BOZKIRLI MUSTAFA EFENDİ (1916-1979) 

Halk arasında önce “Karasakal Hoca”, daha sonra “Bozkırlı Hoca” veya “Bozkırlı Mustâfendi” olarak tanınan Mustafa Parlaktürk hoca, Konya’mızın yetiştirdiği büyük bir İslam âlimidir. 1332/1916 yılında Bozkır’ın Dere kasabasında dünyaya geldi. Dedesi Mehmet, Babası Muttalip Efendi’dir.

AİLESİ VE ÇOCUKLUĞU

Babası Muttalip Efendi (1884-1970), Konya medreselerinde okumuş, sonra köyüne dönmüştür. Kendisi çiftçilik ve ustalık yaparak geçinir, boş zamanlarında da bol bol Kur'an okurdu. Muttalip Efendi ilk eşi Halime hanımı genç yaşta (33) kaybedince Ayşe hanımla evlendi, sonrasında köyünden hiç dışarı çıkmadı ve 86 yaşında vefat etti. 

Mustafa Hoca’nın annesi Halime Hanım ise, Bozkır’ın Sorgun köyündendir. Hocaefendi adını, anneannesinin babası olan Mustafa Hoca’dan almıştır. Bu aile, Bozkır’da tahin işiyle uğraşan “Karabacaklar” ailesiyle akraba olurlar. 

Soyadı kanunu çıktığında, Türk Milletinin geçmişinin parlak olduğunu, geleceğinin de parlak olacağını düşünerek PARLAKTÜRK soyadını alırlar. Muttalip Efendi’nin üç erkek üç de kız çocuğu dünyaya gelmiştir. Erkek çocuklarının üçü de hoca olmuştur. 

EĞİTİMİ VE HOCALARI

Parlaktürk ailesinin en büyüğü olan Mustafa Efendi, İlkokulu Osmanlıca okudu. Mezuniyetten sonra başka bir okula gitmedi. 

Bozkırlı hoca İlk tahsilini 12 yaşında iken Çat (Çağlayan) köyünden Hacı Hüseyin Hocaefendinin yanında yaptı ve ondan özel dinî dersler aldı. İlk Arapça hocası, icazetli âlimlerden Ali Efendi'dir. Sonrasında dönemin tanınmış âlimlerinden Ali Rıza Efendi (Oğuzay) Hoca’dan 10 yıl dinî ilimler tahsil etti. Ondan Arapça, sarf-nahiv başta olmak üzere, fıkıh, akaid, tefsir ve hadis öğrendi. Dönemin meşhur âlimlerinden olan ve tek gözü görmediği için “ayn-ı vahid” namıyla anılan Ahırlı’lı Tevfik (Bilge) Efendi’den de dini dersler aldı. 

Mustafa Efendi, gençliğini tamamen ilim tahsili ile geçirdi. Yazısı çok güzel olduğu için henüz 16 yaşında iken köy kâtipliğine getirildi. 4 yıl bu görevi yürüttü. Köyün bütün dilekçelerini o yazardı. Bu hizmeti meccanen yapar, para pul almazdı. 20 yaşında Konya'ya geldi. Akşehirli Ahmet Efendi’den iki sene boyunca dinî dersler aldı. 22 yaşında da İstanbul’a gitti. Aynı yıl Heybeliada’da asker oldu. İstanbul’da bulunduğu sürede İstanbul Müftüsü Bekir Hâki (Yener) Efendiden Farsça öğrendi. Askerlik sonrasında kendisine İstanbul’da kalması ısrar edildiği halde kabul etmedi ve memleketine döndü. 

GÖREVLERİ

Askere gitmeden önce köyünden ayrılarak Çumra’nın Türkmen köylerinde hocalık yaptı. 1940 yılında ilk olarak Karatay ilçesi Hayıroğlu köyüne fahri imam oldu. Kısa sürede köylülerin sevgisini kazandı ve 1944’de aynı köyden Hacı İbrahimlerin Mehmet Ağanın kızı Ümmü Hanımla evlendi. Bu evlilikten dört çocuğu oldu. Köyde yeteri kadar görev yaptığını ve çocuklarının da geleceğini düşünerek Konya’ya geldi. İl Müftüsü Beyşehirli Abdullah Ulubay Hoca’dan fıkıh ve kelam dersleri aldı. Müftü ondaki cevheri keşfetti ve çok soru sorarak kendisinden faydalanmasını, tefsir ve hadis usulü öğrenmesini tavsiye etti. O da bu fırsatı değerlendirdi ve burada kendisini daha da geliştirdi. 

İMAMLIK VE VAİZLİK GÖREVİ 

1950 yılında Ankara'da Diyanet İşleri Başkanlığı’nın açtığı vaizlik sınavına girdi ve kazandı. İlk resmi görev olarak 1950 yılında Karatay ilçesi Dolav Mahallesi'ndeki Hacıveyis Camiine imam oldu. Daha sonra Pisili Camiine tayin edildi. 1953’te Müftü Beyşehirli Abdullah Ulubay zamanında merkez vaizliğine atandı. Bu görevde iken Aziziye, Kapu ve Tahtatepen Camilerinde uzun sure “kürsü vaizliği” yaptı. 

