Konya’nın Gülleri olarak anılan meczuplar, Konya’nın adeta değerleri olarak dikkat çekiyor. Tüm Konya tarafından sahiplenilen bu meczuplar, herkesçe sevilen, sayılan isimler haline geldi.  Geçmişten Günümüze Konya’nın Gülleri Delileri kitabıyla Ali Işık, Konya’nın bu değerlerini unutturmamak, geleceğe aktarmak adına bir eser kazandırdı. Bu eserde yer alan ve ilginç hayat hikayesi bulunan Kırmızılı Kadın dikkat çekiyor. 

KIRMIZILI KADIN

Halen Konya’nın en renkli meczubesidir. 1957 doğumlu olan Kırmızılı Kadın’ın adı Sultan Özcan’dır. Alaeddin Tepesinin hemen doğusundaki yahut Kayalıpark’taki otabüs duraklarında beklerken, zaman zaman da Mevlana Caddesi boyunca veyahut Bedesten İçinde adımlarken görülür. Kıpkırmızı elbiseleriyle mütenasip abartılı kırmızı makyajıyla kalabalıklar içerisinde dahi hemen dikkatleri üzerine çeker. Sultan, bir başkomiser ile evliymiş. Cenab-ı Mevla onlara bir çocuk nasip etmeyince kocası onu boşamışsa da bir müddet sonra tekrar evlenmişler. Bu ikinci evliliklerinden olan bir oğlan çocuğu da kocasının onun ikinci kez onu terk etmesine engel olamamış. Kocasından sürekli şiddet gören Sultan, birgün başına aldığı sert bir darbe sonucu şizofren olmuş. Kırmızılılara bürünmesinin sebebi de eşinin görevi sebebiyle Hakkari’de bulundukları bir gün. Bir bayram gününde valinin kızını kırmızı kıyafetler içerisinde görünce çok beğenmiş olmasıdır. Selçuklu ilçesine bağlı Parsana Mahallesinde abisinin yaptırdığı tek gözlü evceğizinde yaşayan Sultan, kendi halinde meczubedir. Maaşı olduğu için kimseden en ufak yardım talep etmez. Kimseye bir zararı olmadığı gibi mahallesinin neşe kaynağıdır. Sultanı çoğu insandan akıllı gören komşuları onu meczup olarak kabul etmezler. 

MECZUPLAR ŞEYHİ

2015 yılı Ağustosu ortasında bir Cumartesi günüydü. Konya Büyükşehir Belediyesi Koyunoğlu Müze ve Kütüphanesi Müdürlüğü ile Konya Fikir, Sanat ve Kültür Adamları Birliği Derneği tarafından düzenlenen İkindi Sohbetlerinde geçmişten günümüze Konya meczuplarını anlatmıştım. Sunumum sonrası yanıma yaklaşan meslektaşım ve Konya Lisesinden mesai arkadaşım Yazar Yaşar Çalışkan bey adeta kulağıma fısıldarcasına: “Ali Bey, Konya’da bir meczuplar şeyhi olduğunu biliyor muydunuz?” dedi. Böyle bir bilgiyi ilk defa duyduğumu belirtmem üzerine Yaşar Bey, mezkur meczuplar şeyhi üzerine birkaç cümlelik bilgi verdi. Anlattıkları çok enteresan, bir o kadar da önemliydi. Yaşar Bey’den bunları yazmasını rica ettim. Diğer yandan bizzat kendim de işin aslına ermek istedim Yaşıyorsa bu kişiye, yaşamıyorsa ailesine nasıl ulaşırım diye düşünürken saatçi, yazar ve şair Mehmet Tahir Sakman’ın yıllar önce bu kişi hakkında bir yazı kaleme aldığımı hatırladım. Önce yazısını bularak saatçi Uysal’ın anı, sonra Sakman’ı arayarak ailesine ulaştım. Ailesinden muhatabım torunu Av. Mehmet İlkay Dikilitaş’tı. Av. Dikilitaş kendisinin de benzer şeyler işittiğini, hatta dedesinin dükkanında her meczubun ayrı bir çekmecesinin olduğunu, meczupların emanetlerini buraya koyup diledikleri zamanda gelip buradan aldıklarını anlattı. Ancak en sağlam bilgiyi yakın zamanda Konya’ya gelecek amcasından alıp fakirle paylaşacağını belirtti. Av. Dikilitaşla gayret samimi ve müspet başlayan diyaloğumuz her nedense birdenbire kesildi. Bilgi alışverişi için paylaştığı mail adresine yazdığım maile dahi cevap verme tenezzülünde bulunmadı. Ailenin hassasiyetine saygı gösterip ilkin bu bilgiyi kitabıma almak istememiştim. Lakin sonraları bilgiyi paylaştığım bazı kitap kalem erbabının ısrarı üzerine bu bilgiyi kitabımızda okuyucuyla paylaşmış olduk. Yaşar Çalışkan’ın kaleminden meczuplar şeyhi…

