DERELİ MÜFTÜ ALİ (GÜZELDÜLGER) EFENDİ

(1932-1981)

Müftü Ali Efendi, 10.05.1932 tarihinde Bozkır’ın Dere Köyünde doğdu. Babası Hafız Mehmet Hoca, Dedesi ise yapı ustası ve marangoz Hüseyin Efendidir. Dedesi, köyde yapmış olduğu caminin duvarına yerleştirdiği bir taşa “Allah’ın adıyla bu binayı Hüseyin yaptı” anlamına gelen “Bismillah Amele Hüseyin” ibaresini yontarak künyesini nakşettiği için soyadı kanunu çıktığında Güzeldülger soyadını almışlardır. 

Babası Hafız Mehmet Hoca, yıllarca Köyün imam-hatipliğini yapmış olup “Hafız dayı” namıyla bilinirdi. Resmi imamlıktan 65 yaşında emekli oldu ve 95 yaşında da vefat etti. Annesi Azime Hanım ise, çok erken vefat ettiğinden Ali Efendi küçük yaşta öksüz kaldı. Babası ikinci izdivaç yaparak Sorkun’dan Haytalar’ın Ayşe hanımla evlendi. Ancak Ali Efendi, ölen annesini bir türlü unutamadığından sık sık ağlar, Ablası Fatma ve küçük kardeşleri Hüseyin ile Ayşe kendisini teselli etmeye çalışsalar da, Ali Efendinin Annesine özlemi bir türlü bitmedi.

Saf, temiz kalpli ve duygusal bir kişiliğe sahip olan Ali Efendi; kötülükten uzak, samimi, gani gönüllü, duyduklarına hemen inanan, kalbinde kin nefret taşımayan, hile hud’a bilmeyen, toplumda her kesim insanla iletişim kurabilen, çok iyi niyetli bir kişiliğe sahipti. Gördüğü haksızlıklara rağmen hâlinden hiç şikâyet etmezdi. Kapısı herkese açıktı. İnsanlar arasında siyasi görüş, zenginlik, yoksulluk vb. kriterlere önem vermezdi. Elinden geldiği kadar Allah’ın dinini çevresine anlatmaya ve sevdirmeye çalışırdı. Çok meraklı ve aynı zamanda çok zeki olan Ali Efendi, dört çocuklu ailenin ikincisi olarak küçük yaştan beri ilme merakıyla temayüz etti. İlme ve okumaya o kadar meraklıydı ki, o devirde kız çocuklarını liselerde okutmak uygun görülmeyip dindar çevrelerce ayıplandığı halde o, annesinin adını verdiği kız çocuğunu Konya Kız Öğretmen Okuluna göndererek okutmuş ve öğretmen yapmıştır. 

EĞİTİM HAYATI

İlk derslerini, Arapça ve Kur’an’ı iyi bilen Babası Hafız Mehmet Hocadan aldı. İlkokulu köyünde 16.05.1942’de üstün başarı ile bitirdi. İlmini ilerletmek için Ahırlı Nahiyesi’ndeki mektebe kaydoldu. Artık kendini iyice ilme adamıştı. Babasından sonra ikinci hocası, dönemin meşhur alimlerinden olan ve tek gözü gördüğü için de kendisine “ayn-ı vahit" lakabı verilen müderris Tevfik Bilge’dir. Dört bir taraftan gelen öğrencilere bir kuruş bile almadan ders veren Tevfik Hoca, Ali Efendi’den de ücret almadan üç yıl boyunca okutmuştur. Tevfik Hoca’nın ilk ve en uzun okuyan tek öğrencisidir. Ondan, Arapça, Sarf, Nahiv, Mantık, Kıraat, Hadis, Fıkıh, Feraiz, Cebir gibi hem müspet (fen bilimleri) hem de İslâmî ilimleri okumuştur. 

Ali Efendi, üstün zeka ve gayretiyle üstadının ilmini kendisinde toplamayı başarmıştır. Hafızası o kadar kuvvetliydi ki, kitaplarda okuduğu ibareleri ezberden söyler, öğrendiği şiirleri takılmadan okurdu. Fatma Ablasının küçük oğlu olarak aynı zamanda benim de dayım olan Ali Efendi, hafız olmadığı halde bir gün Bakara suresinden ayetleri okumaya başladı. O kadar çok ayet okudu ki, ezbere okuması birkaç sayfayı buldu. Okumayı bitirince ben hayret ederek: “Dayı sen hafız oldun mu?” sorusuna karşılık “Hayır canım, okurken aklımda kalmış” deyiverdi. O, Kitap okumayı çok severdi. Daha çok Arapça kitaplarla haşır neşirdi, çoğu zaman kitap okurken uyuyakalırdı. Bir gün rüyasında yeşil sarıklı zatların mektepte kendisini ziyaret ederken görmüş, sabah rüyasını anlatınca, hocası: “Evlat, sen bizi sahipsiz mi zannettin?” diyerek tedrisatını övmüş, ona latife yapmıştır. 

