Henüz 9 aylıkken ateşli bir hastalık sırasında yanlış bir iğne ile ayaklarını kaybetmesine rağmen hayata sıkıya tutunan, okuma yazmayı babasından öğrenip İlkokul diplomasını bitirme sınavıyla alan ve bakkallık yıllarında yüreği aşk ateşiyle kavrulup duygularını kese kağıtlarına yazdığı şiirlerle anlatan Şair Hasan Ukdem ile hayatının her yönünü konuştuk.

M.GÜDEN: Kaç yılında nerede doğdunuz?

H.UKDEM: 1967 yılında Konya’mızın güzide semti Araplar Mahallesinde dünyaya gelmişim. Babam mahallenin bakkalı Mehmet Efendi, annem Nuriye hanımdır. Aslımız Acıdort Köyünden gelmedir. Ailemin en büyük çocuğu benim. Bir küçüğüm Bilal, ortanca Veyis ve bir de kız kardeşimiz Havva var. 

M.GÜDEN: Fiziki engeliniz doğuştan var mıydı, yoksa sonradan mı meydana geldi?

H.UKDEM: Sağlıklı bir bebek olarak dünyaya gelmişim. Fakat dokuz aylıkken ateşli bir hastalık geçirmişim. Ailem derhal doktora götürmüş ama her nasılsa doktor, bir bebek için ağır gelecek yanlış bir iğne vermiş. Üstelik iki doz sabah akşam enjekte edilmesini söylemiş. Tabi ilk iğnede ben felç olmuşum. Telaşla başka bir doktora götürmüşler. Beni görür görmez, ‘Falanca doktordan mı geliyorsunuz?’ demiş. Meğer aynı doktorun yanlış iğne verdiği dördüncü bebekmişim. Uzun tedavi sonucu belden yukarı kısmım düzelmiş ama ayaklarım o iğneler sayesinde yürüyemez olmuş.

M.GÜDEN: Fiziki durumunuzun çocukluk döneminize nasıl etkileri oldu?

H. UKDEM: Çocukluğumdan itibaren ben kendimle barışık bir insanım. Engelime rağmen arkadaşlarımdan geri kalmadım. Oturduğum yerden oyunlarına katıldım. Fakat 7 yaşına geldiğimde akranlarımın okula başlaması bana hayatın attığı ilk gol oldu. Arkadaşlarım önlüklerini giyip çantalarını sallayarak okula giderken ben çok üzülürdüm. Henüz o zamanlar tekerlekli sandalyem de yok ya pencerenin ya da kapının önüne oturur, onların dönüşünü gözlerdim. Genellikle de babamın Bakkal dükkânının önünde otururdum. Arkadaşlarım gelip babamdan beyaz yakalık, kalem, defter vs. aldıkça onlara imrenirdim. Okula gidememek ağırıma gitmişti. Onun dışında kendimle barışık oldum. Kendimi avutmayı her zaman becerdim.

M.GÜDEN: Okuma yazmayı nasıl öğrendiniz?

H.UKDEM: Benden bir yaş küçük kardeşim Bilal’in okula başlaması benim için büyük bir fırsat oldu.  Ben de onunla birlikte okuma yazmayı öğrendim. Babam ikimize birlikte Bilal’in kitaplarından ders çalıştırırdı.

M.GÜDEN: Edebi kitaplarla nasıl tanıştınız?

H.UKDEM: Bilal okumayı söktükten sonra öğretmeni hikâye kitapları vermeye başladı. Onun getirdiği kitapları ben de okuyordum. Hiç unutmam; ilk olarak üç yavru köpeğin hikâyesini anlatan Üçüzler adlı bir kitap okumuştum. Daha sonra Kemalettin Tuğcu külliyatını bitirdim diyebilirim. Sonraları gazete, dergi ne bulursam okudum.

M.GÜDEN: Okuma alışkanlığını hikâye kitaplarıyla kazandınız ama şair oldunuz. İlk okuduğunuz şair ve ilk sevdiğiniz şiir neydi?

H.UKDEM: 12 yaşındayken Necip Fazıl Kısakürek’i hayranlıkla okudum ve Kaldırımlar şiiri bende derin etkiler uyandırdı. O yıllarda babam Türkiye Gazetesine Aboneydi. Dağıtım elemanı bir gün hediye olarak bana Üstadın Çile adlı kitabını getirdi. Böylece ilk defa bir şiir kitabım olmuştu.

M.GÜDEN: Eserlerinin büyüsüne kapıldığınız, onun gibi olmayı hayal ettiğiniz bir şair var mı?

