Konya'nın Gülleri'ni tek tek ele alarak anlatan Ali Işık, bu güllerin tanıtımına ve unutulmamasına büyük katkı sağlıyor. Konya'nın önemli değerleri olan bu meczupların hatıralarının yaşatılması ve yenilerinin de korunmaya devam edebilmesi için gerekli kültürün korunması anlamında önemli bir iş yapan Ali Işık, bu meczuplardan Halid Baba, Derviş Mustafa Ağa ve Demirci Mehmet’i şu şekilde anlatıyor: 

HALİD BABA

Uzunca Boylu, zayıf bünyeli, yaşlı bir kişi idi.1950-1955 yılları arasında Konya’da bulunmuştur. Söylendiğine göre Nakşi tarikatına mensup olgun bir dervişti. Konya’da manevi bir emir üzerine gelmişti. O zamanın Konyalı dervişlerinden bazıları Halid Baba ile meşgul olmuş, fakat o bunların ikramlarını  kabul etmeyerek, o da Pakistanlı Hamza gibi , yaz kış Kapı Camii’nin kuzey taşlığında yatıp kalkmıştır. Zaman zaman türlü kılıklara girer, iki omzundan çaprazlama geçirilmiş kırmızı bezlere bürünür, elinde iki üç değnek veya baston ile dolaşırdı ve dans eder gibi bir yürüyüşü vardı.Ne yer ne içer,kimse bilmezdi. 1995 yılıydı. Rahmetli öğretmen Memduh Yavuz Süslü ile bir gece evlerimize giderken Kayalı Park’ın önünde, elinde değnekler, omuzlarından aşağılara doğru indirilmiş kırmızı bezlerle karşımıza gelmiş, Süslü elini öpüp hatrını sormuştu. Halid Baba Süslü’ye verdiği cevapta: “Evlat, zamanımız geldi, artık Hakk’a yürüyeceğiz, yakındır”. demişti. Aradan çok geçmedi, duyduk ki, Halid Baba Kapı Camii’nin duvarına pislemiş ve yapılan şikayet üzerine de polis tarafından İstanbul Akıl Hastanesine gönderilmiş. Ve yine çok geçmedi, Halid Baba’nın ölüm haberi geldi. 

DERVİŞ MUSTAFA AĞA

Derviş Mustafa Ağa, merhum Sural’ın gençlik yıllarında yaşlı bir kişidir. Mustafa Ağa, omzuna aldığı bir sırığın iki ucundaki iri kovalarla şu taşır, sakalık yapardı. Küçümencik bir vücut yapısı vardı, gözleri şehla (hafif şaşı) idi. Su taşırken güzel sesiyle ilahiler söyler, bu işi neşe içerisinde yapardı. Ve çok sevimli bir ihtiyardı. Yaşı ilerleyince sakalığı bırakmış, hamiyetli Konyalıların yardımlarıyla hayatını sürdürmeye başlamıştı. Bu Sıralardaydı. Piri Paşa Camii’nde Hacı Veyiszade Hacı Mustafa Efendi’nin bu camide imam olduğu yıllarda, bir teravih namazında Rahmetli Derviş Mustafa Ağa önümüzdeki safta namaza durmuş, namazda iken pantolonu düşüvermişti. Mustafa Ağa bir elini göğsüne tutarak diğer eliyle pantolonunu yukarıya çekmeye çalışıyor ve tabi başaramıyordu. Sağ ve solunda  bulunan öğretmen Arif Etik ve tanınmış iş adamlarımızdan Osman Sakallı’yla kendimizi tutamayıp makaraları koyuvermiş,namazlarımızı bozmuştuk. Daha sonraları ,daha çok ihtiyarlarmış ve kendisine bakamaz haline gelmiştir. Derviş Mustafa Ağa bu durumdayken Doğanlar Mahallesi’nden birisi Mustafa Ağa’yı sözde himayesine almış, bir eşek üstünde  köy köy dolaştırarak,adamcağızı alet edip dilendirmiştir. Hayatından hiç kimseden hiçbir şey istememiş olan rahmetli Derviş Mustafa Ağa, alın yazısının bu tecellisine de katlanmış, hiçbir şikayeti olmamıştır. Ve sessiz sedasız bu alemden göçüp gitmiştir.  