KOMİSYON GÖREVLERİ

Bozkırlı Mustafa Efendi, müftülük bünyesinde önemli görevlerde bulundu. Yıllarca Müftülüğün resmi fetva işlerini yürüttü. İmtihan komisyonlarının hepsinde başrolü aldı. İmamlık imtihanlarında çok âdil davranırdı. Özellikle yakın akrabalarına “torpil yaptı” demesinler diye tanımazdan gelir, zor sorular sorarak onları terletirdi. 

YAŞANTISI

Bozkırlı Mustafa Efendi, güzel ahlak sahibi müttaki bir zâhitti. Boş şeylerle ilgilenmez, lüzumsuz konuşmaz, mâlâyâniden hoşlanmaz, son derece çekkin, sade ve münzevi bir hayatı vardı. Her gece teheccüde kalkar, Pazartesi ve Perşembe günleri oruç tutardı. Cübbesiz namaz kılmaz, sarığını yanından ayırmazdı. Çok temiz ve güzel giyinir, pardesüsüz dışarı çıkmazdı, kılık kıyafetine çok dikkat ederdi. Soyadı gibi parlak yüzlü, uzun boylu, geniş omuzlu ve yakışıklıydı. Yürürken daima önüne bakardı.

Komşu, akraba, eş-dost ziyaretlerine fazlaca gitmez, herkes onu evine gelirdi. Çok yakın akrabalarına iade-i ziyarete giderdi. Her yıl doğup büyüdüğü memleketine gidip sıla-i rahim yapar, mezarlığı ziyaret ederek anne-babasına ve yakınlarına dua ederdi.

Mustafa Efendinin hafızası çok kuvvetliydi. Okuduğunu hiç unutmazdı. Aynı zamanda el becerisi yüksek, kabiliyetli ve sanatkâr ruhluydu. Kendi kendine marangozluk, saatçilik ve ciltçilik öğrenmişti. Evinde cilt aletleri bulundurur, aldığı eserlerin çoğunu kendisi ciltler, yırtık ve yıpranmış sayfaları maharetle onarırdı.

AYAKLI KÜTÜPHANE

Halk arasında “ayaklı kütüphane” diye meşhur oldu. Onun en yakın arkadaşları kitaplarıydı. Resmi görevi sebebiyle uğradığı Müftülük dairesi dışında en çok uğradığı mekânlar, Arapça eserler satan kitapçılardı. Özellikle Kitapçı Arif (Etik), Can kitabevi, Uysal yayınevi ile İsmail İncili'nin dükkânı en çok uğradığı yerlerdi. 

Yeni gelen Arapça kitaplardan mutlaka haberdar olur, kendine lazım olanları hemen alırdı. Öğrencisi Hayrettin Karaman bu özelliğine atıf yaparak kendisine “kitap kurdu” demiştir. Evine götürdüğü kitapları hanımından çekindiği için saklayarak odasına çıkarırdı. “Aldığın bu kitapları okuyor musun?” diye sorulduğu zaman “Ben aldığım kitabi okumadan kitaplığa yerleştirmem” demiştir. Gerçekten de orta sehpanın üzerinde irili ufaklı onlarca kitap her zaman bulunur, bunlar sürekli yenilenirdi.

FETVALARI

Bozkırlı Mustafa Efendi, dini konularda verdiği fetvalarla ünlüdür. Konya'dan ve Konya dışından gelen insanların adeta tek müracaat kaynağı oldu. Bazen Diyanet İsleri Başkanlığı’nın bile kendisinden görüş aldığı ve fetvasına başvurduğu olmuştur. Fetva konusunda şöhreti Konya dışına taştı. Tahir Büyükkörükçü Hoca, Müftülük yaptığı yıllarda kendisine başvuranlara: “Bu konuda hüküm şöyledir ama siz bir de Bozkırlı hocaya sorun” diyerek verdiği fetvadan emin olmak isterdi. Çoğu zaman da kendisine fetva için gelenleri doğrudan ona gönderirdi. 

Ben de Müftülük yaptığım yıllarda fetvalarından çok yararlandım. Mahkemeden müftülüğe gönderilen çok hisseli ve oldukça problemli bir miras meselesini çözememiştim, bir mektupla kendisine sordum, çözümlü cevap gelince hem hakim hem de taraflar “bu mesele nasıl çözüldü?” diye hayret etmişlerdi.

Mustafa Efendi, kendisini ziyaret ederek bir konu hakkında fetva isteyenlere, konuyu çok iyi bildiği hâlde ezbere cevap vermez, kütüphanesinden çıkardığı ilgili kitabı açarak izahta bulunurdu. Böylece karşısındaki kimse verdiği cevaptan emin ve ikna olurdu. 

İlahiyat Fakültesi öğretim üyelerinden merhum Dr. Hüseyin Küçükkalay, Bozkırlı Hoca’nın yanına sık sık uğrar, onunla tereddüde düştüğü konuları müzakere eder ve ayrılırken de her defasında elini öpmeye çalışır ama Hoca elini öptürmezdi. 

