O hem bir şair hem de bir roman yazarı. O daha dün beş duyu organıyla hayatın bütün ses, tat ve renklerine hâkimken dört aydır çevresinde olup bitenlere kulağı kapanan bir gönül adamı. Çocukluğunda başlayan mani ve şiir sevdasıyla şairliğe yol alan, ortaokul ve lisede kompozisyon ödevlerinin beğenilmesiyle kendini yazarlığa hazırlayan Şener İşleyen ile yaşadıklarını, yazdıklarını ve yazmak istediklerini konuştuk.

M.GÜDEN: Öncelikle doğum yeriniz, tarihi ve ailenize dair kısa bilgiler verir misiniz?

Ş.İŞLEYEN: 1973 Karapınar doğumluyum. Memur bir ailenin 3 çocuğunun ortancasıyım.

M.GÜDEN: Tahsil hayatınızın akışına dair bilgiler verir misiniz?

Ş.İŞLEYEN: 5 yaşında başladığım ilköğrenimimi babamın görevi nedeniyle Konya Ereğli’nin Zengen kasabasında, orta ve lise öğrenimimi de memleketim olan Karapınar’da tamamladım. 1989 yılında daha 16 yaşındayken Akdeniz Üniversitesi olarak Isparta’da başladığım ve Elektrik okuduğum üniversite hayatımı, dönemin Cumhurbaşkanı olması hasebiyle ismi değiştirilen Süleyman Demirel Üniversitesinde 1992 yılında tamamladım. Sonraki yıllarda Anadolu Üniversitesi Açık Öğretim Fakültesinde de İktisat okudum.

M.GÜDEN: Aile hayatınız nasıl başladı?

Ş.İŞLEYEN: 1995 yılında Karapınar’da Furkan FM radyosunda çalışırken üniversite öğrenimi nedeniyle Karapınar’da okuyan eşim ile tanıştım. 1997 yılında askerlik dönüşü evlendim ve bir erkek, bir kız olmak üzere iki evlat sahibiyim.

M.GÜDEN: Edebiyata, şiire ilginiz nasıl başladı, ilk yazım denemeniz neydi?

Ş.İŞLEYEN: Edebiyat ve şiire dair ilgim çocukluğumdan beri vardı. Daha ilkokul yıllarında manilerle başlayan yazım yolculuğum orta ve lise yıllarımda kompozisyon ve şiir yarışmalarında aldığım derecelerle kendini gösterdi. Aslında ben yazım hayatımı ‘şiir bende doğum lekesi’ diye tanımlıyorum. Annemin uzun yıllar çocuğunun olmaması nedeniyle yaktığı evlat özlemi ağıtları ve bana hamile olduğu dönemlerde söylediği şiirler doğum lekesi olarak kalmış diye düşünüyorum. Sonrasında yazdığım şiirler, notlar, makaleler ajandalarda birikmeye başladı. Hâl böyle olunca ben edebiyata uzak dursam da edebiyat beni bırakmadı. 1994-96 yıllarında radyoculuk ve gazeteciliğe ilgi duydum. O dönemde başlayan özel radyo furyasına biz de birkaç arkadaşla Furkan FM radyosunu kurarak başladık. Şiirler, makaleler, hikâyeler, haber yorumları derken o dönemde çıkan Yeni Sayfa, Yeni Şafak, Türkiye ve Anadolu’da Vakit gazetelerinden köşe yazarlığı teklifleri gelmeye başladı. Aynı dönemde Konya’da çıkan Merhaba Gazetesinde muhabirlik ve köşe yazarlığı yapmaya başladım. Ve tabi ki edebiyat dergilerinde şiirlerim ve öykülerim yayınlanmaya başladı.

M.GÜDEN: Çalışma hayatınız ne zaman, nasıl ve nerede başladı?

