Konya'nın Gülleri'ni tek tek ele alarak anlatan Ali Işık, bu güllerin tanıtımına ve unutulmamasına büyük katkı sağlıyor. Konya'nın önemli değerleri olan bu meczupların hatıralarının yaşatılması ve yenilerinin de korunmaya devam edebilmesi için gerekli kültürün korunması anlamında önemli bir iş yapan Ali Işık, bu meczuplardan Düt Selahattin, Tut salma Helil, Deli Veli, Bastonlu Hasan’ı anlatıyor. Alı Işık ayrıca Konya’da erkek meczupların yanı sıra kadın meczuplarının hikâyesini de anlatıyor. Ali Işık kadın meczuplardan Arap Şöhret hanımı da şöyle anlatıyor. 

DÜT SELAHATTİN

Çocukluk yıllarımda anne dedemlerin çifte merdiven Mahallesi Saray Sokağındaki evlerine gittiğimde mutlaka görürdüm. Düt Selahatini.Galiba bu semtte oturuyordu. Ufak tefek yapılıydı ve sanıyorum 30’lu yaşlarındaydı Çoğunlukla askılı kısa kumaş pantolon giyerdi.Bu kıyafeti ve ufak tefek yapısıyla yaşlı bir çocuğu andırırdı.Kimseye bir zararı bulunmayan Selahattin’in en dikkat çekici özelliği bir butona basarmışçasına üç numara tıraşlı başının üzerine parmakla basıldığında “düüüt” diye örtmesiydi. Zaten bu özelliğinden dolayı herkes onu Düt Selahattin olarak bilirdi. 

TUT SALMA HELİL

İyi bir aileden geldiği söylenirdi. Daima elinde urganla dolaşır, İstanbul Caddesinde yük taşıyarak hamallık yapardı. Sakin bir adam olmasına rağmen “Helil, tut salma!” denildiği zaman kızar, köpürür ve elindeki yükü atarak kendisini kızdıranın arkasından koşardı. Kızdığında pes perdeden naralar atardı. Sakin zamanlarında kendisine sorulan soruları cevaplandırırdı.“Helil güvercin çeşitlerini anlat.” diyen olursa Konya güvercinlerinin cins ve özelliklerini bir bir sayardı.

DELİ VELİ

Bir ayağı sakat olan Deli Veli, Doğanlar Mahallesi halkındandı. Bu da daima duvar diplerinde oturur ve ayağını uzatarak, elini kulağına atar, gazeller çekerdi. Sesi güzeldi. Okuduğu gazeller arasında en güzeli “Yeşil Kurbağalar”dı. Bu gazeli acıklı sesiyle çok güzel okur, aldığı bahşişleri önüne açtığı bir mendil ile toplardı.

BASTONLU HASAN

Burma bıyıklı idi. Elindeki bastonuyla yerleri titreterek efevarı yürür. Bazen keyfe gelirse elindeki bastonu saz gibi kullanarak, şarkılar söylerdi.Konya Çarşısının eskiden bu tanımış güllerinin yanında hayatları hakkında yeterli bilgi bulunmayan meczuplar da vardı. Mesela Amançi bunlardandı. Amançi ağız burnu salyalı ve konuşma özürlü birisi idi. Çıkrıkçılar ve Kunduracılar içinde çoğu zaman Arapça şarkılar söyleyerek dolaşan maşlahlı bir fellah vardı. Hem şarkı söyler hem de oynardı. Kapı ve Aziziye Camileri önlerinde sağ ayağı sakat, göbeğine kadar aksakal, iri gözlü, düşük çeneli, elinde kocaman bir zincir takılı bulunan bir ihtiyar daha vardı. Topladığı sadakaları cami önlerindeki dilencilere dağıtırdı. 