Tevfik Hoca, her açıdan zor bir dönem olan 1945-1956 yılları arasında küçük bir köy evinde verdiği derslerde talebelerin ulaştığı seviyeden duyduğu memnuniyeti; “Oturduğunuz ahır sekisi, çağırdığınız İstanbul türküsü” diyerek dile getirmiştir. Bir gün Ali Efendi’nin köylüleri, bazı meseleler sormak üzere Ahırlı’ya gelirler, Tevfik Hocaya sorular yöneltirler. Hoca da; “Benim karnımda ne varsa, Ali efendinin karnında da o vardır. Gidin ona danışın" diyerek onun ilimde elde ettiği dereceye işarette bulunur. Bu yüzden hocası Ali Efendiye erken icazet vermiştir.

MEMURİYET HAYATI

Ali Efendi artık icazetli, yetkin bir âlimdir. O sıralarda Apa Köyünden Bozkır’a buğday satmaya gelen yöre halkı, Ali Efendi’nin icazetli hoca olduğunu duyar ve köylerinde hoca olmasını teklif ederler. Ali Efendi “Ben hoca olmam, başka bir şey istesinler yaparım ama cenaze yıkamam” der. Çünkü, Annesini erken yaşta kaybettiğinden cenazeyi görmekten ve yıkamaktan korkmaktadır. Ancak aşırı ısrar karşısında cenaze yıkamamak şartıyla teklifi kabul eder, köylü de sözünü tutar ve hocaya hiç cenaze yıkatmaz. İki seneye yakın Apa’da imam hatip olarak görev yapar.

Ali Hoca, teşhisi konamayan bir hastalığa yakalanır, yöredeki hiçbir doktor derdine çare bulamaz, en son Ankara'ya götürürler. Doktor, Ali Efendi’nin çok okumasından dolayı geçici bir hafıza kaybının olduğunu söyleyerek verdiği ilaçlan kullanırsa kısa zamanda iyileşeceğini belirtir. Tedaviye devam eder, kullandığı ilaçların faydasını görür ve iyileşir. 

Ramazan ayında gelen bir davet üzerine Tarsus’a gider, ilim sohbetlerine katılır. Yine bir mecliste konulara hâkimiyeti ve cevapları karşısında, oradaki yaşlı ve ilim sahibi insanların dikkatini çeker, yaşı itibariyle kapının yanında oturan Ali Efendi’yi başköşeye davet edip yanlarına oturturlar, kendisinin yüksek ilminden Ramazan boyunca istifade ederler. Ayın bitmesi yaklaşınca "Aman Hocam memleketine dönme, yiyecek-içecek dahil biz her şeyine kefiliz, hatta seni buradan da evlendirelim” diye ilgi ve alaka gösterseler de: “Ben burada kalmam, yeter kaldığım” diyerek memleketi Bozkır Dere köyüne geri döner.

Ali Efendi Hoca Aligiller’in kızı Sabriye hanımla evlenmiştir. Bu evlilikten; Azime, Tevfik, Abdullah, Mehmet ve Semiha adında beş çocuğu olur. Ali Efendi ilk çocuğuna, unutamadığı annesi Azime hanımın ismini verir. Kızını, annesine olan hasretinin tezahürü olarak aşırı derecede sever ve korurdu. İkinci çocuğuna da Tevfik hocasının ismini verdi. Oğlu Mehmet, kızı Azime ve eşi Sabriye Hanım, kendisinden sonra vefat etti, diğer iki çocuğu ise halen hayattadır.

Ali Efendi, artık resmi görev almak gerektiğini düşünür. Tevfik hocadan aldığı icazetle Ankara’da müsevvitlik (müftü yardımcılığı) imtihanına girer. Tevfik Efendi, imtihan komisyonu başkanına iletilmek üzere bir zarf vermiştir. Ali Efendi ayağında kara lastik, üzerinde köylü kıyafetiyle etrafındakilerin şaşkın bakışlarla sınav salonuna girer ve kendisini takdim edip zarfı sınav komisyonuna uzatır. Komisyon üyeleri Tevfik efendiyi tanımaktadırlar. Zarfı Komisyon Başkanı açar. Mektupta “Bu gelen benim gözde talebemdir. Kendisine kenarda köşede kalmış ne kadar zor soru varsa sorabilirsiniz” yazılıdır. Ali Efendi hocasının kendisine vardım edeceğini düşünürken tam tersi olmuştur. Aslında, Tevfik Efendi talebesinin keskin zekâsına ve ilmine olan güvenini sınav heyetine ispatlamak istercesine bu muzipliği yapmayı düşünmüştür. Gerçekten de sorulara verdiği mükemmel cevaplarla sınav heyetinin takdirini kazanan Ali Hoca, Müsevvitlik (Müftü Yardımcılığı) sınavını kazanarak Diyanet’teki ilk resmi görevine başlamış olur. 

