Konya'nın Gülleri'ni tek tek ele alarak anlatan Ali Işık, bu güllerin tanıtımına ve unutulmamasına büyük katkı sağlıyor. Konya'nın önemli değerleri olan bu meczupların hatıralarının yaşatılması ve yenilerinin de korunmaya devam edebilmesi için gerekli kültürün korunması anlamında önemli bir iş yapan Ali Işık, bu meczuplardan Parsanalı Mustafa ve bilinmeyen yönleri anlatıyor. Dün ele aldığımız Parsanalı Mustafa’nın bugün ikinci kısmını veriyoruz. Hikmetleri ve insanlarda bıraktığı anıları ile öne çıkan Parsanalı Mustafa’nın bazı olayları önceden haber etmesi, şaşkınlık uyandırıyordu. Parsanalı Mustafa, 2014 yılında 108 yaşında Hakk’a yürüdü. 

KARA HABER TEZ ULAŞIR

Konya çarşısı esnaflarından Seyit Ali Aksoy, her sabah olduğu gibi o sabah da erkenden çıkmış evinden. Dükkânını açacak, temizliğini kendisi görecek sonra da bir bardak çayı ile bir parça çöreğiyle sabah kahvaltısı yapacak…  Sabahın ıslak ve tenha sokaklarından yürüyüp geliyormuş. Karşısına Konya’nın ünlü akıl noksanı çocukları dikilmişler. Rahmetli şaşırmış, ilk sabahtan nasıl birleşmişler diye!.. Bakmış titreşip duruyor hepsi de:

-Gelin demiş, dükkana gidelim, hepinize çay içireyim de biraz ısınırsınız. Sevinmişler, arkasına düşmüşler Seyit Ali’nin. Yolda da taklaşmışlar:

- Ağa ben üç bardak içerim.

-Ben zeytin ekmeksiz yapamam.

-Bana bir de kahve söyleyeceksin, ayrıca sigara da içerim. Demişler. 

Seyit Ali:

-Olur demiş, kim ne isterse onu verecem, korkmayın yalnız uslu duracaksınız. Gürültü patırtı istemem. Dükkanın önüne gelmişler. Hep beraber dükkanı açmışlar, besmele ile içeri girmişler. Seyit Ali ortalığı toplamış, kapının önünü süpürmüş sulamış:

-Eh demiş çocuklar sıra çaylara geldi! Ayrı ayrı her birine sormuş:

- Sen çayın yanında ne istersin? Seyit Ali her birinin isteğini alıp gelmiş.

- Haydi bakalım demiş. Çaylarınızı için. Ekmeklerinizi yiyin… Çaylar yudumlanırken ince sesli, ölü meraklısı Mustafa Seyit Ali’nin gözlerinin içine baka baka damdan düşer gibi demiş ki:

-Seyit Ali, sen öleceksin demiş!

Seyit Ali istifini bozmamış:

-Nereden bildin Mustafa öleceğimi demiş.

Mustafa:

-Gerisine karışma demiş, sen öleceksin!

Seyit Ali yine sormuş.

-Madem ölecem bari ne zaman öleceğimi de söyle demiş!..

-Bugün demiş. Yarına kalmayacaksın bugün!..

Rahmetlinin sabah sabah matrak hali üzerinde:

-Öyleyse demiş selamı okuyuver Mustafa. Mustafa iki elini çenesine yaklaştırarak sela vermeye başlamış!... Mustafa sela verirken Seyit Ali kalmış eve telefon çevirmiş:

- Bak demiş hanım ben bugün ölecekmişim. Mustafa öyle söylüyor dinle selamı da okuyor, duydun mu? Seyit Ali’nin eşi, sabah sabah yapılan bu soğuk şakadan tüyleri diken diken olmuş , telefonda kocasına çıkışmış!.. Çok değil aradan iki saat geçmiş geçmemiş. Kara haber eve ulaşmış! Seyit Ali ölmüştü’…