MECZUPLUĞU MESLEK EDİNMİŞ BİR AKILLI: POŞETLİ DEDE

1980’li yıllardan itibaren Konya caddelerinde görülmeye başladı. Ufak tefek yapılıydı. Başına, ayağına geçirdiği ya da vücuduna doladığı poşetlerle değişik bir tipti.Elinde de içi dolu poşetleri eksik olmazdı.Zaman zaman sağda solda uyuklar, zaman zaman da canlanır. İnsanlardan para, sigara gibi şeyler ister, vermeyen olursa küfürleri sıralar, bir güzel de tükürürdü. Sorulduğunda atomun yapısını, bombasını sular seller gibi anlatması onun Ortadoğu terk bir süper zeka olduğuna dair bir şehir efsanesinin doğmasına sebep olmuştu. Kendi halindeki kadınlara boş bulundukları anlarında tacizde bulunduğuna da tanıklığım olmuştur. Bundan dolayı yolda belde karşılaştığımda yakınından geçmemeye dikkat ederdim.  2014 yılı Eylülünde Otogarda 75yaşında iken bir otobüsün arka tekerleri altında acı bir şekilde hayata veda etmesiyle biyografisine dair sis bulutları dağılıverdi. Meğerse o akıllı meczuplardan, Konyalının meczuplara müşfik yaklaşımını suiistimal eden bir dilenci imiş. Vefatı sonrası iki devlet bankasındaki toplam birikimi de epey dudak uçuklattı. Asıl adı Mehmet Keleşmiş. Çorumlu ve ilkokul mezunuymuş. Askerlik sonrası psikolojisi bozulmuş. İki evliliği de boşanmayla sonuçlanmış. Hele ikinci eşi dilencilik yapmasından dolayı evini terk ederek başka bir erkekle yaşamaya başlamış. Bu terk ediliş sonrası Keleş, memleketinden kopmuş. Bir müddet Ankara, İstanbul ve İzmir sokaklarında yaşadıktan sonra 1980 yılında Konya’ya gelip yerleşmiş. 

MECZUBELER

Konya’da erkek meczupların yanı sıra birçok da tanınmış kadın meczup vardı. Bunların en bilinenleri de şunladır: 

