28 Şubat 1997'de yapılan Milli Güvenlik Kurulu (MGK) toplantısı sonucu açıklanan kararlarla ‘sözde’ irtica bahanesiyle ordu ve bürokrasi merkezli olarak başlatılan süreç, Türkiye siyasi tarihine kara bir leke olarak geçti.

Bir diğer adı ile post-modern darbe olarak nitelendirilen 28 Şubat süreciyle, dönemin Refah Partisi iktidarı düşürülmeye çalışıldı. 54. Hükümet'in Başbakanı Prof. Dr. Necmettin Erbakan’ın içerideki ‘millileşme hamleleri’ ve dışarıdaki emperyalist güçlere karşı giriştiği tutum, bazı güçlerin hoşuna gitmedi. Bu anlamda 28 Şubat, Erbakan’ın Başbakanlığını yürüttüğü 54. hükümete karşı yapılan bir müdahale olarak gerçekleştirildi. Milli iradenin hiçe sayıldığı bu süreç, sonrasında bir çok yanlış uygulamayı da beraberinde getirdi. Aradan geçen 21 yılın ardından 28 Şubat ve sonrasında yaşanan zulümler hafızalardan hala çıkmadı. 28 Şubat döneminde ve sonrasında yaşanan siyasi, hukuki, toplumsal gelişmeleri ve yaşanan olayları Saadet Partisi Genel Başkan Yardımcısı Lütfi Yalman, Necmettin Erbakan Üniversitesi Sosyal ve Beşeri Bilimler Fakültesi Tarih Bölümü Başkanı Prof. Dr. Caner Arabacı ve Türkiye İmam Hatipliler Vakfı (TİMAV) Genel Başkanı Abdullah Ecevit Öksüz değerlendirdi.

28 ŞUBATI YAPANLAR CEZALANDIRILMALI

28 Şubat döneminde partilerinin iktidar olması nedeniyle süreci yakinen takip eden ve süreçten bizzat etkilenenler arasında yer alan Saadet Partisi Genel Başkan Yardımcısı Lütfi Yalman, 28 Şubat süreciyle ilgili önemli bilgiler verdi. 28 Şubat sürecinin arkasındaki güçleri iyi analiz etmek gerektiğini vurgulayan Yalman, bu anlamda olayları sadece içerdeki unsurlardan değil, küresel olarak değerlendirmek gerektiğini söyledi. 28 Şubat sürecini gerçekleştirenlerin arkasında küresel emperyalizmin olduğunu söyleyen Yalman, sözlerini şöyle sürdürdü, “Bu küresel emperyalizm güçleri; Ortadoğu’da, İslam coğrafyasında ve Afrika’da benzeri ülkelerde sömürü düzenini devam ettirmek isteyen, yer altı zenginliklerini kendi kontrolleri altında tutmak isteyen ve Büyük İsrail devletini kurmak isteyen güçlerdir.  Dolasıyla Büyük İsrail’e her zaman Erbakan hocamız engel olduğu için 28 Şubat’ın arkasında olduğunu bilmek lazım.  O zaman Refah Partisi sadece içteki üç-beş zibidi takımına, beşli çeteye, bir takım küresel emperyalizme uşak olmuş siyasi partilere, Türkiye’de bir takım zinde güçlere, tekelci sermaye ve kartelci medyaya karşı yürütmedi bu savaşı. Bütün dünyadaki küresel emperyaliste karşı yürüttü. Türkiye’nin 54. hükümetinin ekonomideki dış politikadaki ve kalkınma ile ilgili atmış olduğu adımlar ve hamleleri hepimiz biliyoruz.  O dönemde işçi, memur ve emekli, Bağ-Kur'lu, çifti vb. insanlar oldukça memnundu. Türkiye’nin büyümesine kalkınmasına karşı çıkan insanların emelleri büyük İsrail’in kurulmasına alet olmak demekti. Mücadelenin özü bu. 28 Şubat’ta Erbakan hocamız hükümeti yıktırmamak için tek başına direnmiştir. Hükümeti Doğru yol partisi içinde bulunan satılık milletvekillerini satın alarak hükümet sayısal azınlığa düşürdü. Yoksa tehditle, şantajla Erbakan hocayı kimse geri çeviremezdi. Vazgeçiremezdi.  28 Şubat döneminde Erbakan hocamız kendi üzerine düşeni yapmıştır. İnsanca devlet adamı sıfatı ile Müslümancı bir duruş sergilemiştir.  İnsanımızın hakkını, kültürünü ve inançlarını muhafaza etmek için elinde gelen mücadeleyi yapmıştır.  28 Şubat dönemini filen yöneten insanlar için çalışmalar yapılmadı.  28 Şubat’la ilgili derhal yargılanmaların başlayıp, bu hükümete karşı darbe içerisine giren STK’lar ve zinde güçler içerisinde bulunanlar ve askeriyenin içinde bulunanlar dahil hükümeti ve milleti yıkmaya karşı mücadele eden herkes hakkında mutlaka dava açılmalı. 28 Şubat bu ülkeye ve millete karşı yapılmış ihanet hareketidir.”

