15 Temmuz 2016 yılında yaşanan hain darbe girişiminin ardından Türkiye’de önemli siyasi gelişmeler yaşandı. MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, 11 Ekim 2016’da grup toplantısında, "Her gün suç işleyen bir yönetimden bahsedilemez. AKP Başkanlık sistemiyle ilgili inadını sürdürecekse iki yolumuz var. İlki, Sayın Cumhurbaşkanı'nın fiili başkanlık durumundan vazgeçmesidir. Olmazsa fiili duruma hukuki boyut kazandırılmalıdır" yaptığı açıklama ile Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a ‘başkanlık önerisini Meclise sunma’ çağrısı yaptı. 

Ocak 2017'de adına iki partinin "cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi" dediği, "Türkiye tipi başkanlık sistemini" içeren anayasa değişikliği TBMM'den geçti. Referandum aralığında kabul edilen değişiklik 16 Nisan 2017'de halkoylamasına sunuldu. Bahçeli, anayasa referandumda "Evet" diyeceklerini açıkladı ve anayasa değişikliği yüzde 51,4 "Evet" oyuyla kabul edildi. Bahçeli, Türkiye'de sistem değişikliğinde de kilit rol oynadı. Ardından MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, son kritik çıkışını da yine partisinin grup toplantısında yaptı ve seçimlerin 26 Ağustos 2018'e alınması çağrısında bulundu. Yapılan görüşmeler sonrasında seçimlerin 24 Haziran 2018 tarihinde gerçekleştirilmesine karar verildi. MHP ve AK Parti'nin oluşturduğu Cumhur İttifakı ile gidilen seçimde Erdoğan yüzde 52, 59 oy alarak ilk turda Cumhurbaşkanı seçildi. Meclis çoğunluğunu da Cumhur İttifakı oluşturdu. Referandum sonuçları ve başkanlık sistemi ile birlikte de Türkiye’ye karşı olan şer güçlerin, terör örgütlerinin planları suya düştü. Güçlü Türkiye hedefi ile yeni stratejiler belirlendi. 

“SİSTEM, MİLLETİMİZİN TEMEL DEĞERLERİNE UYGUN”

KTO Karatay Üniversitesi Sosyal ve Beşeri Bilimler Fakültesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr Ömer Akdağ, yeni başkanlık sisteminin olması gereken olduğunun altını çizerek

“15 Temmuz hain darbe teşebbüsü Türk-İslam tarihinin görmediği en dehşetli darbe teşebbüsüdür. Osmanlı döneminde darbeler vardı, Cumhuriyet döneminde de. Osmanlı döneminde darbelerin başlangıç tarihi, Tanzimat’tan sonradır. Tanzimat ile birlikte Türk İslam devletinin orijinal yapısı bozulmuştur. Osmanlı Döneminde Tanzimat’tan sonra başlayan darbelerin temel özelliği mevcut nizamı yıkmak, Cumhuriyet döneminde darbelerin temel hedefi milli iradeyi yok etmektir.  Parlamenter sistemden başkanlık sistemine geçilmiştir. Başkanlık sistemi, milletimizin temel değerlerine uygundur. Bilindiği gibi Avrupa’da meşrutiyet Osmanlı’dan önce gündeme geldi.  Çünkü Avrupa’da krallık ve imparatorluklar diktatörlüğe dönüşerek halk olabildiğinde ezilmiştir. Ezilen çaresiz halk “toplum sözleşmesi adı verilen” anayasal sisteme geçmek mecburiyetinde kalmışlardır. Anayasa ile kralların yetkilerinin sınırlandırılması itibariyle halkın ezilmesi bir seviyeye kadar asgariye indirilmiştir. Türk-İslam devlet anlayışında hükümdarlar hem Allah’a hesap vermek hem de halka hesap vermek durumundadır. Bu gerçekten hareketle gerek Selçuklu ve gerekse Osmanlı sisteminde halkın ezilmesi gibi bir husus asla söz konusu olmamıştır. Bu anlayış neticesinde Osmanlı’ya meşrutiyet geç gündeme gelmiş ve bir ihtiyaç neticesinde değil Jöntürklerin konjonktürel heveslerinin bir neticesidir. Burada ifade etmek istediğimiz husus şudur; Batılı toplumlarda tek kişilik idari sistemlerin (krallık) diktatörlüğe dönüşmesini frenleyecek kriter olmadığından ve kilisenin de aristokların yanında yer alması sebebiyle mevcut sistem keyfiliğe inkılap etmiştir. Türk-İslam devletlerinde ve hususiyle Osmanlı’da keyfilik asla kurumsal bir vasfa haiz olmamıştır. Türk-İslam devlet yapısında ve toplumun kültüründe keyfiliği engelleyen manevi dinamikler tarih boyunca var olmuştur. 1950 yılından sonra Türk milletinin temel değerleriyle buluşmaya başlamasıyla birlikte başkanlık sisteminin de tedricen hatırlanmaya başlanması beklenen bir durumdu.  Nitekim 1950’den sonra sadece sağ partiler tek başına iktidar olmuşlardır ve başkanlık sistemini gündeme getirmişlerdir. Parlamenter sistemin özünde de şu vardır; çok kişinin görüşü alınarak olumsuzlukları asgariye indirmek. Yapılan referandum ile birlikte başkanlık sistemine geçilmesi son derece normal ve olması gerekendir” dedi.