Bir defasında Hoca'nın elini sıkıca tutan Küçükkalay, bu kez mutlaka öpmek istediğini ısrarla söyleyerek sonunda hocanın elini öpmeyi başarmıştı. Arap üniversitelerinde Arap asıllı öğrencilere Arapça ve tefsir dersleri veren ve Arap dilini, belagat ve fesahatini çok iyi bilen Küçükkalay, Bozkırlı Hocada mutlaka istisnâi bir durum, derin bilgi ve üstün vasıflar görmeli ki, elini öpme ihtiyacı duysun. 

BİNLERCE FATVADAN BİR ÖRNEK

Bozkırlı Mustafa Efendi fıkhi meseleleri çözmede son derecede mahirdi. Mesele ne kadar zor ve karışık olursa olsun, geniş dini bilgisi ve engin fıkıh anlayışıyla mutlaka çözüme kavuştururdu. Şöyle bir olay olur: 

Damat adayına fena halde kızan bir kız babası: “Ben bu adama kız vermem, verirsem şart olsun” diyerek nikâhı üzerine yemin eder. Kız babasının dışındaki her iki aile fertleri ve özellikle nişanlı iki genç, bu evliliği şiddetle istemektedirler. Yapılan bu büyük yemini çözmek üzere gittikleri her yerden eli boş dönen aile fertleri, sonunda Bozkırlı hocaya ulaşarak meseleyi danışırlar. Hocanın verdiği cevap sudur: “Evladım, şart eden adamı başka bir eve çıkarın. Onu orada oyalarken siz de gelin hanımı ev halkının elinden alarak damat evine götürün. Böylece gelini babası vermiş olmaz, annesi veya evdeki yakınları vermiş olur, yeminini de bozmuş sayılmaz.” Bu cevapla aile fertleri sevinerek eve dönerler ve evlilik gerçekleşmiş olur. 

MUHAMMED HAMİDULLAH İLE GÖRÜŞMESİ

Kalfa namıyla maruf Abdullah Okur Hocanın anlattığına göre, Konya Yüksek İslam Enstitüsü’nün açıldığı yallarda Prof. Dr. Muhammed Hamidullah Konya’ya ziyarete gelmişti. Okulu ve hocaları ziyaretten sonra Konya’da başka ilim adamları ve din âlimleriyle bilinen değerli hocalar varsa onları da ziyaret etmek istediğini söyleyince birkaç kişiye ziyarete giderler. Ziyaretler kısa sürer ve dönerler. 

Son olarak bir de “Bozkırlı Hocaya gidelim” derler. O ana kadar ziyaretlerden pek de aradığını bulamadığı anlaşılan Hamidullah hoca ister istemez oraya da katılır. Uzunca bir süre hocayla sohbet eder, ilmi müzakerelerde bulunurlar. Oradan ayrılınca Hamidullah hoca kendisini gezdiren heyete şu sözü söyler: “Burada böyle bir âlim vardı da, siz niye beni başka yerlerde dolaştırıp durdunuz? Yazık, önceki vakitlerimiz zayi oldu!..” 

YETİŞTİRDİĞİ TALEBELER

Hocanın Aziziye ve Kapu camilerindeki vaazlarından başka, özellikle 1970 yılından vefatına kadar Tahtatepen Camii'nde Pazar günleri yaptığı dini sohbetler, bilhassa İlahiyat hocalarıyla seçkin bir kesimin kaçırmaksızın takip ettikleri dersler haline gelmişti. Başta yetişkin hocalar olmak üzere ilme meraklı pek çok genç talebe dersleri merakla takip eder, notlar alırlardı. 

Yetiştirdiği öğrenciler arasında Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Ali Osman Koçkuzu, Çorumlu Vaiz Hacı Ahmed Efendi, Kayserili Hafız Halit, Vaiz Mahmut Toptaş, Vaiz Mustafa Uysal, kardeşleri imam ve fahri vaiz Mehmet ve imam Ali Parlaktürk gibi hoca efendiler vardır. Ayrıca Dr. Hüseyin Küçükkalay ve Mustafa Akdedeoğulları gibi tanınmış alimler de hocanın evine sık sık gelir, dini müzakerelerde bulunurlardı. Cemaatinden emekli astsubay Refik Kayaalp de, hocanın hizmetlerini görür, yanından hiç ayrılmaz, vaazlarını ve özel sohbetlerini takip ederek notlar alırdı.

VEFATI

1979 yılı yaz aylarında rahatsızlandı. Böbrek yetmezliğinden başka, üreye dönüşen rahatsızlığı da eklenince hastalığı ağırlaştı. 30 Eylül 1979 Pazar günü 63 yaşında iken vefat etti. Kalabalık bir cemaat tarafından Üçler Mezarlığına defnedildi. Kabri, bir zamanlar imamlık yaptığı Hacıveyis Camiine yakın bir yerdedir. 

Allah rahmet eylesin. Böyle ehl-i ilim, hikmet ve irfan sahibi müttaki âlimlerimizi üzerimizden eksik etmesin.

HAZIRLAYAN: Mehmet Emin Parlaktürk 

Editör: TE Bilişim