Ş.İŞLEYEN: Üniversite sonrası Kuşadası’nda bir otelde Teknik Servis elemanı olarak işe başladım. Kısa sürede ön büro müdürü ve işletme müdürlüğüne kadar yükseldim. Orada 3 yıl kadar çalıştım. Ancak Anadolu insanı olarak aldığımız aile terbiyesi, din ve kültür öğretileri orada fazla kalmamam gerektiğini düşündürdü ve 1995 yılında Karapınar’a dönerek radyo ve gazetecilik serüvenine başladım. Askerlik sonrası bir holdingde şantiye şefi olarak çalışmaya başladım. Bu da 6 ay kadar sürdü. Çünkü Konya Büyükşehir Belediyesinin Su ve Kanalizasyon İdaresine alacağı memurluk sınavına girerek başarılı olmuş ve 1997 yılı sonunda da memur olarak işe başlamıştım. Halen Konya Su ve Kanalizasyon İdaresinde idareci olarak çalışıyorum.

M.GÜDEN: Radyo ve televizyon programcılığı nasıl gelişti?

Ş.İŞLEYEN: İlk radyo programcılığı serüvenimi yukarda anlatmıştım. Sonrasında uzun yıllar bu mecrada bulunamadım. 2010 yılından itibaren sürekli olmamakla birlikte KonTV, Gözyaşı Fm, Gençlik Fm, Konya Fm, Ribat Fm gibi yayın kuruluşlarında gerek davetli katılımcı, gerekse programcı olarak söyleşi, edebiyat ve şiir programları yaptım. Davet edildiğim takdirde de katılmaya gayret ediyorum.

M.GÜDEN: Eserlerinizin yayımlandığı mecralardan bahseder misiniz?

Ş.İŞLEYEN: Az önce belirttiğim gibi edebiyat dergileri, gazeteler ve antoloji siteleriyle başladı eserlerimin yayımlanma süreci. Ardından 40’lar Kulübü ve Mola yayınevleri tarafından yayımlanan birçok kitapta öykülerim, makalelerim ve şiirlerim kitaplaştırıldı.

M.GÜDEN: Roman yazmanın sizde ön şartları nedir, çalışma prensiplerini nasıl belirliyorsunuz?

Ş.İŞLEYEN: Elbette çok okumak gerek. Zira yazmak okumanın zekâtıdır der bir büyüğüm. Biyografi de olsa, hayal ürünü de olsa, öykü, şiir, roman ne olursa olsun mutlaka çok okumak lazım kurgunuz için. Ben yazacağım romandaki ana tema üzerine yapıyorum araştırma ve okumalarımı. Ona göre karakterlerin üzerine giydiriyorum kurguyu, zamanı ve akışı. Yazım süreci 6 ay veya 2 yıl sürse de aslında araştırma süreci çok daha uzun sürüyor. Notlar alıyorsunuz, gece yattığınızda o notları birbirine ekleyecek yeni hikayeler, yeni karakterler oluşturuyorsunuz, sonra onları tekrar notlarınıza iliştiriyorsunuz. Oturup yazmaya başlayınca bazen olay bambaşka bir yere gidiveriyor. Hatta yıllar sonra yazdığınız bir romanı, öyküyü veya şiiri okuduğunuzda ‘bunu ben mi yazmışım?’ diyorsunuz. Ben şuna inanıyorum. Yazan sizsiniz ama bir yazdıran var ve yazarken kulağınıza fısıldıyor.

M.GÜDEN: İlk kitabınızın hazırlık ve yayımlanma öyküsünü paylaşır mısınız?