“İHANET ŞEBEKELERİNİN ARZULARI YERİNE GELMEYECEK”

Başkanlık sistemine geçilmesi ile birlikte ihanet şebekelerinin arzularının yerine gelemeyeceğini belirten Akdağ, şunları kaydetti: “Türkiye başkanlık sistemine geçmesiyle daha hızlı gelişme kaydedecektir. Devlet-millet bütünleşmesi gerçekleşecektir. Parlamenter sistem, karar almak ve istişare merci olmak bakımından avantajlı olmakla birlikte, sırf muhalefet maksadıyla icraatın işleyişini frenlemek temayülünde olanların niyetlerini realize etmeleri itibariyle mahzurları bulunmaktadır. Nitekim mecliste ve parlamentodaki çalışmalarda bunu gördük. İçerden ve dışardan ihanetlerin çok yüksek olduğu bir devrede başkanlık sisteminin ülkemizin hayrına olacağı ümit edilmektedir.  PKK ve Fetö gibi bölücü ve yıkıcı örgütlerle mücadele başkanlık sisteminin hızlı ve verimli olacağı beklenmektedir. Başkanlık sisteminde, başkanın geniş halk kitleleriyle temasını temin eden unsurlar müteyakkız olmazlarsa bu sistemin riskleri yüksek olabilir. Milletimizin temel değerleriyle bütünleşen her yönetim daima halkın desteğini almıştır”

“PKK İLE MÜCADELE GÜÇLENDİ”

15 Temmuz Darbe teşebbüsünün ardından başta peygamber ocağı olarak gördüğümüz ordumuzda ve diğer devlet kuruluşlarında bulunan FETO unsurlarının temizlenmeye başlanmasıyla PKK ile mücadelenin daha çok güçlendiğini de ifade eden Akdağ, “FETO ve PKK terör örgütleri  yakın tehlike olarak değerlendirilmektedir. 1990’lı yıllarda PKK ile yapılan mücadelede çok büyük zayiatlar verildiğini hepimiz biliyoruz. Ordumuzun içinde yıllardan beri yuvalanmış PKK taraftarı olan şahısların olduğu 15 Temmuz darbe teşebbüsüyle netleşti. Bu arada hükümete şu tenkiti tevcih etmek mecburiyetimiz vardır; Dinlerarası diyalog gibi Türk milletinin temel değerleriyle tamamıyla zıt bir anlayışa sahip olan FETO ile 2002’den 2010’a kadar olan zaman diliminde bu örgütü, gereğinden fazla devlet işlerine müdahil ettirmemeleri beklenirdi. 2010’dan itibaren başlamış olan FETO ile mücadele artarak devam etmektedir. FETO ile mücadele ve bu örgütün gerek ordumuzun içinde ve gerekse devletin bütün kuruluşlarına sızmaları sebebiyle 15 Temmuz 2016’de irtikap edilen darbe teşebbüsüne kadar ihanetleri tam olarak anlaşılamadığı ve tevsik edilemediğinden etkin bir mücadele yapılamamıştı. 15 Temmuz hain darbe teşebbüsüyle birlikte FETO örgütünün ihaneti ayan-beyan ortaya çıktığından bu tarihten sonra FETO ile mücadele daha hızlı ve etkili olmuştur. PKK ile mücadeleyi bu zeminde değerlendirebiliriz”  diye konuştu.