28 ŞUBAT SÜRECİ MİLLETİN SINAVDAN GEÇİRİLDİĞİ BİR DÖNEM OLDU

Necmettin Erbakan Üniversitesi Sosyal ve Beşeri Bilimler Fakültesi Tarih Bölümü Başkanı Prof. Dr. Caner Arabacı da,  28 Şubat sürecini “milletin sınavdan geçirildiği bir dönem” olarak tanımladı. 28 Şubat sürecinin tarih içerisinde yaşanan olaylarla değerlendirmek gerektiğine dikkat çeken Arabacı,  “28 Şubat 1876’da başlayan dış devletler irtibatlı kendi devletine darbe hareketlerinden biri. Ondan öncede Osmanlı devletinde askeri gücü silahlı kuvvetleri kullanarak darbe tebessümleri oluyordu. Ama bunlar dış kaynaklı değil içten gelen olaylardı. Özellikle 1826 öncesine ait bir tespit. 28 Şubat gibi dış kaynaklı darbe teşebbüsleri Türkiye’nin yönetiminin Türk milletinin eline vermek yerine istedikleri zaman değiştirmeyi, istediklerini yapamadıkları zaman şamar oğlanı gibi yönlendirmeyi öngörüyordu. Tabi bu bağımsızlık, hassasiyet ve varlık açısından çok tehlikeli bir durum ortaya koyuyordu” ifadelerini kullandı. O dönemdeki olayları anlamak için, bazı örneklerin iyi irdelenmesi gerektiğini belirten Arabacı, konuyu şöyle açıkladı; “28 Şubat’ta Türkiye iki önemli projeyi İsrail’e devretti. Biri tanklarının modernizasyonu, diğeri F4 uçaklarının modernize edilmesi.  Bu konuda İsrail’e çok yüklü miktarda para verildi.  Bunlar dış kaynaklı darbelerin milli ekonomiye verdiği zarardan biri buydu. İsrail’e tank ve uçak modernizasyonunu kudretli, dünya Yahudilerinin lider unvanını verdiği bir general verdi. Ama şu hiç sorgulanmadı. İsrail’de tank fabrikası var mı yok mu? İsrail’de uçak fabrikası yok. Tank ve uçak fabrikası olmayan ülkeye bu projeler neden veridi? Çünkü darbe yönetimi İsrail’i beslemek istedi. Zaten dış kaynaklı olduğu için bağlı olduğu yerlere madden de hizmetini sürdürdü.”

