Ozan, şair, yazar İsmail Detseli buram buram Anadolu’dur… Konya’nın kayda geçmemiş halk hikâyelerini, adetlerini, gelenek ve deyişlerini günümüze yansıtan Detseli, 1940’lı yılların tek partili devrinde devlet-halk ilişkilerini, yaşadıkları eziyetleri, yol parasını ödeyemediği için yatalak babasının sal üzerinde nasıl Beyşehir yoluna çalışmaya götürüldüğünü anlattı. Bu sohbet sadece Detseli’nin hayatını değil, bir devrin Türkiye’sini yansıtıyor. Konya kültürüyle ilgili önemli bilgileri kaleme alan Detseli, “MEDAŞ’ta çalıştığım senelerde Konya’nın hemen hemen bütün köylerine gitmiş, merakımdan buraların özelliklerini öğrenmiştim. Makalelerimde de pek bilinmeyen, yöresel masalları, deyimleri hatta yaşanmış olayları yazdıkça ilim ve edebiyat çevresinde ilgi görmeye başladım” diyor.

M.GÜDEN: Bekarlıkla geçen gurbetten sonra ne zaman evlendiniz?

İ.DETSELİ: Babamla annem Kumralı köyünden Esma hanımı münasip gördüler. Nişanlandık, 1971’in Şubat’ında da evlendik. Bu evlilikten Meryem, Fatma, Osman, Zeynep, Naciye ve Fatih olmak üzere 7 çocuk sahibi olduk.

M.GÜDEN: Köyde yaşarken MEDAŞ’ta işe girmek nasıl oldu?

İ.DETSELİ: 1974’de muhtarlık seçimlerinde; köy muhtarının ricasıyla hesap işlerine bakmak üzere köy kâtibi oldum. 1980’e kadar da devam ettim. Bu işi yaparken devlet memurlarıyla münasebetlerim gelişti, çevre edindim. Bu sayede de sonraki yıllarda

TEK’de (şimdi adı MEDAŞ oldu) işe girdim.

M.GÜDEN: Dopdolu geçen hayatın içinde şairliği konuşmaya sıra ancak geldi. Şiir yazmaya ne zaman ve nasıl başladınız?

İ.DETSELİ: Ben bade şairiyim. Çocukluğumda 9 yaşlarında babam Eğirdir kemik hastanesinden dönmüştü. Orada hasta arkadaşı Mustafa Amca’ya “Benim oğlum var 9 yaşında ama çok iyi okur’ demiş. O da bana yanında bulunan Kerem ile Aslı kitabını yollamış. Dersi bıraktım, onu okuyorum. Kendimi çok kaptırmışım. Bir gün babam anneme “Bu kitabı bunun elinden al, yarın Polisin Fikret gibi ‘ben âşık oldum’ diye Halep’e gitmeye kalkıverir” dedi.

O zaman idare ve gaz lambası vardı. Hepimiz aynı odada yatıyoruz. Annem bizi yatırıp idareyi söndürdü. Biraz sonra ben idareyi tutuşturup kenarda kitabı okumaya devam ettim. Sonra uyumuşum. Uykumda binitleri at ya da deveye de benzemeyen üç adam bizim evin önüne gelip beni çağırdılar. Sekiden kolayca öndeki hayvana bindim. Biri de bizi çekti, köyün 5 kilometre dışına Oğlan koyağına gittik. Bir ağacın altına oturup sohbet ettiler. Arada biri bana “Bir istediğin var mı?” diye sordu. Susadım, dedim. Oyma çanakta yeşilimsi bir su verdiler içtim. Sonra kalkıp “Haydi gidelim” dediklerinde “Ben anama gideceğim” diye ağlamaya başladım. Demek ki sesli ağlamışım, anam beni yattığım yeden kucağına alıp sallamaya başlayınca uyandım. Bu olaydan sonra ben şiirsi sözler söylemeye başladım. Kadınlar bana bu ‘Ceccel-meccel olmasın, bilinmedik şeyler söylüyor’ derlerdi. Annemin babası dedem hanımlarının ikisini boşamış, diğer ikisi de ölmüş. Beşinci defa evlenmeye çalışıyormuş. Kadınlar kendi aralarında bunu konuşlarken ben, “İzmir’de kışlayan dedem/Avradı düşleyen dedem/Gönlün yerine yattı mı/Nikahı beşleyen dedem” diye söyleyiverdim. Kadınlar şaşırdı, “Bunu nereden duydun” diye sordular. ‘Bir yerden duymadım, kendim söyledim’ dedim. Belki de ilk şiirim buydu.