1957 yılında başladığı Kütahya Müftü Yardımcılığı görevinden bir yıl sonra, sırasıyla Bozkır, Korgan, Bahçe, Doğanhisar ve Hadim ilçe Müftülüklerinde bulunur. Özellikle, 18.01.1958 de tayin edildiği ve 9 yıl görev yaptığı Bozkır Müftülüğü döneminde pek çok talebe yetiştirmiştir. Bunlar arasında, Osman Güleç, Abdülkadir Taşpınar, Halil İbrahim Altunbaş, Bademlili Seyit, Bademlili Mustafa Öztürk, Meyreli Ömer Gündoğdu, Işıklarlı Bozlar Cami Müezzini Kadir hoca sayılabilir. Ayrıca Bozkır’da bulunan Yukarı Mahalledeki Büyük Kur’an Kursu ve Camii’ni Bozkır’a kazandırmıştır. 

Okumayı çok seven Müftü Ali Efendi, çoğu zaman Mehmet Akif Ersoy’un Osmanlıca Safahat isimli eserinden yüksek sesle ve coşkuyla şiirler okurdu. 1957‘de İmam Gazali’den tercüme edip Türkçeye kazandırdığı “İman ve İhlâs” ile “İslam ve Sapıklık” isimli iki eseri mevcuttur. Yayınlanmak üzere bu eserlerden başka meşhur Hanefi Fıkıh Kitabı “el-İhtiyar” gibi tercüme çalışmaları da olmuştur.

Ali Efendi, doğayı ve toprakla uğraşmayı çok severdi. Hadim’de görev yaptığı sırada, şehre 7 km uzaklıkta bir bahçe satın almış, orada her türlü sebzeyi bizzat ekip yetiştirmiştir. Toprağı hasat eder, düvenle at üzerinde otları saman haline getirip hayvanı olan komşularına verirdi. 

HAC GÖREVİ

Hadim Müftüsü iken 1981 yılı hac döneminde Diyanet İşleri Başkanlığınca kafile başkanı olarak görevlendirilmişti. 30 yıla yakın hizmeti bulunduğu ve emekliliği yaklaştığı için ailesini Bozkır’a göndermiş kendisi de Hadim’de kalmıştı. Helalleşmek için ailesinin yanına gitti, hasret giderdi ve ailesiyle vedalaştı. Evden çıkarken kapıdan adımını atar atmaz “Lebbeyk Allahümme Lebbeyk, Lebbeyk La Şerike Leke Lebbeyk” diye yüksek sesle telbiye getirmeye başladı. Oğlu Abdullah ile birlikte Yukarı mahalleden Aşağı mahalleye kadar yürüdüler. Oğlu, evden çıkarken Babasına neden yüksek sesle telbiye getirdiğini sorar, cevaben “Oğlum, evden hac niyetiyle ayrılmak ve böyle telbiye getirmek gerekir” diyerek gözleri buğulanır ve “Mekke ve Medine çok güzel, o topraklara gidersen bir daha dönmek istemezsin” diyerek ona da tavsiyede bulunur. Oğluyla birlikte İHL öğretmenleri otogardan hocayı yolcu ederler. Ali Efendi’nin bu topraklara ikinci seyahatidir. İlkinde yaşlı babasının parasıyla ona vekâleten hac görevini yerine getirmiştir. İkinci gidişi ise resmi görevle olmuştur. 

VEFATI

Ali Efendi, kafilesindeki hacılara kutsal topraklarda kalmak isteyenlerin kendisiyle birlikte dua etmelerini ister, kendisi de sık sık burada kalmak istediğini dile getirir. Mekke’de şeytan taşlama vazifesi günü, kafilesinden bir hacının kaybolması üzerine Müftü Ali Efendi, kayıp hacıyı uzun saatler boyunca güneşin altında arar ancak bulamaz. Şeytan taşlama vazifesinden de geri kalmamak için yola koyulur. Ancak güneşin vücuduna iyice işlemesi nedeniyle tünelin girişinde düşüp bayılır. O sırada oradan geçmekte olan medrese arkadaşı ve köylüsü Müftü Mustafa Çınar hoca, çevredeki insanların “şurada bir Türk hacısı var, bayılmış” sözlerini duyunca o tarafa yönelir ve bir de bakar ki Ali Efendi orada yatıyor, hemen müdahil olur ve hastaneye yetiştirler. Doktor, durumunun ciddi olduğunu, güneşin altında fazla kalmasından dolayı beynine sıcak geçtiğini, beyninin şiştiğini, şayet beyin zarı kemiğe değerse öleceğini belirtir. Mekke hastanesinde müşahede altına alınır. Tedavisi devam ederken kafilesi Medine’ye hareket eder. Onu da Medine’deki hastaneye naklederler. 

Arkadaşları Müftü Ali Efendiyi ziyarete gelirler, halini hatırını sorarlar, onlara “Ben iyiyim, beni merak etmeyin” der. Daha sonra Ali Efendinin durumu ağırlaşır ve 21.10.1981 tarihinde Medine’de vefat eder. Cenazesi, Diyanetin girişimiyle Cennetü’l-Baki’ Kabristanına defnedilir. Defninde hazır bulunan Mustafa Çınar hocanın tarifiyle Hz.Osman’ın mezarına doğru yüzünüzü döndüğünüzde, size göre sağ tarafta kalan adalardan birine defnedilmiştir. 

Allah rahmet eylesin.

HAZIRLAYAN: M. EMİN PARLAKTÜRK

Editör: TE Bilişim