UKDEM: Evet. En sevdiğim şairlerin başında Faruk Nafiz Çamlıbel gelir. Onun da Han Duvarları adlı kitabı ve aynı isimli şiiri en beğendiğim eseridir. Fakat Çamlıbel’i esas çok daha sonra, 25’li yaşlarımda tanıdım. Attila İlhan, Ümit Yaşar Oğuzcan, Cahit Sıtkı Tarancı gibi beğendiğim şairler de var. Bugün evimde binden fazla da kitabım var, bunun da yüzden fazlası şiirdir.

M.GÜDEN: Şairlik denemeleriniz ne zaman başladı?

H.UKDEM: İlk Gönül Hikâyem yüreğimdeki şairlik duygularını da depreştirdi. 18 yaşındaydım, gördüğüm esmer bir kızdan çok etkilenmiştim. Bakkalda otururken kese kağıtlarının üzerine şiirler yazmaya başladım.

M.GÜDEN: İlk şiirinizi hatırlıyor musunuz?

H.UKDEM: Evet. ‘Hep Seni Aradım’ isimli şiirimdi. Birinci kitabımda da yer alıyor.

M.GÜDEN: Söz açılmışken; ilk kitabınız ne zaman yayınladı?

H.UKDEM: ‘Kırık Bir Aşkın Gözyaşları’ adlı ilk kitabımı 1994’de  kendi imkanlarımla yayınlamıştım. (Gülerek devam ediyor) Sinan Yağmur’dan önce Aşkın Gözyaşları’nı ben yazmıştım aslında.

M.GÜDEN: Şiirlerinizde hayali bir kahraman mı var, yoksa gerçek hayatın etkilerini mi yüklüyorsunuz mısralarınıza?

H.UKDEM: Benim okuyucularım Ayşe’yi bilir. Gerçek hayatta da Ayşe vardır. Ama şiirlerim sadece aşka dair de değildir. Şehre, manevi hayata, eski mahalle kültürüne yönelik de şiirler yazdım, yazıyorum.

M.GÜDEN: Eski mahalle kültüründen bugüne ne kaldı?

UKDEM: Maalesef çok bir şey kalmadı, hepsi yitip gitti. Eski komşuluklar, arkadaşlıklar, dostluklar, bugüne nazaran daha samimi, sıcak, içtendi. Düşünsenize, mahallenin bakkalı bile kalmadı. Dün bugün ve Sen adlı ikinci kitabımın aynı adlı ilk şiirinde de maziye duyduğum özlemle eski mahalle kültürünü anlattım.

M.GÜDEN: Özgün hikâyesi bulunan bir şiirinizden bahseder misiniz?

H.UKDEM: İkinci kitabımda ‘Acı Muştu’ adlı şiirim vardır. Biz, o kese kâğıtlarına bana şiirler yazdıran sevdiğim insanla daha sonra ayrılmıştık. Bundan altı yıl sonra telefonla arayıp beni halen unutmadığını ve sevgisinin devam ettiğini söyledi. Bunun üzerine de ‘Ayşem Beni Unutmamış’ nakaratıyla Acı Muştu’yu yazdım. Bir anlamda rahmetli Feyzi Halıcı’nın ‘Ayrılığa Ağıt’ adlı şiirine nazire olarak da yazdım. ‘O Nilgün beni unutmuştur’, diyordu. Ben ise ‘Ayşem beni unutmamış’ dedim.

M.GÜDEN: Ayşe’den bahsedelim mi biraz.  Ne zaman tanıştınız, nasıl ayrıldınız?

H.UKDEM: Ben 25 o ise 17 yaşındaydı. Yüz yüze pek görüşmemiz de olmamıştı. Telefonla konuşurduk. 1992’den 95’e kadar telefon arkadaşlığı yaptık. O yıllarda ben de babamdan ayrı mahallede ikinci bakkal dükkânını açmıştım. Bir gün ‘Seni ailemi gönderip seni isteteceğim, vermezlerse benimle kaçar mısın?’ dedim. Bu karşılık o ‘Ailemin, kaçan bir kızın ailesi olarak anılmak istemem’ deyince ben bakkal dükkânımı da kapatıp, aileme Ayşe’ye telefonumu vermemelerini söyleyerek mahalleden ayrıldım. Benden umudunu kesmesini istemiştim. Bizim hikayemiz böyleydi.

M.GÜDEN: İlk kitabınız matbaadan çıktığında neler hissetiniz?

H.UKDEM: İlk kitabım çıkmadan birkaç ay önce, taze bir babanın ilk bebeğini beklediği heyecanı aratmayan bir haleti ruhiyem vardı. Kitabı elime aldığım gün Orhan Veli’nin dediği gibi ‘kelimelerin kifayetsiz kaldığı duygular’ yaşadım. Bunu anlatamam, müthiş bir şeydi.

M.GÜDEN: Keşke yazmasaydım dediğiniz bir şiiriniz var mı?

