Konya’nın eğitim hayatında önemli şahsiyetlerinden biri de Silleli Müderris Musa Kazım Efendi’dir. Yine kendisi gibi saygıdeğer bir müderris olan ulemadan Hacı Hafız Mehmet Efendi’nin büyük oğlu olan Musa Kazım Efendi, 1856 yılında Sille’de doğdu. Annesi Küçük İsmail Efendi’nin kızı Hatice Hatun’dur. İlk tahsilini bitirdikten sonra, medrese tahsiline de Sille’de başladı, daha sonra İstanbul’a gitti ve orada Hafız Şakir Efendi’nin derslerine devam ederek ondan icazet aldı.Tahsilini ilerletmek için Kudüs’e gitti, orada meşhur muhaddislerden Nazif Efendi’den usul-i hadis okudu. Daha sonra Sille’ye döndü ve babasının vefatından sonra yerine müderris oldu. İyi bir hattat da olan Musa Efendi’nin yazı Hocası Osman Hamdi Efendi’dir. Vefatına kadar talebe okutmakla meşgul oldu.İlmiyle âmil, âlim bir zat olarak tanınan Musa Efendi, Muğribü’lKur’ân isimli bir eserin telifine başlamışsa da bitirememiştir. Vefatına kadar ilimle meşgul olmuş, çok sayıda talebe yetiştirmiştir. 

Uzun yıllar süren ilim yolculuğunun ardından Sille’ye döndüğünde Hattat Osman Efendi’nin kızı Fenise Hanım ile evlenir. Ancak birkaç yıl sonra eşi vefat eder ve Oflaz Abdulçavuş’un kızı Şemsi Hanımla evlenir, Hatice, Mehmet, Abdullah, Fatıma isimlerinde 4 çocuğu olmuştur. 

İLMİ YÖNÜ VE HİCRET EDİŞİ

Silleli Musa Kazım Efendi, nesilden nesile hoca yetiştiren Hocalar sülalesine mensuptur. Babasından sonra büyük abisinin ilime düşkün olmaması, diğer abisi Ali Efendi’nin medresede okurken vefat etmesi üzerine ailenin bu noktada umudu olur. Bu umudu ise boşa çıkarmaz ve Osmanlı Devleti’nin son dönemleri âlimleriarasında yerini alır. İlk eğitim döneminden itibaren ilim yönünden yetişmeye başlar. 15 yaşlarında babasından Arapça grameri dersleri alır. 1871 yılında Sille Hacı Hafız Medresesi’nde Arap İsmail Hoca’dan Maksut, İzzi, Avamil, Kafiye, İzhar  ve Molla Cami adlı kitapları okur. Böylece temel bilgileri aldıktan sonra ilim yolculuklarına başlar. Önce Konya’ya gelir. İplikçi Medresesi’nde Parlakzade Hacı Ahmet Efendi’den dersler almış, İplikçi Camii’nde müezzinlik yapmıştır. Daha sonra arkadaşı Somalı Ali Efendi tarafından Manisa’ya davet edilir. Bu sırada bir rüyasında babasını görür ve Hacı Hafız Efendi kendisine, ilim için yabana gitmesini tavsiye eder. Gördüğü rüya üzerine daveti kabul eder ve 1882 yılında Manisa’ya gider.Muradiye Medresesi’nde Hacı Davut Efendi’den Tasavvurat, Tasdikat ve İlm-i Kelam dersleri alır.  Burada da kendini tamamen ilme verir. Öyle çalışmaktadır ki bu durum hocası Hacı Davut Efendi’yi yormaktadır. Öğrencisine karşı mahcup olmamak için geceleri hazırlanan Hacı Davut Efendi, yine geç saatlerde çalıştığı sırada yatması için uyaran eşine, “Konyalı Musa’ya sen mi ders vereceksin?” şeklinde cevap vermiştir. Yine bir namaz sonrası Musa Efendi’nin ağır ve zor bir soru sorması üzerine çaresizlik içinde kalmış ve sert bir ifadeyle terslemiştir. Bunun üzerine Hocası’ndan helallik istemiş ve tahsil için İstanbul’a gitmiştir. Rakım efendi Medresesi’nde Hafız Şakir Efendi’den, İlm-i Akaid ve İlm-i Meani derslerini alır. Bu sırada ailesi tarafından Sille’ye dönmesi ve evlenmesi istenir ancak o ilmini ilerletmek derdindedir. Ailesinin isteğini kabul etmez. Hatta medresede hoca olarak kalması teklifini de uygun bulmamış, Şam’a giderek ilim talep etmeyi tercih etmiştir. 33 yaşında, 10 yıllık bir gurbet hayatı ve 20 yıla yakın ilim tahsiline rağmen içinde doymak bilmeyen bir ilim aşkı vardır. 

