Merhum Mustafa Büyükkaplan, Konya’nın önemli manevi önderlerinden olmasıyla bilinir. Küçük yaşlarda başladığı hafızlık eğitimini başarıyla tamamlayan merhum Büyükkaplan, daha sonra Arapça ve tecvit dersleri de alarak ilmini daha da genişletmiştir. Aynı zamanda iyi bir tüccar da olan Büyükkaplan, iş hayatında da oldukça ahlaklı, dürüst olmasıyla dikkat çekmiştir. İş hayatını sürdürürken diğer taraftan ibadet hayatını hiç aksatmayan merhum Büyükkaplan, her Ramazan ayında hatimle teravih kılar, Ramazan’ın son 10 günü itikafa girermiş. Merhum Büyükkaplan’ın en büyük mutluluğu ise; talebe yetiştirmek. Öğleye doğru yün borsasındaki işi tamamlandıktan sonra öğle namazı ile Aziziye Cami hücresine girer, yaz günleri ikindi namazı sonrasına, kış günleri akşam namazı sonrasına kadar talebeleri ile ilgilenen merhum Büyükkaplan’ın, İlahiyat Fakültesinden, imamlardan hafızlık yapmaya, okumaya gelen talebeleri dahi vardı. Hafızlığa çok önem veren merhum Büyükkaplan adına ailesi, Hafız yetiştiren bir İmam Hatip okulu yaptırarak eğitim hayatına kazandırdılar. 

MUSTAFA BÜYÜKKAPLAN  [1330 Rumi ( 1914 ) – 1993 ]

 (TORUNU MUSTAFA BÜYÜKKAPLAN’IN ANLATIMIYLA)

Mustafa Büyükkaplan, 1914 yılında Konya’da doğmuştur ve Kaplanzade Hacı Osman Efendi’nin beş çocuğundan biridir. Annesi Şerife Hanımı, üç yaşındayken kaybetmiştir.

Babası Osman Efendi, iki büyük oğlunu okutmuş biri Üsteğmen biri muallim olmuştur. Ancak Mustafa’yı toplumdaki bozulmayı gerekçe göstererek okutmamıştır. Onu yedi yaşındayken hafızlığa başlatmış, hafızlığını tamamladıktan sonra, Osmanlıca okuma - yazma ve hesabı öğretmiştir. Yağcızade Mustafa Efendi’den tecvid ve kıraat dersleri almıştır. Kendisi; Cumhuriyet döneminin ilk hafızlarından olduğunu, Konya’da hafızlığa çalıştığı dönemde üç kişi olduklarını anlatırdı. Aziziye Cami imamı olan hocası, Yağcızade Mustafa Efendi ile birlikte Aziziye camisinde mukabele okumuştur. 

On iki yaşlarında iken mahallelerinde bir cenaze evine babasının yanında gitmiş ve hatim okuyan hafızlara adet olduğu üzere para teklif etmişler. Paraya ihtiyacı olmasına rağmen kabul etmemiştir. Çevrenin baskısı ile parayı almak zorunda kaldığını anlatırken “Parayı alırken tepemden aşağı kaynar sular döküldü” demiştir.

Çalışarak kazanma arzusu dedemi yün ve derilerin alınıp satıldığı pazara yönlendirmiş. Yün ve dericilik, baba mesleği olması hasebiyle, azda olsa bu mesleğe aşinalığı vardı. O zamanlar köylülerin getirdiği yün ve deriler bu pazarda alınıp satılırmış. Dedem önceden bu işi yapmış biriyle deri-alıp satmaya başlamış, daha sonra da babasının Müze Caddesi, Borsa Sokak’ta kiralamış olduğu dükkânı kendisine devretmesi ile dükkân sahibi olarak ticaret hayatına girmiş.

Yün, yapak ve tiftik tüccarı olan babası Hacı Osman Efendi’nin maddi durumu o dönemde çokta iyi değilmiş. Konya’da bir tiftik tüccarına 80 ton tiftik vermiş. Ardından birinci dünya savaşı başlamış ve ticaret tamamen kesilmiş. Sattığı maldan beş kuruş alamamış. Tiftiğin 76 tonu kendi sermayesi 4 tonu ise müstahsile borçmuş. Evde halı, kilim, bakır gibi para edecek ne varsa satıp borçlarını ödemiş. Ardından gelen kıtlık seneleri ve ağır vergiler Kaplanzade Hacı Osman Efendi’ye ticareti bıraktırmış. Aynı zamanda icazetli bir hoca olan Kaplanzade Hacı Osman Efendi, hafız ve fıkıh konusunda üstat imiş. Ticareti bıraktıktan sonra imamlık yapmak istemiş. Karakayış Camisi için açılan sınava müracaat etmiş. İmtihan yeni yazı ile yapılacağı için dedem, babası Hacı Osman Efendi’ye on – on beş gün gibi bir zamanda yeni yazıyı öğretmiş. Hacı Osman Efendi de sınavı kazanıp göreve başlamış. 1955 senesinde 86 yaşında, vefat edene kadar imamlık vazifesine devam etmiş. Osman Efendi yaşayışı ile de takva bir zat imiş. Konya Müftüsü Abdullah Efendi fetva sormaya gelenler çok olduğu zaman bir kısmını Osman Efendi’ye gönderirmiş. Müsevvit (Müftü Yardımcısı) Hacı Hasan Efendi de Cuma namazlarını Osman Efendi’nin arkasında kılarmış.