“DARBECİ ZİHNİYETİ MAHKÛM ETMEK GEREKİYOR”

Değerlendirmelerde bulunan Necmettin Erbakan Üniversitesi Sosyal ve Beşeri Bilimler Fakültesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Caner Arabacı, darbeci zihniyetin dışlanması gerektiğinin altını çizerek sözlerine şu şekilde devam etti:

“Darbeler 1876 yılından bu yana dış müdahaleler ile birlikte değerlendirilmeli. 15 Temmuz en kanlı darbelerden biriydi. 15 Temmuz’da ki darbe teşebbüsü dini yönü olan, kendine hizmet hareketi diyen, kamuflajı çok güçlü bir harekettir. O kamuflajın gerisinde de çok yüksek bir hıyanet saklanabilmiş. Onun için darbeleri değerlendirirken olayların oluş tarzı ve şekline göre değil darbeleri kolaylaştıran zihniyete önem vermesi lazım. Halen bu eksikliği görmekte mümkün. Darbeler dış müdahaleler ile birlikte olduğu için vatanın ve milletin hayatına kasıt içeriyor. Onun için darbeleri ihanet ile beraber anmak ve darbeci zihniyeti dışlamak gerekiyor. 15 Temmuz’da dâhil darbeci zihniyeti mahkûm eden, bir daha darbe yaşanmaması için çalışmaların yapılması gerekiyor. Kendi vatanı aleyhine ir dış güç ile işbirliği yapabilecek zihniyette insanlarımız var.  Onun için bu zihniyetin çözülmesi gerekiyor. Yani ihaneti perdeleyen bir yapı da var. Eğer bu zihniyetlerde mahkûm edilmezse ortaya yeni FETÖ’ler de çıkabilir. Türkiye’de PKK diye bir hareket var. PKK’nın 30 yıldan bu yana dışarı ile irtibatta olduğunu biliyorduk. PKK şu anda Suriye’de Amerika’nın yerel ordusudur. Amerika’da neden darbe olmuyor? Türkiye’de 10 yılda bir darbe oluyor ayrıca birde aralarda darbe denemesi oluyor. Bu vatan kolay mı kazanıldı! Bu ülke çocuk oyuncağı mı? Kesinlikle ihaneti perdeleyen yapıların mahkûm edilmesi gerekiyor.”

“YÖNETİM KADAR, EĞİTİM VE KÜLTÜR POLİTİKASIDA ÇOK ÖNEMLİDİR“

Ayrıca Yeni sistemle ilgili açıklamalarda da bulunan Arabacı, yeni sistemi uygulamalı olarak görmek gerektiğini belirterek, “Yeni sistemi değerlendirmek şuan için çok zor olabilir. Sebebi ise uygulamalı olarak görülmesi gerekiyor. Ama yeni sistemle ilgili iyimser düşünceler beslemek uygun. Daha pratik, hızlı netice alıcı ve bürokrasiyi azaltıcı bir yapı. Mesela dünyanın en yönetilemez ülkelerinden birisi Bosna Hersek’tir. Çünkü her kafadan bir ses çıkan ülkedir. 3-5 tane Cumhurbaşkanları var. O zaman burayı nasıl yöneteceksiniz? Onun için yeni sistem uygun diyebiliriz. Bizde eskiden bir padişahlık vardı. Bürokrasinin çoğalmasıyla bin padişahlı bir ülkeye dönüştü. Şimdi ise onu yok eden bir mekanizma ortaya çıkıyor. Eğer altınızda dışarıyla işbirliği yapacak onlara maşa olacak insanlar varsa ve bunlar bir potansiyel teşkil ediyorsa tehlike her daim vardır. Onun için yönetim kadar eğitim ve kültür politikası çok önemlidir ” diye konuştu. 

HÜSEYİN MENEKŞE

Editör: TE Bilişim