Ş.İŞLEYEN: İlk romanım Pîrahen’in yazım hikâyesi çok uzun aslında... 1995 yılında Furkan Fm’de Perşembe geceleri ve Ramazan gecelerinde Kur’an Meali programımız vardı. Programı ben yapıyordum. Hangi meal hatırlamıyorum ama bir gece sıra Yusuf Suresine gelmiş ve başlamıştım. Bir taraftan okuyor bir taraftan da düşünüyordum ayetleri… Daha ilk ayette vurulmuştum o sureye. “Habibim sana öyle bir kıssa anlatacağım ki o, kıssaların en güzeli” diye başlıyordu. Program sonrası ve daha sonraları, yıllar boyunca Yusuf Suresini, nüzul sebebini, öncesini, sonrasını defalarca okudum, araştırdım, notlar aldım. O dönemde yazdığım ve çok uzun bir şiir olan Züleyha şiiri de romanın lokomotiflerinden biriydi aslında. Aradan geçen onca zamandan sonra 2015 yılında edebiyat çevresinden dostlarım Züleyha şiirimin hikayesini sordular ve ben Yusuf Peygamberi ve Züleyha validemizi anlattım onlara… İlk iki romanımın editörlüğünü de yapan yazar ve şair Mehtap Altan hanımefendi ‘yazmalısın, bu bilgiler böyle kalıp gitmemeli’ dedi. Ve yazmaya başladım. Tuttuğum notlar, araştırmalar, gerek ulusal, gerek yabancı kaynaklardan Yusuf hakkında yazılmış roman, menkıbe, mesnevi ne varsa okudum. Birçok meal ve tefsiri defalarca inceledim ve yaklaşık iki yıl sürdü yazım süreci. 2016 yılının Kasım ayında da Az Kitap Yayınlarından basılarak okuyucuyla buluştu.

M.GÜDEN: Üç romanınızı okurlara sundunuz. İş hayatın ek olarak kültürel faaliyetlerle meşgul olmak, eserler ortaya çıkarmak ekstra zaman ve enerji gerektiriyor olmalıdır. Zamanı okurlarınıza, kültürel etkinliklere, kendinize ve ailenize nasıl taksim ediyorsunuz?

Ş.İŞLEYEN: Edebiyatla meşguliyetim başta bahsettiğim gibi yıllardır dergi, radyo, tv, antolojiler ve son dönemde yaygınlaşan internet ve sosyal medya aracılığıyla yoğunlaşmıştı zaten. Genelde gece geç saatlerde yazıyorum. Yazım serüvenimi işime, işimi de yazım serüvenime karıştırmıyorum. Sosyal hayatta da birçok sivil toplum örgütünde yönetici, üye ve gönüllü olarak bulunmayı görev addediyorum kendime. Çalıştığım iş su hizmeti olduğu için özelde 24 saatlik bir takip ve özveri istiyor hâliyle. Ama istedikten sonra sosyal hayata da, edebiyat ve sanata da, işinize de, ailenize de vakit ayırabiliyorsunuz. Rızkı veren Allah, biz sadece sebebini işlemeye çalışıyoruz yaptığımız işle… Evimize helal rızık götürmek için gayret ediyor ve karnımızı doyuruyoruz hamdolsun. Kalbimizi yapmaya çalıştığımız ibadetlerle, ruhumuzu da kültürle, sanatla, edebiyatla ve sosyal faaliyetlerle doyuruyoruz. Okumak ve yazmak beni dinlendiriyor. Hayatın karmaşasının, gündüzün kargaşasının verdiği yorgunluğu; akşamları okuyarak, geceleri de yazarak atıyorum ve dinleniyorum diyebilirim kendi adıma.

M.GÜDEN: Yazarlık karın doyurur mu?

Ş.İŞLEYEN: Kitaplarınız yüz binler satmıyorsa doyurmaz ki zaten karın doyurmak için yazar olunmaz. Yazarlık Allah vergisi bir kabiliyet diye düşünüyorum ve ben karın doyurmak amacıyla ve düşüncesiyle yazmıyorum. Hatta kitaplarım için cebimden harcıyorum diyebilirim. Telif ve kalem hakkı istihkakı da Türkiye koşullarında baskı maliyetlerinin bile çok çok altında.

M.GÜDEN: Yanılmıyorsam şiirlerinizi henüz kitaba dönüştürmediniz. Böyle bir çalışma planlıyor musunuz?

