamamıştı. Sessizliği Ahmet Bey bozdu: Vay basını yahu, elimi cebime attığımda elime ilkin bir lira geldi, bu çok olur diyerek bir yirmi beş kuruş çıkarıp verecektim. Ayıp oldu be İsmail’i gücendirdik… Arkadaşı Emrullah Ünal’dan naklen Hasan Hüseyin Varol anlatıyor: Silleli İsmail’i bir gün arabasına bindirmiş. Epeyce gezdikten sonra, İsmail’e benim hapisten çıkmam için yalvarmış. Uzun bir ikna turundan sonra nihayet, İsmail: “Hoca bu hafta Cuma günü salınacak” demiş Ve aynı gün Parsanalı Mustafa sabah namaz sonrası Kapu Camii İmamı Hasan Altun ile müezzin Hüseyin Arı’ya: “Bugün, Hasan Hoca salınacak” diye haber vermiş. Gerçekten o gün ikindi vaktinde tahliye edildim. Onlar da akşam ziyaretime geldiler ve Mustafa’nın haberi üzerine geldiklerini söylediler. 

KAYNAK: GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE KONYA’NIN GÜLLERİ DELİLERİ, MECZUPLARI/ALİ IŞIK

Editör: TE Bilişim