ARAP ŞÖHRET HANIM/KALFA

Konya’mızın o devirlerdeki meşhur meczuplarından biri Arap Şöhret hanımdı. Şöhret Hanımın en büyük meziyeti temiz giyinir, üzerinde ufak bir toz lekesi dahi bulunmazdı. 160-170 boyunda 120-130 kilo ağırlığında olup, ekseriya siyah ipek çarşaf içinde kalın bir peçe örtünürdü.Yazın sıcakta bunaldığından peçeyi pek örtmeyerek yüzü açık gezer, teni marsık kömür gibi simsiyah kara ve parlaktı.Ömrü bütün gün yüksek memur veya eşref konaklarında geçer, kimsesi olmadığından evine çok az uğrardı.Koltuğunun altında bohçası olup, misafir gittiği evlerde bohçasını yanından ayırmaz,konuşmasını tamamen İstanbul şivesi olduğundan muhatabına göre dil kullanırdı.Şöhret hanım gençliğinde Konya’nın bir numara ütücüsü ve kalaycısıymış.Başından bir aşk macerası geçmiş, büyük bir hüsrana kapılarak akli muvazenesini kayıp ederek meczup durumuna düşmüştü. Boynunda envai çeşit ve renkte deve ve at boncukları, kaplumbağa kabuklarından kolye olup birkaç sıra teşkil ederdi. Tekerleme söylemeyi sever “kırk küp kırkının da kulpu kopuk küp-ay bedir olmuş değirmilenmek için “sözlerini arkası arkasına hızlı hızlı söylerdi. Tahminen 1925-26 senelerinde öldü ve konakların da davetsiz misafir de bu suretle unutuldu. Yazar Selçuk Es Arap Şöhret hanımla ilgili bir anısını şöyle anlatır: “Bu Şöhret hanım birkaç defada bize misafirliğe gelmiş. Dolayısıyla yakinen tanımıştım. Birgün bizde otururken küçük amcam geldi. Şöhret hanım hemen başındaki çemberi yüzüne kapatarak erkekten kaçtığını ima ettirdi. Rahmetlik validem de “Aman hanımefendi kaçmayın sizin ziyaretinize gelen paşadır. Sizinle görüşmek ister deyince hemen yüzünü açarak ayağa kalktı ve yerden bir temenna çakarak, “Buyurun paşa hazretleri, beni bahtiyar ettiniz. Cariyenizi sevindirdiniz. Şöyle oturun aslanım” diyerek yer gösterdi. Hal hatır sorduktan sonra öyle çıtır pıtır dil kullanıyordu ki dinleyenler hayret ederdi. Hiç unutmam yine bir gün bize misafir geldi. Komşumuzun delikanlı oğlu vardı. Paşa diyerek takdim ettik. Hemen ayağa katlı ve aynı merasim ifa edildi. Arkadaş gösterilen yere otururken o gelmeden az evvel efendimizin asasi diye Şöhret Hanıma verdiğimiz bir değnek parçası vardı ki, şöhret büyük bir tazimle alıp yanına duvara dayamıştı. Arkadaş bu değnek üzerine oturunca değnek kırıldı. Bizler de “Eyvah Şöhret Hanımefendimizin asası kırıldı” deyince o vücuttan ümit edilmeyen bir çeviklikle hemen yerinden kalkarak derneğin yanına düşen parçasını eline alarak “Alçak paşa gözün kör mü efendimizin asasını kırdın. Yarın ben huzuru mahşerde ona nasıl hesap vereceğim” diye vurmaya ve “defol git” diye de kovmaya başladı. Bizler derhal diğer bir değnek getirerek asıl bu olduğunu ve diğerinin yanlış verildiğini söyleyerek teskin ettik. Bereket çabuk kandığında hiddeti geçti. Paşa ile de barıştırmak içinde hemen bir avuç unu kâğıda paket ederek yavaşça Şöhret Hanım görmeden arkadaşa verdik. O da “Üzülmeyin hanımefendi bakın size İstanbul’dan hediye pudra getirdim” diyerek verdi. Şöhret tekrar eski kibarlığını ele alarak teşekkürler ile kabul edip başladı yüzüne sürmeye. Merhum gazetecilerimizden A. Afif Evren (1910-1977) de hatıralarından Şöhret Kalfa’dan şöyle söz eder: “Bilinci bozuk bir zenci kadını idi. Onun aklını oynattıktan sonra saraydan kaçtığı yad ellere düştüğü söylenirdi. O, Enver Paşa’ya aşık imiş!..” “Sıtkı Dede’nin Hediye hanımı erkek kılığına girer, Enver Paşa rolünü oynardı. Ağzı yüzü pudralanan (Şöhret Kalfa) da onunla gerdeğe girerdi. Artık içeride konuşma ve sevişmeleri başlamış olurdu. Seyircilerden birkaç hanımda ikisi odaya girmeden yüklüğe saklanmış bulunurdu. Onlar oradan, dışarıdakiler pencere, kapı kıyılarından anahtar deliğinden içerideki aşıkhane (!) sevişme sahnesini gerçek komediyi, doya doya seyreder, konuşmaları dinlerlerdi. Böylece oda içinde bir komedi ya da vodvil sahneye konulmuş olurdu.” “Temsil bittikten sonra Hediye Hanım başka bir odada eski, tabii kılığına girer; Şöhret Kalfa’ya paşa ile nasıl buluştuklarını, seviştiklerini sorar, anlatırır, dinleyenler de katıla katıla gülerlerdi.” Arap Şöhret Hanım pekiyi bilmiyorum ama 1925-1926 senelerinde öldü. Konakların davetsiz misafirinin ortalardan çekilişinden kimsenin haberi bile olmadı. 

KAYNAK: GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE KONYA’NIN GÜLLERİ/ALİ IŞIK

Editör: TE Bilişim