Ş.İŞLEYEN: Öncelikle şairlik iddiam olmadı hiç. Sadece yazıyorum, dergilere gönderiyorum veya sosyal medyada paylaşıyorum. Türkiye’de maalesef okurdan çok şiir, şiirden çok da şair var. Herkes şiir seviyor, yazıyor ama okuyan yok. Sosyal medyadan ç/alıp, ç/aldıklarıyla kitap çıkaranlar bile var piyasada. Hatta yıllar önce yazdığınız, dergilerde yayınladığınız veya sosyal medyada paylaştığınız bir şiirinizi/aforizmanızı yıllar sonra altında başka isimlerle veya Mevlana, Yunus Emre gibi büyük isimlerle görmeniz dahi mümkün. Çok büyük üne sahip şairlerin şiir kitapları bile zar zor basılıyor maalesef. Böyle bir ortamda şiir ve aforizmalarımı sona bıraktım diyebilirim. Zaten yazdığım romanlarımda ara ara karakterlerin muhabbetlerine ekliyorum şiirlerimiz bir kısmını.

M.GÜDEN: Yazar-okur ve hatip-dinleyici münasebetlerini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Ş.İŞLEYEN: Okurlarımla sosyal medyadaki etkileşimler dışında genelde fuarlarda karşılaşıyoruz. Onlardan güzel geri dönüşler almak, dualar almak çok hoş. Yazmak ve okumak… Her ikisi de nasip işi. Nasibi olan, istifade edecek olan okuyor ve okumalı. Hatiplik konusuna gelince… Şiir dinletileri ve kitaplarımla ilgili söyleşiler kapsamında birçok programa katıldım. Programlara gitmeden önce kitaplarımın okunmasını istiyorum. Çünkü interaktif bir söyleşi olsun istiyorum. Tek taraflı bir hatibin konuşması sohbet veya söyleşi olmuyor maalesef. Karşılıklı olmalı ki söyleşi olabilsin, sohbet olabilsin. Onun için çok güzel anılarla ayrılıyorum katıldığım programlardan. Oralarda da çok güzel etkileşimler ve paylaşımlar oluyor. Siz konuşurken eğer birileri uyuklamıyor veya ellerine cep telefonlarını alıp kurcalamıyorlarsa güzel şeyler anlatıyorsunuz demektir. Ve ben bundan dolayı söyleşilerimden mutlu ayrılıyorum.

M.GÜDEN: Yazdıklarınızdan hiç eleştiri aldınız mı?

Ş.İŞLEYEN: Elbette aldım. Ama olumsuz eleştiri hiç almadım diyebilirim. Hep yapıcı, yazdıklarıma ve anlattıklarıma katkı sağlayan eleştirilerdi bunlar.

M.GÜDEN: Her okur bir yazar değildir ama her yazarın okur olma mecburiyeti vardır. Yazmadan, hatta okumadan yazar eleştirileri yapanlarla karşılaştınız mı?

Ş.İŞLEYEN: Evet. Karşılaştığım birkaç kişi oldu ve bunlar maalesef kitaplarımı okumadan eleştiren büyük yazar ağabeylerdi.

M.GÜDEN: Konya’nın kültürel atmosferi hakkında bir değerlendirme yapmak gerekirse neler söylenebilir?

Ş.İŞLEYEN: Konya; başlı başına bir tarih, kültür ve sanat şehri… O kadar çok tarihi ve kültürel değerimiz var ki bazen unuttuklarımız bile olabiliyor. Bunlara dair sivil toplum kuruluşları ve yerel idareler tarafından güzel organizasyonlar da gerçekleşiyor. Ama içinde barındırdığı üniversitelerden ve öğrenci topluluklarından yeterli desteği alamıyor ve birlikteliği sağlayamıyor diye düşünüyorum. Böyle olunca kısıtlı ve aynı katılımcıyla, her yıl neredeyse aynı programlar tekrarlanıp duruyor gibi geliyor bana. Sürekli Mevlana ve Nasrettin Hoca döngüsü içinde ulusal ve uluslararası organizasyonlar tekrarlanıyor. Selçuklu, Klistra, Sille, Meke gölü, Erozyon, yerel festivaller, Konya’da medfun sultanlar, sahabeler, peygamberler unutuluyor maalesef. Okur konusunda da, yaş durumunu kategorize etmeksizin, olmamız gereken seviyenin çok çok altında olduğumuzu düşünüyorum. Bütün bunlara rağmen Konya’da her hafta yapılan birçok kültürel program diğer büyükşehirde yapılan programların çok ilerisinde ve daha kaliteli. Bu yönüyle diğer şehirler Konya’yı örnek alıyor ve takdir ediyorlar, bu da sevindirici tabi.

