Konya'nın Gülleri'ni tek tek ele alarak anlatan Ali Işık, bu güllerin tanıtımına ve unutulmamasına büyük katkı sağlıyor. Konya'nın önemli değerleri olan bu meczupların hatıralarının yaşatılması ve yenilerinin de korunmaya devam edebilmesi için gerekli kültürün korunması anlamında önemli bir iş yapan Ali Işık, bu meczuplardan Bekereli Mustafa, Zeytinci Ömer Ağa ve Çavuş’u şöyle anlatıyor. 

BEKERELİ MUSTAFA

Eski Konyalılar makaraya “bekere”derlerdi. Bekereli Mustafa, makaranın bir ucunu keserek emzik(ağızlık) yapar,sigarasını da makaranın diğer ucuna takarak tüttürürdü.Bundan dolayı Konya’da “ Bekereli Mustafa” olarak tanınmıştı. Çok sakin, sessiz ve sevimli bir meczuptu. Topraklık’ta, ağabeyinin yanında otururdu. Yengesi ona iyi baktığından üstü başı hep temiz olurdu. Eskiden her Konyalının evinde kümesi bulunur, bu kümesleri sokağa açılan birer de deliği olurdu. Hayvanlar akşamları yemlenerek kümese sokulduktan sonra bu delikler kedi,köpek, tilki gibi hayvanlar girmesin diye bir tıkaçla kapatılırdı. Bekereli Mustafa, seher vakitlerinden de önce evinden çıkar, yolunun üstündeki kümes tıkaçlarını deliklerinden çeke çeke Hacı Ömerler Camii’ne kadar gelir, sabah namazlarını orada eda ederdi. O semt halkı, Mustafa’nın bu işi yaz kış bir defa aksatmadığını söylerlerdi. Çoğu meczup gibi, o da camiye ve cemaate pek meraklı idi. Öğle ve ikindi namazlarında, çokça Kapı ve Aziziye camilerine gider, müezzinin arkasına durur, müezzin ihlas okurken, kamet ederken o da onunla birlikte mırıldanırdı. Bildiği kelimelerin tümü on beş yirmiyi geçmediği gibi gerektiği biçimde namaz kılmayı da bilmez; herkesle birlikte yatar, kalkardı.  

Kendisini sevenler, onu esnaf kahvelerin önüne oturtur,sigara,çay,kahve ikram ederlerdi. Önce sigarayı yakar,sonra ağızlığa geçilir,makarayı da ağızlığa tutturarak durmadan çekiştirir, etrafını dumana boğardı.Etraftan : “Aman Mustafa ,korktum” dendikçe o sigarayı daha sık bir biçimde çeker ve korktuğunu söyleyen adamın üstüne üfürür,öbürü sakınır gibi yapınca da bundan büyük bir zevk duyardı. Bu sırada gelen kahveyi almadan önce bacak bacak üstüne atar, şöyle bir kurulur,bundan sonra da kahvesini höpürdetmeye başlardı. Mustafa’nın bir marifeti de gramofonluk görevi yapmasıydı. Sırtında bir el, kol çevrilirmiş gibi döndürünce Mustafa, sözde başlayan bir gramofon kesilir, incecikten bir sesle cızırdamaya başlardı. Küçük yaştaki çocukları pek sever , onlara hayran hayran bakardı ve izlerdi.Eğer çocuklar ürküp kaçarlarsa peşlerine düşer kovalardı. Sabahları evden elinden bir sepetle çıkar, nereye giderse gitsin, bu sepeti gözü gibi korurdu. Kimseden bir şey istemez, ancak hayır sahipleri ne verirse onu alırdı.Yiyecek maddeler sepete konulur,paralar cebe giderdi.