Eğitim hayatı ise zorluklar içinde geçmiştir. Hem çalışıp hem okumuştur. Bir ara çalışıp kazandığı kitap almaya gitmiştir ancak parasını yankesicilere kaptırmıştır. Bu olay sonrası İstanbul’dan ayrılıp Bursa’ya gitmiştir. Ortapazar Medresesi’nde Şükrü Efendi’den İlm-i Akaid dersleri okumuştur. Ancak onun niyeti Anadolu dışındaki ilmi faaliyetlerden yararlanmak bu kapsamda Şam, Hicaz ve Mısır’a gitmeyi düşünmektedir. Yolculuk kapsamında gerekli evrakları çıkarmak, dahili pasaport almakiçin İstanbul’a gider. Gerekli izinlerin verilmesi için Nakşibendi Dergâhına varır ve dergâhın aracılığıyla dahili pasaportu (mürur tezkeresi) alır. 1889 yılında Şam’a ulaşır.  Geceleri 4 saat uyuyarak, ilim öğrenmekle meşgul olmuştur. Hatta geceleri uykusu gelince uyuyup kalmamak için önüne bir demir yaptırmış, alnı düştükçe o demire vuruyor ve acısıyla uyanıyormuş. Şam Müftüsünden ve sair hocalardan tefsir ve hadis dersleri okudu. Alabileceği ilmi hemen hemen öğrenen Musa Kazım Efendi, burada kendini göstermiş ve hocaların gözdesi haline gelmiştir. Hocası tarafından, “Sana verebileceğim bir şey kalmadı. Burada kal, talebeye ders ver” talibi gelir hatta üç kızından hangisini isterse evlenme teklifinde bulunur. O ise bu talebi de kabul etmez, çünkü hala ilim öğrenmek istemektedir. Hocasının başyardımcısı olur ve hocası hastalandığında derslere girer. Bu dönemde bile geçim kaynağını kendisi temin eder, yapabileceği işlerde çalışır, kimi zaman da Kur’an yazarak ve bunu satarak geçimini sağlamıştır. Şam Emevi Camii yanındaki medresede de derslere devam etmiştir. Daha da önemlisi o artık Şam müftüsü olan Hocasının izniyle İslam Dünyası’nın en önemli kürsüsü olan Şam Emevi Camii’nin vaiz kürsüsünden halka hitap etmiştir.  

İLİM İÇİN AİLESİNDEN İZİNİ KAYBETTİRMEYE ÇALIŞIR!