H.UKDEM: Bir şiire o anki ruh haliniz yansıyor. Sonra yüreğiniz hafifleyince şiire nakşettiğiniz hüzün bazen ağır gelebiliyor. Ama ‘insan acılarına da sahip çıkmalı’ diye düşünüp, eserlerimi ilk halindeki gibi muhafaza ediyorum. Yazdığım hiçbir şeyden pişmanlık duymadım. Bazen acı sonuçları olsa da ‘keşke yazmasaydım’ demedim.

M.GÜDEN: Hüzün şairin sermayesi midir?

H.UKDEM: Sermayesi demeyelim de hüzün şairin madenidir diyelim. Çünkü şair hüzünden beslenir. Neşeli bir şey yazmak şairin içindeki duyguları tam tercüme etmez. Ahmet Haşim’in ‘Melali anlamayan nesle aşina değiliz’ dediği gibi, şairin nesli de hüzünden gelir.

M.GÜDEN: Şairde şiir yazma duyguları nasıl yoğunlaşır, ne zaman olgunlaşır. İnsan, hadi bir şiir yazayım diyerek eline kâğıt kalem alarak yazabilir mi?

H.UKDEM: Hiç bir şairin ‘hadi bir şiir yazayım’ diye oturup da yazdığını düşünmüyorum. Bende olan şu; şiir bir duygulanmadan, bir etkilenmeden doğuyor ve oturup yazmaya karar verdiğinizde ilham perisi gitmiş, aklın ve tecrübenin gücü ortaya çıkmış oluyor. Bana merhum Feyzi Halıcı ‘Şiiri yazdığın zaman hemen defterine geçirme, üzerinde çalış’ derdi. Ben de şiirlerimi oluştururken bu prensibi her zaman göz önünde tuttum. Şiir sana yaz demeden, şiir yazılamaz. Ama yazılan bir şiirin üzerinde çalışılabilir.

M.GÜDEN. Şairliğinizin yanında makale yazarlığı da yapıyorsunuz, yüreğiniz hangisine öncelik tanıyor?

H.UKDEM: Ben öncelikle şairim. Bir gün makale yazmayı bırakabilirim ama son ilhama kadar şiir yazacağım. Makale yazarlığını rahmetli Seyit Küçükbezirci’nin bürosunda bir sohbet esnasında önerdi. Bende ‘Şiirde söyleyemediklerimi orada söylerim’ diyerek kabul ettim. Yazarlığımın başlangıcı böyle oldu.

M.GÜDEN: Sizden hikâye kitabı da bekleyebilir miyiz?

H.UKDEM: Gazete yazarlığına başladıktan sonra, makale boyutunda birkaç tane hikaye yazdım ama kitap çalışması olacak kadar değil. Zaman içerisinde kitap değerine ulaşırsa olabilir. Ayrıca gazete yazılarımdan bir derleme yaparak kitaplaştırmak istiyorum.

M.GÜDEN: Biliriz ki yazarlık, şairlik ve hatiplik birbirinden farklı özellikler gerektirir. Siz gerektiğinde sahnede şiir de okuyorsunuz. Şiir yazmak mı seslendirmek mi daha zor?

UKDEM: Benim esas işim şiir yazmak. Bu alanda daha yoğunlaşıyorum ve kendimi daha iyi ifade ettiğimi düşünüyorum. Fakat her yazarın iyi bir hatip olamayabileceği gibi şair de iyi bir okuyucu olamayabilir. Genellikle de şairler şiirlerini kötü okur. Ben de iyi okuduğumu düşünmüyorum. Ama şiiri yazınca birilerine de okuma ihtiyacı hisseder bütün şairler. O rüzgâra kapılarak ben de şiirlerimi bazı ortamlarda okuyorum. Selçukya Kültür Sanat Derneğimiz de bizim şiir ırmağımız. Her pazartesi günü Kılıçarslan Konferans Salonunda programımız var. Bir hafta konferans bir hafta şiir programı yapıyoruz. Şairlerimiz tanışıyor, kaynaşıyor, eserlerini paylaşıyor. Güzel bir geceyi beraberce geçiriyoruz. Sıcak bir ortam, samimi bir arkadaşlık var. Ortak derdimiz de şiir oluyor. Şiir severleri de her pazartesi, kış aylarında 19.00, yaz aylarında 19.30’da bu programlara bekleriz.

M.GÜDEN: Madde ve mana olarak en çok sahip olmak istediğiniz şey nedir?

H.UKDEM: Hayatta en çok istediğim şey şairliğimin halk nezdinde ve edebiyat çevrelerinde karşılık görmesidir. Tanıyanların ilgi, alaka ve sevgisi alâ. Fakat daha çok tanışmadığımız çevreler, tanışmadığımız insanlar olduğunu düşünüyorum. Bunun dışında hayattan maddi bir beklentim yok. Aşkım, kalemim ve duygularımın beni ömrümün sonuna kadar götüreceğine inanıyorum.