1965’li yıllardan beri şiir yazdım ama o zamankileri saklamadım, kayboldu. Emekli olduktan sonra maddi sorunlarım da ortadan kalkınca içimdeki birikimi önce sigara kâğıtları üzerinde yazmaya başladım. Bunları 1995’den sonra bazı gazete ve televizyonlara vermeye başladım. Bendeki cevheri keşfeden bazı yapımcılar televizyon programlarına davet etmeye başladılar. Bu arada Konya Valisi Ziyaeddin Akbulut’la tanıştık, bana destek oldu. 2001’de de ilk şiirlerim Hakimiyet, sonra Konya Postası’nda yayınlandı. Ardından Memleket’te, Pusula’da ve Yeni Konya’da yazdım.

GÜDEN: Makaleleriniz sizi Konya folklorunun aranılan isimleri arasına taşıdı. Makale yazarlığınız nasıl başladı?

İ.DETSELİ: Memleket Gazetesine şiir verirken Annesi köylümüz olan yazı işleri müdürü Hakkı Biçer ile tanıştık Hakkı kardeşimiz makale yazmaya da teşvik etti. Yazdıklarımı Hakkı redakte etti. Böylece pazartesi, çarşamba cuma günleri köşe, pazar günü de tam sayfa kültür yazıları yazmaya başladım.

M.GÜDEN: Doğaçlama, anında şiirler yazma kabiliyetinizle katıldığınız programlara özgü eserler de oluşturdunuz. Şiir kitabınız ne zaman yayımlandı?

İ.DETSELİ: 2004’de Gönülden Dile Dilden Kaleme adlı şiir kitabım basıldı. Benim için çok büyük bir mutluluktu. İlgi de gördü.

M.GÜDEN: Özgünlük taşıyan makalelerinizi kitap haline getirmeniz de güzel bir eser oldu.

İ.DETSELİ: Gazete yazılarım rağbet gördü. Sonra bu yazıların kitap haline getirilmesini hem benden hem de gazeteden talep edenler oldu. Hakkı Biçer de beni cesaretlendiriyordu. Sonuçta karar verdik; Hakkı derleyip düzenledi ve ‘Hatırla Ey Şehir’ adlı kitabım Memleket gazetesi tarafından yayınlandı. Türkiye Yazarlar Birliği’nde tanıtım toplantısını yaptık. Sağ olsun dostlarımız bizi yalnız koymadı.

M.GÜDEN: Halk hikâyelerini nasıl derlediniz?

İ.DETSELİ: MEDAŞ’ta çalıştığım senelerde Konya’nın hemen hemen bütün köylerine gitmiş, merakımdan buraların özelliklerini öğrenmiştim. Makalelerimde de pek bilinmeyen, yöresel masalları, deyimleri hatta yaşanmış olayları yazdıkça ilim ve edebiyat çevresinde ilgi görmeye başladım.

Yakın Çağ Tarihi Profesörü Hasan Bahar, 5 Profesör ile birlikte düzenlendiği Uluslararası Hatunsaray Lystra Sempozyumu’nu hazırlarken bir görüşmemizde, benim de bir sunumla katılmamı istedi. Profesörlerin arasında ilkokul mezunu bir ben vardım. Dört günlük sempozyumda ‘Pavlos bir Havari değildir’ adlı bir sunum yaptım. Ses getirdi. Çünkü halk diliyle anlattım. Hani o köyün büyüklerinden dinlediklerim vardı ya, işte o bilgiler işe yaramış, beni Uluslararası sempozyumun yıldızı yapmıştı. Alman Profesör bir hanımefendi “Biz akademisyen olarak okuduklarımızdan bilgi topladık, İsmail bey halktan derlediği yerel, yöresel bilgileri anlattı ve daha yararlı oldu” dedi.