Hasan Hüseyin Varol anlatıyor: Halk arasında maalesef “Deli Mustafa” diye meşhurdu. Lakin asla deli değildi. Konya’nın diğer meczubları gibi Parsanalı Mustafa da “Meczubin”den birisiydi. Mustafa Konyalıdır. Parsana Mahallesinde oturdukları için “Parsanalı Mustafa” diye tanınmıştı. Halk ona hep yardım yapardı. Ama Mustafa dilencilik yapmaz. Verirlerse alırdı. Üstü başı temizdi. Kötü söz bilmezdi. Konya’nın merkezinde Kapu Camii diye bilinen caminin önünde otururdu. Onu herkes tanırdı. Parsanalı Mustafa 108 yaşında 17 Şubat 2014 tarihinde vefat etti. Allah rahmet eylesin. İşte bu Parsanalı Mustafa’yla benim iki önemli maceram var. Onu size anlatmak isterim.

HOCAYI DEĞİŞTİRECEĞİM…

Daha önce görev yaptığım Uluırmak Burhandede Camii’nden merkez sultan selim Camii’ne gelir. Doğu kapısından girer, sol tarafa oturur. Cuma namazı bitince yüksek sesle “Faaaatiha” der ve camiden çıkar, gider. Bendeniz orada on sene kaldım. Mustafa hiç teklemeden aynı harekete devam etti. Bendeniz o camiden Kapu Camii’ne geldim ve 1982 yılında emekliye ayrıldım. Bir Cuma günü Selimiye Camii’nden çıktım. Çok sevdiğim Mehmet Tevfik Arıkan kardeşin dükkânına geldim. Eski Ticaret Odasının şimdiki Karatay Kaymakamlığının altında imce uzun bir dükkân. Dip tarafına perde çekilmiş oturanlar görülmesin diye. Ben geçtim perdenin arkasına oturdum. Bir kahve geldi onu içiyordum. Yanımda başka kimse de yoktu. Aniden Mustafa yanıma geldi. “Çay içer misin Mustafa?” dedim. “Hayır içmem, içmem” dedi. “Ben hocayı değiştireceğim, hocayı değiştireceğim” dedi. Ben bir mana veremediğim için kendisine “Peki Mustafa” dedim. O hemen kayboldu. Mustafa’yla bizim bu konuşmamız Cuma namazından sonra olmuştu. Ertesi Cuma geldi. Ben Camiye geldim. Sarığımı cübbemi giydim, oturdum o günkü hutbeyi gözden geçiriyordum. Bir genç elinde bir yazıyla yanıma geldi. Yazıyı okudum. İmam Hatip Okulu Müdürü Bayram Başpınar’dan geliyor, “Hocam bu sene mezun olacaklar. Eğitim açısından görevlendiriyoruz. Eğer müsaade ederseniz cumayı bu kıldırsın” diyor… Peki dedim. İçeriden bir cübbe ve sarık verdim, onu mihraba gönderdim. Ben de soyumdum ve oturdum. O gün imamlığı bu genç yaptı. Ertesi günü yani Cumartesi günü Aziziye Camii önünden kütüphaneye gidiyordum. Bir ses duydum: “ Hocaaaaa.. gel bir çay içelim…” diye. Baktım Mustafa… “Yav Mustafa şimdi işim var sonra içeriz…” dedim. “Yav sen benim çayımı neden içmiyorsun? dedi. Baktım ki bu deli teklifi değil… Ciddi bir teklif.  “Peki Mustafa” dedim ve geldim. Kılcı Nuri Ağabey diye bilinen meşhur bir zatın dükkânı. Bu Kılcı Nuri Ağabey, olgun sufilerden bir zattır. Keçi kılından imal edilmiş eşyalar satar. Onun için “Kılcı Nuri” derler. Dükkanı da aynen Mehmet Arıkan’ın dükkanına benzer. İnce uzun bir dükkan. Ta dipte bir hücre camekân var. Oraya gittim. Mustafa da geldi. Kılcı Nuri Ağabey: “Ben bir çay söyleyeyim” dedi ve gitti.  Hücrede ben ve Mustafa ikimiz varız. Bana şöyle bir baktı ve: “Gördün mü imamı nasıl değiştirdim?” dedi. “Ulan ne yaptın sen! diye yüksek sesle hitap edince kaçtı. O sırada çay geldi. Onun çayını Nuri ağabey verdi. Çayı eline aldı, kapının karşısına geçti: “haaaa” diyor bize bakıyor “haaaa diyor, geçiyor. “İşte ben böyle yaparım” der gibi davranış sergiliyordu. Mustafa’nın bir hafta evvel Mehmet Arıkan’ın dükkânında söylediği “İmamı değiştireceğim” sözünü ben unutmuştum. Meğer Mustafa bir hafta evvelinden bu olayı biliyormuş. Haydi bakalım bu adama “deli” diyebilir misiniz? Bu olaydan sonra ben Mustafa’yı çok ciddiye almaya başladım.