Musa Kazım Efendi bu dönemde ailesinden izini kaybettirmeye çalışmaktadır. Niyeti Mekke veya Medine’ye yerleşmektir. Yerleşmesine özellikle annesinin izin vermeyeceği düşüncesiyle gelen mektuplara cevap vermez. Hatta mektupları almaz ve gönderilen mektuplar, “Şam’da böyle bir insan yoktur” şeklinde Sille’ye geri gönderilir. Ailesi hatta Sille halkı ise onu bulmak için çırpınmaktadır. Fakat beklemediği bir durum yaşanır. Şam’a alışverişe gelmiş olan Silleli Tüccar Salih Efendi, kendisini Şam Emevi Camii’nde vaaz ederken bulur. Namazdan sonra kendisine “Musa” diye seslenir ve Musa Kazım Efendi’nin gayri ihtiyari dönmesi ile “Seni yakaladım” der. Salih Efendi, kendisine annesinin ve ailesinin perişanlığını anlatır. Ancak o dönmemekte kararlıdır ve Şam’da olduğunu ailesine söylememesi için telkinlerde bulunur. Salih Efendi ise Musa Kazım Efendi’nin ısrarı üzerine ailesine söylemeyeceğine söz verir ancak sözünde durmaz ve Sille’ye döndüğünde annesine herşeyi anlatır. Bunun üzerine annesi ağır ithamlar içeren ve dönmesini istediği bir mektup gönderir ve şöyle yazar;  “Bu sene hac edup hac kafilesi (Huccac) ile gelesiz.Eğer haç kafilesinden bir sonraki yıla kalırsanız bunda ruhsatım yoktur. Asla hakkım helal değildir. Bu kadar derd-u iftirakın (ayrılık acısı) yetişir… Çeşmemin yaşı asla durmaz… Konya’ya haç kafilesi ile gelesuz. Eğer ihmal eder isen, rızama muhalefetten başka Hazreti Resulün şefaatinden mahrum kalırsız.”  Bu mektup, Musa Kazım Efendi’yi oldukça sıkıntıya sokar, hayalleri ve planları bozulmuştur. Durumu hocalarına anlatır. Hocaları meseleye karışamayacaklarını, bir tarafta peygamber sevgisi ve ilim aşkı, bir tarafta anne hakkı olduğunu söyleyip yine de istihareye yatmasını tavsiye ederler. Yattığı istiharede Konya’ya gitmesi yönünde işaretler görünce bir kez daha hocasına durumu anlatır. Bunun üzerine hocası Konya’ya dönmesini teşvik eder ve 1890 tarihinde icazet verir. Artık 20’li yaşlarda ayrıldığı Sille’ye 34 yaşında yeniden dönecektir. Konya ile başlayıp, Manisa, İstanbul, Bursa ve Şam ile devam 12 yıllık yolculuk son bulmaktadır. Yürüyerek Konya’ya doğru yola çıkar. İskenderun, Mersin, Karaman üzerinden Sille’ye gelir. Silledeki medresenin yer darlığı dolayısıyla Konya’daki medreselerden hocalık için teklif gelir. Bu teklife sıcak bakar. Silleliler ise Sille tarihinde ilmi birikimiyle ender rastlanan Musa Kazım Efendi’yi bırakmak istemezler ve Medreseyi 1,5 ayda genişletirler. Bunun üzerine 1890 yılında Sille’de derslere başlar. Derse başlaması ile Hacı Hafız Medresesinin değeri yükselmiş talebesi çoğalmıştır. Konya çevresinden ve Şam’dan bile öğrenciler gelmektedir. Musa Kazım Efendi’nin hayatı artık Sille’de geçecektir. 34 Yaşına kadar topladığı ilimleri 1924 yılında medreselerin kapatılıp lağvedilmesine kadar, 34 yıl boyunca aktaracaktır. Onun hayatı hakkında şu ifadeler kullanılmıştır: “Daima tedrisle meşgul idi. İlmiyle amil, züht ve takva sahibi bir zattı.”

BİLGİSİYLE DİĞER HOCALARI KISKANDIRDI

Medresedeki bilgi seviyesi diğer hocalar tarafından da kıskanılmış ve kendisine tavır konulmuştur. Hatta, kendisini Medreseden kovmayı bile düşünmüşler bu nedenle küçükken hocalığını yaptığı bir şahsı tahrik ederek Musa Kazım Efendi’ye tokat attırmışlardır. Bu tokat üzerine medreseden ayrılacağını düşünen diğer hocalar büyük bir yanılgıya düşmüş, Musa Kazım Efendi uğradığı haksızlığı İstanbul Şeyhülislamlığı’na yazı ile bildirmiş ve eğitimin düzelmesi için öncelikle hocaların düzelmesi gerektiğini bildirerek, bir heyetin gelip Sille Medresesi’ndeki hocaların imtihana tabi tutulmasını istemiştir. Bu talebi kabul edilmiş ancak diğer hocalar imtihan kaçmıştır. Kendisi ise verdiği bilgilerle heyeti şaşırmış, “Olsa olsa bu kadar olur” demişlerdir. İmtihan sonrası durum İstanbul’a bildirilmiş ve Meşihat Makamı, Musa Kazım Efendi’nin Sille Hacı Hafız Medresesi’nin tek yetkili olarak baş müderrisliğe oturtmuştur. Bu durum Medreselerin kapatılmasına kadar 25 yıl sürmüştür. 