M.GÜDEN: Tekerlekli sandalye üzerinde şehrin kültür hayatını yakından takip etmenin yanında edebi programların da tam ortasında durmayı her zaman başarabiliyorsunuz. Bu aşkın kaynağı nedir?

H.UKDEM: Hayat sadece kendi fikirlerimizle yorumlayabileceğimiz bir alan değil ki. Ben de bildiklerimden daha çok bilmediğim çok şeyler olduğunu düşünüyorum. Bu yüzden bütün konferanslara, dinletilere katılmaya ve bu mecrada uğraş veren arkadaşlarla birlikte olmaya özen gösteriyorum. Yüce Allah ‘Sizleri kavimler halinde yarattık, ta ki görüşüp kaynaşasınız’ buyuruyor. Ben de yeni insanlar tanımak, yeni fikirlerle karşılaşmak, yeni düşüncelere varmak istiyorum.

M.GÜDEN: Şair adaylarına ve edebiyat gönüllülerine tavsiyeleriniz var mı?

H.UKDEM: Öncelikle şair adaylarına şunu söylemek isterim. Birinci istekleri maddiyat olmasın. Şairliğe soyundukları zaman mutlaka bu alanda dirsek çürütmüş, ömür tüketmiş, gönül yormuş şairleri tanısınlar, okusunlar ve anlasınlar. Edebiyat gönüllülerine de söyleyeceğim şey şu: İlgileri gönüllerinde kalmasın, hayatlarında da tatbik edip, eser veren insanlara doğru yürüsünler. Çünkü eskiler ‘marifet iltifata tabidir’ derdi. O insanların yüreklenmeye yeni şeyler söylemeye motive olması lazım. Onun da edebiyat gönüllüleri tarafından yapılabileceğine inanıyorum.

M.GÜDEN: Şairliğin mektebi var mı?

H.UKDEM: Şairliğin mektebi hayat, öğretmeni ise aşktır. Hayatta olup aşkı tatmışsa bir şair, daha başka ne ister ki?

M.GÜDEN: Gündeminizde bugünlerdeki yazarlar, kitaplar hangileri?

H.UKDEM: Ben hem Türk hem yabancı klasik yazarları okumaya devam ediyorum. Yazar, şair olmak isteyen kardeşlerime de tavsiyem şu olsun; yazmanın ana caddesi okumaktır. Ben Viktor Hugo, Balzac, Stefan Zweıg, Tolstoy gibi yazarlardan çok şey öğrendim. Yerli yazarlarımızdan da Ahmet Hamdi Tanpınar, Peyami Safa, Tarık Buğra, Reşat Nuri Güntekin, Sait Faik Abasıyanık gibi yazarlar bana çok şey söylediler. Bunların eserleri içerisinde dönüp dönüp okuduklarım var. Mesela Viktor Hugo’nun Sefiller’ini birkaç sefer okudum, ömrüm olursa birkaç sefer daha okurum. Aynı şekilde Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Huzur romanını birkaç defa okudum, halen de okumayı düşünüyorum. Bazı yazar ve eserleri dönüp dönüp okumak gerekiyor. Çünkü o kadar konsantre şeyler söylüyorlar ki tek seferde anlayamayabiliyorsunuz. Okurlara da tavsiyem, hoşlarına giden eserleri ikinci, üçüncü defa okumalarıdır.

M.GÜDEN: Rahmetli Barış Manço’ya dair özel bir çalışmanız olduğunu hatırlıyorum, anlatır mısınız?

H.UKDEM: Barış Manço’nun bütün şarkılarını dinledim ve çok severim. Bir yerde melodisini duyduğumda nağmelerinden bilirim. 1980’li yıllarda Halhal şarkısını ilk Nazan Şoray söylemişti. Ben daha çocuk yaştaydım. TV’de Halhal şarkısını ilk duyduğumda ‘Bu Barış Manco’nun’ dedim, ama okuyan Nazan Şoray’dı. Sonradan öğrendim; meğer Barış Manço yazdığı bu şarkıyı altı aylığına Nazan Şoray’a vermiş. Kendi kendime ‘Madem şairim, Barış Manço için kalıcı bir şey yapmalıyım’ diye düşündüm. Altışar mısradan oluşan 42 kıta bir şiir yazdım. Bu şiirde Barış Manço’nun 41 şarkısını isimleriyle andım. Bu şiirimin bir kitabe şeklinde hazırlanıp İstanbul’daki Barış Manço Müzesi’nde sergilenmesini çok arzu ediyorum.

Editör: TE Bilişim