ZEYTİNCİ ÖMER AĞA

Yine merhum Sural’ın naklettiğine göre Zeytinci Ömer Ağa , korkunç ve saldırgan bir adamdı. Esrar içmekten delirdiği söylenirdi. İstanbul’da Bakırköy Akıl Hastanesinde bir süre tedavi görmüş ,dönüşünde hayli uslanmış, zaman zaman şiddet tepkileri görülmüşse de zararlı olmamıştır. Ömer Ağa’nın en çok kızdığı şey, birisinin önünden geçmesiydi. Eğer öyle bir şey yapan olursa, hemen geri döner, o da önünden geçenin önünden geçerdi. Güçlü kuvvetli, iri yarı bir adamdı.Babamı çocukluktan tanıdığı için bizim dükkana gelir, abuk sabuk söylenir durur,ikram ettiğimiz çay veya kahveyi içer, giderdi. Yılda bir defa yemeni yaptırır, parasını babam almak istemez, o zorla verirdi hem de değer fiyatından… Bir gün şöyle bir şey söylemişti, net olarak hatırlıyorum. “Yolda gelirken, biri birine sövdü . O demek istedi ki:’Ben eşeğim! ‘ Öbürü de ona aynı biçimde sövdü. O da demek istedi ki: Ben eşşoğlu eşeğim!” Ve deli deli, sürekli bir kahkaha bıraktı, ekledi: “ Bana deli diyorlar, desinler. Delilik eşeklikten iyidir…”  O zamanlarda ben daha çok gençtim. Delinin söylediklerinden daha çok davranışları beni etkiliyordu. Bu sözlerin gerçek anlamını daha sonraları anladığım zaman,Ömer Ağa’nın deliliğine şaştım. Bu Ömer ağa sokaklardan geçerken, çocuklar taşa tutar, o kocaman iri yarı adam bu taş yağmurlarından korumak için öyle atik sekişler yapar ve kendisini bu taşlardan korurdu ki, şaşardım.

ÇAVUŞ

Gerçek adı bilinmeyen bu meczup, merhum Sural’ın belirttiğine göre Konyalı iyi bir ailenin çocuğu idi. Rivayetlere göre Birinci Dünya Savaşı’nda esir düşmüş ve bu sırada akli dengesi bozulmuştur. 1925’lerde falan Konya’ya dönen Çavuş’u bir ip cambazı “Abdurrahim’in Hanı”nda yaptığı gösterilerde palyaço gibi kullanmak istemiş, fakat çavuş bu işi becerememiştir.Bundan sonra ,Konya’nın nekrelerinden (nüktedan;komik)  sarraf Evcizade Fehmi ile sarraf Kel Ahmet, Çavuş’a bir boya sandığı yaptırmış,Çavuş sözde ayakkabı boyacılığı yapmaya başlamıştır.Ama Fehmi ile Ahmet efendilere şenlik de lazımdır. Çavuş,Kel Ahmet Efendi’nin dükkanının önüne boya sandığını koymuş, kendisi de boyacı iskemlesine azametle kurulmuş, bir taraftan sigara içmekte, bir taraftan da müşteri beklemektedir.Bir gün Sarraf Fehmi, bir başka boyacı çocuğun eline bir beş kuruş şıkıştırp: “ Çavuş’un önünden geç ve : ‘Çek burnunu be Çavuş Ağa, geçemiyoruz” deyince Çavuş: “ Ama amasını avradını…” diye parlar ve çocuğun ardına düşer.Etraf gülmekten katılır.Sonraları bu “Çek burnunu Çavuş” sözü adamı bizar etmiş (bezdirmiş), her gelip geçen “Çek burnunu Çavuş” demeye başlamış zamanla Çavuş buna alışınca da işin tadı kaçmıştır.Ama Fehmi efendi bir başka çare bulur. Bir şişe rakı getirip,Çavuş’a bir hamlede içtirip bırakır.Çavuş sandığının iskemlesine oturur,sigaranın birini yakıp birini söndürürken rakı tesirini gösterir ve Çavuş yerinden fırlayıp, gelene geçene sövmeye başlar. Güçlükle teskin ederler.Bu defa: “Sen çavuşken talimi nasıl yaptırırdın, haydi bir daha yaptır da girelim!diyerek eline tüfek yerine ,eline bir de sırık tuttururlar.Çavuş cadde ortasında kumandalar vermeye başlar.Yat,kalk,silah doldur gibi hareketleri tekrarlar, Sarraflar içi bir ana baba gününe döner.Kalabalığı gören Çavuş, marş maşlarla bir o yana, bir bu yana koşar,orada birikenler gülmekten katılır. Çavuş sonraları saldırgan olmaya başlamış, bu sebeple de Bakırköy Akıl Hastanesine gönderilmiş ve İstanbul’da ölmüştür.

KAYNAK: GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE KONYA’NIN GÜLLERİ/ALİ IŞIK

Editör: TE Bilişim