YENİ REJİM VE MEDRESELERİN KAPATILMASI 

Musa Kazım Efendi için en önemli zorluk babasının kurduğu Medresesinin kapatılması olmuştur. Son 10 yılını gerek maddi gerekse manevi çok büyük sıkıntılarla geçirmiştir. Cumhuriyet’in kuruluşu ile devlete sadakatinden hiçbirşey kaybetmemiş ancak inkılap kanunlarına karşı eleştirisini dile getirmiş, bu eleştirisi ise hiçbir zaman isyana dönüşmemiştir. Delibaş Mehmet İsyanı’nda dahi Sille Halkını korumak için evlerinin damlarına beyaz bayrak çekmelerini tavsiye etmiştir. Çünkü ona göre iki tarafta da savaşan Müslüman Çocuklarıdır. Sille Ak Camii’nde vaaz ederken inkılapları çok sert söylemle eleştirmiş, bu işlerin sonucunun küfr olduğunu belirtmiştir. Vaaz sonrası Sille’nin önde gelenleri evine gider, İstiklal Mahkemelerinde çok sayıda medrese hocasının asıldığını, kendisini de kaybetmek istemediklerini bildirir. Bunu üzerine, “Herşeyin bir tahammül sınırı olduğunu, ne yapabileceklerini, en fazla idam edeceklerini” söyleyerek cevap vermiştir. Hatta, torununa babası tarafından alınan şapkayı sokağın ortasında yırtarak, parçalarını çayda bulunan kanalizasyon çukuruna atar. Medreselerin kapatılmasının ardından işsiz kalan hocaların tepkilerini azaltmak için ve maddi olarak zor şartlarda olmasına rağmen valilikçe verilen ve “Sus payı” olarak nitelediği parayı almaz. Medrese hayatından sonra 10 yıl evine kapanır ve dışarı pek çıkmaz. Yeni uygulamalardan hoşlanmadığını böylece belli eder. Çocuklarına da Hicaz’a hicret etmelerini tavsiye eder. Ömrünü ilim ile geçiren Musa Kazım Efendi son yıllarını açlık ve sefaletle geçirir. O günlerde günde bir öğün yemek yemektedir ve yediği yemekte bir kuru ekmeği suya batırıp yemektir. Ardında da, “Oh ne büyük nimet” demektedir. O bulunduğu konum gereği Sille halkını harekete geçirip müreffeh bir hayat sürme şansına sahipti ancak bulunduğu konumu kullanmadı. Halkını sömürmedi, verilen hediyeleri de ihtiyacı kadar kabullendi. 

MUSA KAZIM EFENDİ’NİN ŞAHSİYETİ 

İlmi öğrenme aşkının yanında temizliğe çok önem veren bir zattır. Hoşaf ve yemek kaşıkları ayrı olduğu gibi, bu titizliği sebebiyle elbiselerini 3 kere su ile durulatırmış. Sille, halkı üzerinde de önemli tesirler bırakmıştır. Ömrünü ait olduğu toplumun eğitilmesi için çaba sarf ederek tüketmiştir. Bu yönüyle günümüzde dahi hayırla yad edilmektedir. Hayatı boyunca yumuşak huylu, insani zaaflara kızmayan, dini konularda katı olmayan, kolaylığı tercih eden, insanlara dinin kolay tarafları ile fetvalar veren bir kimseydi. Şahsi bir kızgınlığından dolayı kimseye aşırı davranmamıştı. Hatta medresede kendisine tokat atıp kovalayan şahsa bile fiziki bir cevap vermemişti. O, bu konuda kendisine danışanlara şu güzel tavsiyede bulunuyordu: “Düşmanına cevap verme! İntikam olarak sana yeter.” Daha çok dinin izzeti ve onurunun rencide davranışlara kızmış. Sürekli büyü yapan halasının oğlu ve kardeşine çok kızmış, büyü kitaplarını parçalayıp, yakmıştır. 

İlme ibadetten çok değer vermiştir. Boş konuşmayı sevmez, bireysel ibadetini uzunca yapmamıştır. Aşırı şekildeki şeyh-mürşit ilişkilerini uygun bulmamıştır. Tek yataklı odasında yerdeki hasır ve askıdaki cübbesi dışında bir şeyi olmamış, verdiği derslerden de para almamıştır. Çocuklarına evinde eğitim vermeye gayret etmiş, onları kötülüklerden korumaya çalışmıştır. Küçük kızı Fatıma bazı yeni tür elbiseler giyince bundan hoşlanmayarak, yenilerini yaptırmıştır. Batıl inançlara karşı fala inanmayın, kurşun dökmeyin gibi tavsiyelerde bulunmuştur. Toplumdaki eksikliklere ve yanlışlıklara hemen müdahale etmiştir. En fazla tedirgin olduğu konu kul hakkı olmuştur. Bir gün ineği, komşunun tarlasına girmiş. Bunun üzerine Musa Kâzım Efendi, 40 gün kadar inekten sağılan sütü içmemiş, içtirmemiş ve tarlasında otlanılan komşusuna göndermiştir. Komşusu süt istemediği ve hakkını helal ettiği halde bunu yaptığı belirtilir. Hatta komşusu şu sözü söylemek zorunda kalmıştır: “Yeter Hocababa! Sütün artık bulaşığı da kalmadı.”

Son devrin ilim âlimlerinden olan Musa Kazım Efendi, ömrü boyunca dürüstlükten, doğruluktan, ahlaktan, faziletten ayrılmamış, doğru bildiği şeyi söylemekten çekinmemiş, kendisini insanları eğitmeye adamıştır.  