M.GÜDEN: Yakın tarihte duyma problemi yaşadınız. Nasıl başladı rahatsızlığınız, anlatmak ister misiniz?

Ş.İŞLEYEN: Bundan 15 sene önce yaşadığım bir trafik kazası sonucu başlayan duyma kaybıydı ilk başlarda. Sonra hızla ilerlemeye başladı ve 2012 yılında ameliyat olmak zorunda kalmıştım. O zaman sağ kulağımın işitme yetisini tamamen kaybetmiştim. Sol kulağım düzelmişti. Bu yılın ilk haftası küçük bir üşütme rahatsızlığı sonucu gelişen viral enfeksiyonla o da aniden kapandı. Ne olduğunu anlayamadık. Yaklaşık ilk bir ay hiçbir şey duymadım. Uzun süren bir tedavi süreci sonunda işitme cihazıyla %5’lik bir işitme seviyesi yakalandı. Şimdilik böyle idare ediyorum. Tekrar ameliyat olma durumum var ama malûm Corona virüsü nedeniyle bir müddet ertelemek zorunda kaldık.

M.GÜDEN: Duymamaya başladığınız ilk günlerde yüreğinizde duyduklarınızı bizimle paylaşmak ister misiniz?

Ş.İŞLEYEN: Çok zor bir durum tabi. Dünyanız yıkılıyor. Sağ kulağımı kaybettiğimde, sol kulağım işittiği için farkına varamamıştım olayın ciddiyetinin. Ama her ikisi de olmayınca, size söylenenleri, rüzgârı, ezanı, çocuklarınızın sesini duymayınca daha iyi anlıyorsunuz nimetin büyüklüğünü. 2012’de ameliyat olduğumdan beridir beynimde hiç durmadan var olan çınlama ve uğultu sesi kalmıştı geriye. Başka bir ses duymayınca o çınlamaların bir ormandaki kuş cıvıltıları olduğuna, uğultularınsa Kâbe imamlarının dilinden dökülen Kur’an-ı Kerim kıraati olduğuna kendinizi inandırıyorsunuz. Sonra doktorların stetoskopla duydukları şah damarınızdaki akışı ve kalbinizin sesini duymaya başlıyorsunuz. İşitme cihazı takılıp dışardan ses akışı başlayınca o sesler tekrar kayboluyor, iki arada bir derede kalıyorsunuz tabiri caizse. Her duyumuz biz farkında olmadan çalışıyor ve bize hizmet ediyor. Bizler onların birinin dahi şükrünü eda edemiyoruz, bunu kaybedince anlıyorsunuz.

M.GÜDEN: Birden bire duyamamanın eserlerinize yansıması nasıl oldu?

Ş.İŞLEYEN: Şimdilik doğrudan bir yansıması olup olduğunu kestirmek güç. Çünkü henüz üç ay oldu. Ama şunu söyleyebilirim. Şiirlerimdeki, naatlarımdaki ve münacaatlarımdaki yakarışlarım, dualarım; daha içten ve samimi oldu bana göre.

M.GÜDEN: Okurlarınıza vereceğiniz bir müjde var mı? Mesela yeni bir roman dosyası oluşturdunuz mu?

Ş.İŞLEYEN: Evet. Üzerinde çalıştığım iki dosya var şu an. Dediğim gibi roman üzerinde çok araştırılması, okunması ve bilgi birikimi olunması gereken bir tür. Onun için ince eleyip sık dokuyorum diyebilirim. Pîrahen’de gömlekti anlatıcı. Rammah’ta rüzgâr yani hava, Buğlem’de de suydu. Toprak ve ateş için yaşamış iki büyük insanın hayatını yazıyorum ayrı ayrı. Yakın zamanda çıkacağını düşünmüyorum ve kimler olduğu da sürpriz olsun. Ama bu yılsonunda inşallah öykülerimi derleyip bir hikâye kitabı çıkartabileceğimi söyleyeyim şimdilik.

Editör: TE Bilişim