DEMİRCİ MEHMET

Konya’nın en ünlü demirci ustalarından biri olduğu söylenirdi. Günün birinde bir tarikata intisap etmiş, işini gücünü terk ederek kendisini ibadete vermiştir. Sonraları işi deliliğe vurmuş, dayanılmaz bir perişanlık içinde hayatını sürdürmüştür. Kendisini yakından tanıyanlar deli olmadığını bilir,saygı gösterirlerdi,ama o yine en ciddi bir konu tartışılırken bile delilik belirtileri gösterirdi. Kanun yolundan hiçbir sakıncası olmayan, fakat kendi inancına göre vicdanımı kemirecek bir iş yapmayı tasarladığım bir günde yolumu kesip : “ Sen boş yere böyle şeyleri düşünüp durma.Sen o işi yapamazsın.Gerek kanunen ve gerekse şer’an izin olsa bile,vicdanını kemirecek işleri aklından geçirme.” deyip hemen benden ayrılmış ve beni şaşkınlığa uğratmıştı. Ümmi olmasına rağmen tasavvufu çok iyi bilirdi. Yaz kış, yıllarca sırtında bir sırığa takılmış ağır bir torba ile bir ibrik ve içi kül dolu bir teneke mangal taşıyarak yaşamış,yırtık pırtık çullar içinde ömür sürmüştür. Son demlerinde ve kış mevsimlerinde köprü altlarında ,şehir dışında kazdığı çukurları ateşle ısıttıktan sonra gecelerini bu çukurların içinde geçirmiştir. Hasan Hüseyin Varol anlatıyor: Konya’mızın meczuplarından birisiydi. Bize anlattığına göre Es’ad Erbili hazretlerinin müridanından birisiymiş.  Nefsin mertebelerini aşarak yükselirken nefsi mülheme makamında bulunduğu sırada galiba bir hata yapmış.Bu sebeple meczub hale gelmiş… Konya’nın hocalarından “Giyretli Hoca Efendi” diye bilinen hocaya göre “Ehlullah’a ait sırlardan birisini izinsiz olarak ifşa etmiş olması neticesinde bu hale getirilmiştir…Her ne hal ise Demirci Mehmet Efendi Konya’mızın meczuplarından birisiydi Allah rahmet eylesin. Dolaşır dururdu. Sırtında taşıdığı çuvalın içinde ne olduğunu kimse bilmezdi. Fakat belli ki bir şeyler taşıyordu. En’am suresinin 31. ayetinde Cenab-ı Hakk haber veriyor:” İnsanlar sırtlarında günahlarını yüklenmiş vaziyette gelecekler ve :’Yazıklar olsun bize aşılıklarımızdan dolayı’ diyerek hayıflanacaklar…” Sanki Demirci Efendi de insanlara : “ Sakın yanlışlık yapmayın,sırtınızda günah çuvalı,sorumluluk çuvalı taşımayın” derecesine halkın arasında dolaşırdı. Merhum Celaaleddin Çelikkol ağabey anlatmıştı: “ Bir gün baktım Demirci Mehmet Efendi ile Sahipata Camii İmamı Hafız Ahmet Büyükatıcıgil karşılıklı oturmuşlar,gözlerini de kapatmışlar birbirine teveccüh halindeler. Hafız Ahmet’in böyle meczublara karşı meyli olduğunu bildiğim için hemen müdahale ettim ve Hafız Ahmet’i oradan uzaklaştırdım. Fakat o gün gece Hafız Ahmet rüyasında Demirci Mehmet Efendi’yi görmüş. Hafız Ahmet’in arkasına düşmüş,o kovalamış,Ahmet kaçmış.Epeyce koştuktan sonra Hafız Ahmet Uyanmış … Ertesi gün sokakta karşılaşmışlar.. Demirci Mehmet Efendi,Hafız Ahmet’e: “ Ulan Ahmet, eğer seni yakalayabilseydim  bu çuvalı sana devredecektim. O zaman sen benim yerime geçecektin, ben de kurtulacaktım.Lakin seni yakalayamadım” demiş.  Celal ağabey: “ Eğer ben gündüz Hafız Ahmet’i onun elinden almasaydım kurtulması mümkün değildi “ diyor. Mehmet Savaş Hoca anlattı: Malum Mehmet Savaş Hoca Konya’mızın merkez köylerinden Kızılören Köyündedir. Şam’da okumuştur. Hem Konya’mızın hem de Türkiye’mizin değerli ilim adamlarından ve hocalarından birisidir. Cenab-ı Hakk, sıhhat, afiyet, saadet ve selamette kılsın. “Şam’dan Türkiye’ye dönmeye karar vermiştim” diyor Mehmet Savaş Hoca…” Orada Türkiye’’den gelmiş,yerleşmiş, değerli insanlardan Zeynel Abidin isminde bir zat vardı. Ona uğramıştım.Oğullarından birisi vardı Abdullah: O da meczubinden birisi idi. Ayakkabılarıma baktı. “ Bunlar Olmaz , sana iyisinden bir ayakkabı alalım dedi. Bana ayakkabı aldı.Ayrıca iki paket İngiliz çayı aldı.” Bunları İstanbul’da falancaya verirsin” dedi. Arkasından: “Konya’da Demirci Mehmet var, ona da benden çok selam söyle” dedi. Ben Konya’ya geldim . Meşguliyetten o selamı sahibine ulaştırmayı unutmuşum. Aradan biraz zaman geçmişti.Günlerden bir gün Tuzcular İçi’nde Türkistanlı Tuzcu Hoca’nın dükkanında otururken Demirci Mehmet oraya geldi.Bulgur Tekkesi’nin sokağından gelirmiş gibi göründü ve anlatıyor: “Şu sokaktan geliyordum.Baktım birisi demir dövüyor. Ona dedim ki: “ Demir öyle dövülmez, ben de eskiden demirciydim,şöyle dövülür “diye gösterdim” dedi. Ben hala anlamadım. Adam bana kim olduğunu anlatıyor,kendisine Demirci Mehmet dendiğini söylüyordu.Ama ben anlamamıştım.Gidiyormuş gibi yaptı.Sonra hemen geri döndü ve yanımıza geldi. Bana : “Sende bana ulaştırman gereken bir emanet vardı,Şam’daki Abdullah’tan, ne oldu…? dedi. Ben hemen hatırladım ve meczub Abdullah’ın selamını Demirci Meczub Mehmet’e geç de olsa tebliğ ettim” diye anlattı.

KAYNAK: GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE KONYA’NIN GÜLLERİ/ALİ IŞIK

Editör: TE Bilişim