 SENİ ASKERE GÖNDERECEĞİM…

1979 senesinin sonlarına doğru Kapu Camiine nakledildim. Vazifeye orada devam ediyordum. Biraz evvel anlattığım olaydan altı veya yedi sene sonra bir olay daha yaşadım. Onu da size anlatayım. Birgün Kapu Camiinden çıktık. Gidiyorken Mustafa koluma girdi. Biraz yürüdük. “Hocaaaaa! Seni askere göndereceğim” dedi. Ben hemen bir şeylerin olacağını anladım ve korktum. “Mustafa ben askerliğimi yaptım…” diye cevap verdim. “Olsuuuuuuuuun bir daha yapacaksın…” dedi. Mustafa gitti. O günlerde Türkiye’de birtakım karışıklıklar oluyordu. Toplumda yine fitne kazanları kaynıyordu. Sağ, sol, İslamcı gibi gruplar birbirleriyle boğuşuyordu. Çok sık hükümetler değişiyor ve kavgalara, anarşiye çare bulunamıyordu. O zaman idarede Süleyman Demirel vardı. Bir şeylerin olacağı az çok görünüyordu. Konya gerçekten hareketli günler yaşıyordu. O sıralarda bir de Kudüs Mitingi düzenlendi. O da bardağı taşıran bir damla oldu. O dönemde benim Erbakan grubuyla aram pek iyi gitmiyordu. Ama her şeye rağmen bizim her halimiz o cemaate mensup olduğumuzu gösteriyordu. Bir musibet gelecekse onlarla birlikte gelecekti. Parsanalı Mustafa’nın: “Seni askere göndereceğim” sözünden birkaç ay sonra 12 Eylül 1980 ihtilali yapıldı. Pekçok arkadaşım ve meslektaşım içeri alındı. Etrafıma bakıyorum sanki dışarıda bir ben kalmışım, bütün arkadaşlar gitmiş. İhtilalden on gün sonra bir gece saat 24.00’da kapının zili çaldı. Çoluk, çocuk hepimiz ayaktayız. Kapıyı açtık… Asker ve polisler içeri daldı. Her tarafı aradılar ve beni alıp askere götürdüler. O gidişle beni bir kışlaya götürdüler. Orada tam bir ay kaldım. Çok enteresan olaylar yaşadım. Mustafa’nın ifadesiyle gerçekten ikinci defa askerlik yaptım…. Bir ikindi vaktinde ben tahliye oldum. Hiç kimsenin haberi yoktu. Akşam evime beraber mesai yaptığımız imam Hasan Altun Hocayla müezzin Hüseyin Arı ziyaretime geldiler. Onlara: “Hocam kimsenin haberi yoktu, nereden duydunuz da geldiniz?” dedim. “Bize Mustafa söyledi, biz de geldik” dediler. Bunlara “mezcub” deyip geçmek ne kadar hatalıdır, görüyorsunuz. Cenab-ı Hakk onlara bazı şeyleri bildiriyor ki onunla bazı kişileri uyarsınlar diye. Bizimki de öyle oldu. 

KAYNAK: GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE KONYA’NIN GÜLLERİ/ALİ IŞIK

Editör: TE Bilişim