Bölge Yazma Eserleri Kütüphanesi Müdürü merhum Lütfi İkizle Konya’nın kültür sanat ve idaresinde sözü geçen zevatı vakit vakit ziyaret ederek sohbet ederdik. Lütfi bey çok okuyan, güngörmüş tecrübeli biri olduğu için arı misali bal alınacak çiçeği iyi bilirdi. Onunla kimin yanına gitsek onun meşrebine uygun merak ve zevkini okşayan ummanlara kulaç atılır, nice ezberler bozulurdu. Lütfi beyle Konya’nın güneşli, güzel günlerinden bir gün Mevlana Dergahı önünden yürüyüp Aziziye Cami’nin yanından geçtik. Eski sıkışık, harap ve kalabalık Bedesten içine girdik. Bedesten içinde caddeye açılan küçük bir kapı ve te kişinin yürüyüp tırmanabileceği daracık bir merdivenle çıkılan bir dükkanın kapısı önünde durduk. Burası tarihi sıfatını hak etmiş eski bir saatçi dükkanıydı. Dükkanın altı sokağa ve caddeye bakan köşe de yine küçük bir saat satış mağazasıydı. Biz dar ve dik merdiveni tırmanıp ziyaret edeceğimiz yere gelmiştik. Eski, yıpranmış ahşap kapının ziline basınca saatçi Uysal kapıyı açtı. Zannımca altmış beş, yetmiş yaşlarında zayıfça sempatik, saçlarının büyük kısmı ağarmış mütebessim çehresiyle usta bizi karşıladı. Selamlaşmadan sonra nezaketle buyur edip oturmamız için yer gösterdi. Lütfi bey hemen yanıma, bense pencere önüne doğru birer iskemle ekip oturduk. Usta; önü arkası, yanı yöresi saat dolu olan yerine geçti. Hala yüzü gülüyor, bir dostun kendini ziyarete gelmesinden son derece mesrur ve mutlu olduğu ışıl ışıl gözlerinden seçiliyor, memnuniyeti söz ve iltifatlarından anlaşılıyordu. Lütfi bey daha önce bu dükkâna kaç defa görüştü bilmeyiz. Benim ilk gelişimdi. Kendimi bir saat müzesine girmiş gibi hissettim. Duvarları değişik renkte değişik şekillerde kimi çalışır vaziyette, kimi durgun saatlerle doluydu. Ahşap olanlar hala parıltısını kaybetmemiş madeni büyüklü küçüklü birçok saat vardı. Dikkatimizi ustanın tatlı sohbetini kaçırmak istemezken gözlerimizi de bu renkli zengin zaman dünyasından çekip alamıyorduk. Aradan yıllar geçti. Gerçi benim hoşuma giden beğendiğim şeyleri not edip yazmak gibi sonradan güzel bir haslet olduğunu öğrendiğim bir huyum var. Ama şimdi o sohbetle ilgili notlarımı nerde bulabilirim? Ali bey ısrarla istemese belki aklımıza gelmeyen bu hatırayı kaleme de almayacaktım. Ali Beye konuyu dirilttikleri için müteşekkirim. Delilerle ilgili biraz malumatım var. Doğup büyüdüğümü Torosların başındaki köyümüzde sık sık işittiğimiz: “Köy delisiz, yol çalısız olmaz” diye bir söz vardı. Anadolu insanı delileri sever, incitmez, üzmez, aç ve çıplak bırakmaz. Ama eğlenmekten de geri kalmaz. Zaten en güzel aşk hikayemizin başkahramanı da bir mecnun delidir. Bunların dışında kimimiz işinin delisi, kimimiz eşinin delisidir. Gencimizin en yiğit çağı delikanlılık diye anılır. Saatçi dükkanından Lütfi Beyin ezber bozan tarihi hatıralarını, saatçi Uysal Usta’nın eski Konya anılarını dinleyerek kendimizden geçtiğimiz anda ikinci kattaki bu münzevi dükkanın kapısı yavaşça açıldı. İçeriye kılık kıyafeti ile yabancı biri girdi. Hiç konuşma olmaksızın usta, içi renkli akide şekerleri ile dolu eski nakışlı bir şeker kutusu çıkarıp bu tuhaf yabancıya ikram etti. Yabancı, meraklı