BELLİ ÖĞRENCİLERİN EĞİTİM HAKKI ENGELLENDİ

28 Şubat sürecinde birçok zulümlerin yaşandığına işaret eden Arabacı, olayın maddi boyutundan öte, manevi hezimetlerine dikkat çekti.  “Üniversitelerde sınava girmiş eğitim hakkı kazanmış öğrenciler açık bir şekilde zulme uğradı” diyen Arabacı, sözlerine şöyle devam etti; “Gençler sınavı kazanmış, hak etmiş olduğu hiç göz önünde bulundurulmadı ve binlerce öğrenci belli seviyelere geldiği halde dışlandı ve eğitim hakları engellendi.  Kendi devletlerinde engellenen insanlar yeni masraflara girerek eğitimlerini yurtdışında tamamladı.Tabi bu insanların zihninde kendi devletine, ordusuna karşı küskünlük bir yara ve acı ortaya kondu. 8-10 yıl okuma hakkı engellenen gençler daha sonra yeniden okula başlayarak mezun oldular. Bu kırgınlığı devlet ve millet arasına yerleştirmek isteyenler bu milletin has evlatları değildi. Dış kaynaklıydı. Bunun belirtilmesi lazım. Bu devlete ve millete küsülmemesi lazım.  28 Şubat millet ve devlet yarılmasını ve ayrılmasını sağlayan bir dönemi başlatmıştı. Çok şükür ki o süreç iddia edildiği gibi bin yıl sürmedi. Milletçe tasfiye edildi.   28 Şubat süreci milletin devleti ordusu etrafında yeniden toparlanmasını gösteren bir süreç oldu. 28 Şubat süreci milletin sınavdan geçirildiği bir dönem oldu. Türk milleti basiretli davrandı. Devletine, ordusuna, bayrağına küserek dağılmaya girmedi ve bu olay kısa sürede atlatıldı.” 

28 ŞUBAT MİLLETİN DEĞERLERİNE YAPILMIŞ BİR DARBEDİR

TİMAV Genel Başkanı Abdullah Ecevit Öksüz 28 Şubat’ın milletin değerlerine, iradesine, kararlarına ve inancı yaşama gayretine ket vurmak amacıyla yapılmış Postmodern bir darbe olduğunu söyledi. “Milletin birliği, inançları, kültürü, medeniyeti sosyal inanç ve kültürleri, barış ve huzur hedef alınmıştır” diyen Öksüz, “Milleti bu değerlerden ve inançlarından uzaklaştırarak milliyi aslında yok etmek ve bertaraf etmek istemişlerdir. O günleri hatırladığımız en büyük zararı imam hatipler ve dindar nesle verilmek istendiği görüyoruz. İmam Hatip Okulunun ortaokul bölümleri o dönemde kapatıldı. 8 yıllık kesintisiz eğitim uygulaması ile ortaokullarımıza kilit vurulmak istendi. Bu durum eğitimin gerek formasyonu, gerek psikolojisi gerekse fiziki ortamlarını başta olmak üzere birçok boyutu ile değerlendirildiğinde işin uzmanlarınca uygun görülmeyen bir uygulama iken, tamamen ideolojik yaklaşımlar ile böyle bir uygulamaya geçildi. Diğer taraftan eğitimde fırsat eşitliği bir devletin vatandaşlara sunmak istediği en büyük haklarından bir tanesi olması gerekirken. İmam Hatip lisesinde okuyan öğrencilerin önüne katsayı gibi garip bir uygulama getirildi. İmam hatipler ile birlikte meslek liselerine de katsayı getirildi.  Burada meslek lisesi öğrencileri ve imam hatip lisesi öğrencileri üniversiteye geçişte tüm sorulara doğru cevap verse bile istediği bir programa kayıt şansı olmuyordu. Böyle bir adaletsizlikte yapılmış oldu. İdeolojik yaklaşımlar ile imam hatiplerin önü kesilirken aynı zamanda meslek liselerin de önü kesilerek reel sektörün ara ve aranan eleman ihtiyacını zora soktular ve reel sektörü ciddi anlamda zarar görecek duruma soktular” diye konuştu. 