VEFATI SİLLE’Yİ ÜZDÜ

Musa Kazım Efendi, 1932 tarihli vasiyetnamesinde önce hanımına verilecek Mehir borçlarından bahsedip, malından ödenmesini yine hukuku ibadullah olarak fakir fukaraya verilecek paralarının da gerçekten ihtiyaç sahiplerine verilmesini tavsiye etmiştir. 1935 yılında hastalandı ve vefat etti. Vefat ederken ağzından dökülen son söz, Hz. Peygamber’in vefat ederken söylediği son sözdü; “Er-Refiku’l-Ala (Yüce dosta)”. Hayatını o yüze peygamberin getirdiği dinin öğrenilmesi ve yayılmasına adayan bu âlim, hayatının diğer safhalarında olduğu gibi son nefesinde de bu dinin peygamberine tabi olmuştu.

Musa Kâzım Efendi’nin vefatı Sillede duyulduğu gibi Konya’da da duyulmuş ve cenazesine Konya’nın önde gelen âlimleri katılmıştır. Cenazesini Kapu Camii’nin uzun yıllar imamlığını yapan ve İplikçi Medresesi’nde Parlakzade Hocadan birlikte ders aldıkları Haydar Efendi yıkar.  Haydar Efendi, evin aralığı olan hayat denilen yerde cenazeyi yıkadıktan sonra cenazeyi acele ile çıkarmak isteyenlere gür sesiyle şöyle seslenmiştir: “Durun! Acele etmeyin! Bu cenaze herhangi bir kişinin cenazesi değildir. Bu cenaze büyük bir âlimin cenazesidir. Bekleyin! Herkes toplansın. Herkes onu taşımak sevabına nail olabilsin. Bu cenazeyi taşımak herkese nasip olmaz." Sille en kalabalık günlerinden birine şahit olmuştur. Cenazeye katılanlar arasında Saçlı Hoca adıyla bilinen Hafız Ali Murtaza Efendi’de vardır. Onun vefatından bir yıl sonra vefat edecek olan yakın dostu Hacı Veyis Zade Mustafa Efendi’nin babası Veyis Efendi de cenazeye katılmıştır. Musa Kâzım Efendi, Sille Medresesi’ni Konya’daki ilk üç medrese arasına soktuğu gibi ilmiyle de Konya’daki hocalar içinde ilk sıralarda görülüyor ve bu şekilde itibar görüyordu. Sillenin bu büyük âliminin arkasından çok ağlanmıştı. Herkesi ağzında, “Alim öldü, alem öldü, Sille'nin direği yıkıldı" sözleri işitilmiştir.  Hattat Veli Uyar, onun hakkında şunları yazmıştır: “Bütün hayatını kuşe-i inzivada geçirmiştir. İlmiyle amil ve takva sahibi bir zat olup, 1354 yılında vefat etmiştir. Sille’nin aşağı mezarlığında metfundur. Kabir taşındaki hitabesi şudur; Merhum Ulema-yı kiramdan El-Hac Hafız Efendi Zade Musa Efendi ruhuna Fatiha.”Veli Uyar, merhumun vefat yılını metin içerisinde 1354 olarak verirken, kabir taşı kitabesinin sonunda, 1334 olarak verir. Kabir taşındaki tarih doğrudur. 

HAYATINI TORUNU PROF. DR. MEHMET AZİMLİ KİTAPLAŞTIRDI

Müderris Musa Kazım Efendi, hakkında yazılan tek eser ve yazıda da istifade ettiğimiz torunu Prof. Dr. Mehmet Azimli tarafından yazılan, “Sille Medresesi’nde Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Bir Neslin Hikâyesi Son Müderris Musa Kazım Efendi” adlı eserdir. Dedesinin geride bıraktığı belgeleri derleyerek, arşivde çalışarak ortaya koyduğu eser, gelecek nesiller ve Sille tarihi açısından mükemmel bir kültür hazinesidir. Torunu Azimli’nin ifade ettiği gibi, “Kendisi ahiret âlemine intikal etse de manevi etkisi halen devam etmekte, onun yetiştirdiği bir nesle öğrettikleri halen geçerliliğini korumaktadır. Onun bu halka verdiği nasihatler, güzel yaşantı örnekleri, bu halkın önünde dedelerinden kalan hatıralar olarak geçerliliğini korumaktadır.” İşte bu eser bunun göstergesidir. Bu çalışma için, Prof. Dr. Mehmet Azimli’ye teşekkür eder, ecdatları hatıralarının yazılacağı başka çalışmalara örnek olmasını dilerim. 

Editör: TE Bilişim