bakışlarımızın arasında çıkıp gitti. Bu tuhaf duruma müteakip ziyaretimizde de sıklıkla tanık oldu. Merak etse de edebimizden mı büyüklere hürmetten mi o anda sormaya cesaret edemedik. Veya o an için gerek görmeyip kendi sohbetimize devamı yeğledik. Burada yapılan sohbetlerin malayani şeyler olmadığını öncelikle belirtmem gerekir. Okunan, yaşanan görüp öğrenilenlerden bilhassa anmaya değer olanları dile gelirdi. Söz nereden açıldı bilmiyorum. Uysal Usta, eski Kapu Camii hocalarından birinden dinlediği bir tavsiyeyi anlattı. Yıllarca aralarında yaşayıp halkın gönlünü ve nabzını iyi tutmuş değerli hoca: “Birisi vefat ettiği vakit duygular tazeyken yapılması gereken, yaptırılacak olan hayır ve hasenat kısılır belki de kesilir” dermiş. Duyguları taze ve baskınken yaptıracakları yaptırın. Sonra yaptıramazsınız diye uyarırmış. Dün bugün değişen fazla bir şey var mı bilmem. Uysal saatçi ile sohbetimiz uzun sürdü. Benim mera ve suallerimin de katkısıyla bize üşenmeden yan odadaki kat at çekmeceler dolusu unutulmuş alınmamış birçoğu artık antika olan saatleri gösterdi. “Bunları 20,30 hatta 40 yıldır saklarım. Belki sahibi veya bir mirasçısı gelir” diye dedi. Hayret edip her yerin saat dolu olduğunu bu kadar beklemeye gerek olmadığını söyledik. Biz ustamızdan böyle gördük. Bunlar bize emanet. Saati aldığımızda karşılığında yazılı kağıt veriyoruz dedi. Yaşanmış örnekleri anlattı.  Bir adam saatini tamire vermiş. Almanya’da kriz geçirip vefat etmiş. Yıllar sonra oğlu babasının esi ceketinin koyun cebinde ustanın verdiği kâğıdı bulup babasının saatini sormaya gelmiş. On beş yıl sonra usta bulup vermiş. Çekmeceler dolusu saatin çoğunun artık antika olduğuna, antika değerinde olduğunu belirtti. Bizim saat merakımız ve antika sohbetimizin arasında yukarıda belirtiğimiz gibi usulca kapı açıldı. Üstü başı kılık kıyafeti yabancı olduğunu gösteren garip tavırlı bir genç kendisine ikram edilen renkli şekerini aldı ve kapıyı çekip gitti… Dikkatimizi çekmedi değil ama bu kadar saat ve saatlerin özelliği yanında sönük kaldı. Ustaya kahve ikramından dolayı teşekkür edip ayrıldık. Arkamızdan kapı kapanır kapanmaz daha dar merdivenlerden inip geniş caddeye çıkmadan Lütfi Bey’e bu renkli şeker ikramı ile garip kıyafetli kimseyi sordum. Lütfi Bey, Saatçi Uysal’ı iyi bildiği için soruma cevapta gecikmedi: Ustanın meczuplar şeyhi olduğunu, memleketin doğusu Rize’den başlayıp batısından Muğla’ya kadar her yerden divanelerin buraya uğrak verdiklerini, şeyhin ikramını alıp selamlaşıp gittiklerini söyledi. Nasıl bir anlaşma, nasıl bir irtibat anlamak zor. Bunca antika saatin arasında allak bullak olan aklım bu sözler karşısında bir daha ürperdi. Allah’ın hikmetinden sual olunmaz demekten başka söz bulamadım. Bundan sonra Uysal Saatçi zamanı anlamak, düşünmek ve hiç konuşmadan ibretli dakikalar geçirmek için çalınacak bir kapıydı. Akıllara söz geçirmekte güçlük çeken bir edebiyat hocası için delilere uysalca hükmedişin sırlı dünyasını görüp yaşamak çok anlamlı geldi.

KAYNAK: GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE KONYA’NIN GÜLLERİ DELİLERİ, MECZUPLAR ALİ IŞIK  

Editör: TE Bilişim