M.GÜDEN: Enteresan bir konu, Aziz Pavlos Havari değil mi?

İ.DETSELİ; Elbette havari değil. Pavlos Lystra’ya geldiğinde Tarsus’ta yetişmiş bir Haham’dır. Lystra’da Hıristiyanlığı yaymaya gelen elçileri öldürtürmüş. Bir heyetle Kudüs’e hacca giderken Amanos dağlarında molla vermişler. Gece sırayla nöbet tutuyorlarmış. Pavlos nöbetteyken bir ağaca yaslanmış. Bir ara ağacın yarılıp kendini içine çektiğini hissederek korkuya kapılır. Bu sırada sakallı bir genç belirir, elini uzatıp Pavlos’u tutarak “Seni kurtarayım mı?” diye sorar. Pavlos, “Kurtar ama sen kimsin?” der. Elini tutan adam “Ben İsa’yım, sen benim dinimi ne kötülünü gördün de insanlar arasında yayılmasını engelliyor, dinime inanan insanları öldürtüyorsun” der. Pavlos ağaç kendini yutarken, “Beni kurtar, bundan sonra senin dinine hizmet edeyim” der. İsa onu çekip ağacın içinden alır. Pavlos bu olaydan sonra sabah Kudüs’e gitmekten vazgeçip döner. Arkadaşlarından ayrılıp tek başına Konya da kalır. Burada Hristiyanlık üzerine çok bilgiler edinir ve Lystra’ya döner halka Hristiyanlığı anlatmaya başlayınca da oranın halkı Pavlos’u taşlayarak kovalar. Oradan kaçıp Kilistra ya gelir. İsa’nın 12 havarisi var, isimleri de bellidir. Bunlar arasında Pavlos yoktur. Onun Hristiyan oluşu da böyledir. Havariler İsa’nın yüzünü canlı görenlerdir. Pavlos bu olayda İsa’yı hayali olarak gördüğünden kendisinin de havari olduğunu iddia etmiştir. Halk kültüründe böyle anlatılır.

M.GÜDEN: Kürsüye de alıştınız, epey konferans verdiniz, değil mi?

İ.DETSELİ: Türkiye Yazarlar Birliği Konya Şubesi’nin haftalık programlarına, Konya Aydınlar Ocağı Salı Sohbetlerine, Konya TEYAD’a, Koyunoğlu Kütüphanesi İkindi Sohbetleri’ne Konya Hanları, Köy Düğünleri, Yöresel Kadın Giysileri, Su Değirmenleri, Delibaş Hadiseleri, Abbas ve Tahir Hocalar, Sınanmış Yerler ve Şifalı Bitkiler üzerine pek çok defa konuşmacı olarak davet edildim.

M.GÜDEN: Hayatın size hazırladığı tatlı sürprizlerden biri de sinema idi. Filmlerde rol almanız nasıl gelişti?

İ.DETSELİ: Yöresel hikâyeler yazdıkça ilgi görmeye, aranır olmaya başladım. İlk defa Kanal 7 Televizyonunun sevilen programcısı Şoray Uzun, “Şoray uzun yolda” programında Kilistra’yı anlatmam için telefon etti, tanıştık. Köyümüzü, yöremizi gezdirdik. Daha sonra Şoray Uzun Konya’ya bir geldiğinde bir türkü filmi senaryosu yazmamı istedi. Ham Çökelek adlı 58 dakikalık filmin hikâyesini yazdım. Çekimlerde bana da rol verdiler. Sille’de çekimleri yaptık.  2019’da Fatih Sezgin’in yönettiği İhtiyarlar Taburu adlı film de Konya’da çekildi. Set arkadaşlarımız arasında Türkiye’nin yakından tanıdığı Turgay Tanülkü’de Komutan Şahin’i oynadı. Bu filmde ben de Gazi Hayrullah rolünü oynadım. Konya’nın sinema sektöründeki emekçisi Saffet Yurtsever’de şu sıralar montaj aşamasında olan filmin önemli isimleri arasındaydı. 7-8 sene kadar önce de Selçuk Üniversitesi’nin yayın kuruluşu olan ÜN TV’den arkadaşlar şahsıma özel bir belgesel hazırladılar. Çekimleri Meram’da, Dere’de, Koyunoğlu Konağı’nda ve Akyokuş’ta yapıldı.