BİN YIL DEĞİL 20 YIL BİLE SÜRMEDİ

Hem eğitim öğretimin içerisinde hem de devlet kurumlarının içerisinde kadınlarımızın inançları gereği başlarını örtmeleri engellendiğini ifade eden Öksüz; “Başörtülü kardeşlerimize bir hayat hakkı tanınmadı. İnsan olarak doğal insan hakları gasp etildi.  Kur’an Kursların önüne getiren yaş sınırlandırılması ile beraber maalesef Kur’an kurslarının kapısına kilit vurulmak istendi. Dindarlara karşı topyekûn bir mücadele edildi. Ekonominin içersinde de yeşil sermaye diye uydurulan bir tanımlama ile milli ve manevi değerlerine sahip çıkan şirketlerin önü kapatılmak istendi. Devlet ihalelerinde istifade edebilmelerinin önü kesildi. Yoğun denetim baskıları ile gelişmeleri ile durdurulması istendi.  28 Şubat aktörlerinin "Bin yıl sürecek" sözleri hala akıllarımızda. Allah’a hamt olsun bin yıl değil 20 yıl bile  sürmedi. Milli irade o darbenin izlerini bir bir silmeyi başardı” ifadelerini kullandı. 

28 ŞUBAT DÖNEMİNDE ANADOLU SAPASAĞLAM DURDU

28 Şubat döneminde Anadolu’nun sapasağlam durduğunu ifade eden Öksüz, “FETÖ terör örgütünün dönemin başbakanına karşı “beceremediler artık gitsinler” manşetlerini o dönemin akredite medyasında boy boy manşetlere taşınmasıydı. Milli irade Anadolu’da sapasağlam durdu. Ama artık beceremediler gitsinler diyenler ülkemiz ve milletimizin adına kirli oyunlar peşinde koşanların oyuncağı olacak şekilde Türkiye’yi terk etmek zorunda kaldılar. Türkiye’ye dönebilecek ne cesaret ne duygusu nede yüzü kaldı. FETÖ’nün başı o dönem “İmam hatiplerin kapatılırsa bizim okullar var” demişti. Bizim okullar var yaklaşımı ile sahi olan din eğitiminin önümü kapatılmak kendi sapkın din anlayışlarını toplum içerisinde daha yaygın hale getirmek istediler. Yine 28 Şubatta ikna odalarında üniversite kapılarında fiziki ve psikolojik baskılara maruz bırakılırken, eğitim ve öğretim hakları ellerinden alınırken bunlar başörtüsünü kendi hezeyanları ile teferruat olarak nitelendirdiler. Vermiş oldukları talimatlarla kendi taraflarının başlarını açtırarak eğitim-öğretime devam etmelerini sağladılar. Bu mücadelede FETÖ dindarlarla değil, zalimlerle omuz omuza verdi. Geri planda 28 Şubat’ın aktörleri Batı Çalışma Grubu ile birlikte hareket etmiş oldular. Burada hareketle 28 Şubat İle 15 Temmuz faillerin bir ve beraber olduklarını ve kardeş olduklarını ifade edebiliriz.  15 Temmuz’un temellerinin, 15 Temmuz’un psikolojik ve sosyolojik durumlarının temellerinin ve fiziki hazırlıklarının 28 Şubatlara kadar dayandığını ifade etmemiz doğru olacaktır. Buradan da hareketle 28 Şubat’ın failleri ve 15 Temmuz’un faillerin kardeşliğini ifade ederken şunu da iyi bilmemiz gerekir; 28 Şubat’ta akan gözyaşlarının 15 Temmuz’da akan kanlarda kardeştir. Milletin iradesine, değerlerine, inançlarına müdahale eden tüm darbelerin ve girişimlerinin kirli ve kararlı oyunlar olduğunu bir kez daha haykırmak gerekir.  İmam hatipli bir Cumhurbaşkanı çıktı ve onun önderliğinde milletin iradesi ile milli ve yerli irade ile karanlık oyunlar bir bir bozuldu. İzleri silindi. Türkiye sulh ve selamet yurdu haline geldi. Türkiye vatanını seven, dinine, medeniyetine ve kültürüne sahip çıkan insanlar için sulh ve selamet yurduna dönüşürken, ümmetin ve insanlığın mazlumların ümidi haline gelirken, zalimlerin kirli oyunlarına ve karanlık oyunlar peşinde koşanlarında korkulu rüyası haline gelmiş oldu” şeklinde görüş bildirdi. 

MUHAMMED ESAD ÇAĞLA

Editör: TE Bilişim