M.GÜDEN: Bu sene Korona salgınından dolayı Ramazan’ı birçok alışkanlığımızdan mahzun yaşıyoruz. Eski Ramazanlarla bugünün Ramazanları arasında ne fark var?

İ.DETSELİ Kırsalda Ramazanlar çok manevi duygularla karşılanırdı. Recep ayından itibaren ‘ilk namaz başladı’ diye küçük büyük herkes kendine çeki düzen verirdi. Sırasıyla ilk namaz, orta namaz, sonra yerel adıyla Iramazan gelirdi. Çokları üç ay oruç tutardı, sevabı bol olacak diye. Erişteler kesilirdi. Köyün her yeri, evlerin çevresi süpürülür temizlenirdi. Davulcu tutma, top atma işini köyümüzün vakfı yapardı. Eski köyümüzün İhtiyarları buraya bir tarla vakfederdi. Bazıları bu vakfa nakdi yardım da yapardı. Yaban ağıllarımız vardı köyümüzün. Buranın gübreleri cuma camisinin önünde ihaleyle satılır geliri vakfın olurdu. Köylülerin kazdırdığı kuyuların, sarnıçların bakımlarını da, top için Konya’dan barut temin işini de bu vakıf yapardı.

M.GÜDEN: Konya, İzmir, İstanbul, Ankara’da yaşadınız. Bizim şivlilik geleneğimizi başka yerlerde gördünüz mü?

İ.DETSELİ: Yok. Onca gurbet gezdim böyle bir gelenek Konya’dan başka şehirlerde görmedim. Şeker, çikolata bilmezdik; Şivlilik pişi günüydü. Yufkanın arasına pişi dürer dağıtırlardı. Kışları çok leziz olurdu bir ay onu yerdik. Bizim köyümüzde son yıllarda çoban kalmayınca Konya’nın Yenimahalle semtinden çoban gelirdi. Bir gün emsalim olan abdalların gençlerine oturmaya gittik, onların evinde iki çuval pişileri vardı. Gelince babama “Bizim pişimiz bitti, abdallarda daha iki çuval” var dedim. Babam da “Tabi oğlum, abdalın unu pişisi, tükenmiş köylü çeksin tasasını” dedi. İğde dalından babamızın anamızın yaptığı, ortasından yukarıya ucu sivri değnekli bir pişi toplama çalımız ya da aletimiz olurdu. Onunla gezer “pişi pişi yağlı pişi, bunu gezen iki kişi, bir erkek biri dişi, pişi verin pişi” diye bağırırdık. Kadınlarda elimizdeki çatala pişi takarlardı. Şivlilik usulünü diğer şehirlerde görmedim. Konya’mızın güzel geleneklerinden biridir. Ayrıca köyümüzde ölenin ardında da bolca pişi yapılıp okul çocuklarına cami önlerinde cemaate ölen kimsenin niyetine ailesi tarafından dağıtılırdı.

M.GÜDEN: Yeni kitap çalışmalarınız ne aşamada?

İ.DETSELİ: Üç kitap hazırlığım var. Birisi Ninemden Masallar, diğeri Yaşanmış Hikâyeler. Üçüncüsü ise Şiirleştirilmiş Dini Hikâyeler olacak. Bunları ben derliyorum ama editörlüğünü Hakkı Biçer mi yapar, Mustafa Güden mi, bilmem!

M.GÜDEN: Sohbetimizin finalini bu teklifle yapalım. Detaylı hatırat, tadında sohbet için teşekkür ederim.

Editör: TE Bilişim