Mustafa Büyükkaplan, 1935 yılında Kağnıcı Mehmet Efendi’nin kızı Vesile Hanım ile evlendirilir. Bu izdivaçtan üç erkek ve bir kız çocukları olur. Kısa bir dönem kadrolu müezzinlik görevi de olan dedem; ticaretle de uğraştığı için bazı vakitler de camiye gidemez. Kendisi Nadir de olsa bazen vazifemi aksatıyorum. Kazancıma halel geliyor diyerek resmi müezzinlik görevini bırakır. Kırk yılın üzerinde fahri imamlık yapar. Üç vakit kılınan mescitlerde (sabah, akşam ve yatsı) Nuriye Mescidi, Sırçalı Mescit, uzunca bir dönemde Baba sultan Mescidinin imamlığını yapmıştır.

Askerliğini İzmir Foça’da depo sorumlusu olarak yapmıştır. Komutanları dürüstlüğünü takdir ederek kendisini bu vazifeye getirdikleri bilinmektedir.

Askerlik dönüşü rahmetli Rıfat Hekimoğlu Efendi ile ortaklıkları olmuş, Adana’dan buğday satın almışlar, satışında biraz zorlanmışlar, kendi aralarında bu işten para kazanırsak hac parası yapalım demişler. Buğdayı Urfa’ya satmışlar. Hacca gitme niyetleri 1949 yılında gerçekleşmiş. Türkiye’den hacca ilk defa bu tarihlerde gidilmeye başlanmıştır. Babası ve üvey annesini de alarak uzun ve maceralı bir yolculuktan sonra hac farizasını yerine getirmiş olurlar. Dedemin bizlere önemli nasihatleri olurdu. Hacdan bahsettik. Bu bahis ile alakalı bir tanesini nakledeyim. Dedemden şöyle dinledik. “Hayatımda birkaç kez büyük laf konuştum. Allah’ta bunlarla beni imtihan etti. ‘’Hac için Suriye’nin Lazkiye Limanı’ndan, Suudi Arabistan’ın Cidde Limanına gitmek için gemiye bineceğiz, gemi limana üç-beş gün geç geldi. Yanımda yaşlı annem, babam ve eşyalarımız var. Liman çok kalabalık, aşırı izdiham var. Gemi yanaştı. Şu yaşlıları bindireyim eşyaları da taşıyayım, ben geminin bacasından da olsa binerim diye içimden geçirmiştim. Anne ve babamı gemiye bindirdim, eşyaları gemiye verdim, tam bineceğim esnada gemi demir aldı ben binemeden uzaklaştı. İki yaşlı insan, eşyalarımız ve yiyeceklerimiz hepsi gemide gitti. Bir de annem Mustafa acaba gemiye binerken denize mi düştü? diye epeyce tedirgin olmaları, ancak bir sonraki gemi ile Cidde limanına gidebildim.” Böylece anlatıp büyük konuşmamak gerektiğini hayatından bir örnekle bizlere de söylemiş olurdu. Yine, annesini küçük yaşta kaybettiği için hiç görmediğini, rüyada görmeyi çok arzu ettiğini, bu sebeple her gün yatmazdan önce dualar, salat- u selamlar okuduğunu buna rağmen göremediğinden bahsederdi. Yalnız hac görevlerini yerine getirirken annesi için bedel hac yaptırdığını, Arafat gecesi ilk defa rüyasında annesini gördüğünü her defasında ağlayarak anlatırdı. Ticaretin de çok kesin ve katı kuralları vardı. Tavizsizdi. Bu yüzden meslek hile yapmaya müsait, üç oğlum var, onlara bırakılacak bir meslek değil, diyerek düşünmüş ve ilk işi olan yün yapağı ve tiftik tüccarlığını bırakmıştır.

Adana’ya gidip gelirken pamuk yağı işleme tesislerinde pamuk küspesini görmüş. Pamuk küspesi hayvan yemi olarak kullanılır, ihraç edilirmiş ve bu yem Konya’da pek bilinmezmiş. Bir miktar numune getirmiş, hayvanlara yedirmişler. Hayvanlar için sağlıklı bir besin. Bunun ticaretine başlamış, Adana’da 2-3 fabrikayı bağlamış. Çıkan ürünleri satın almış. Dedem Adana’da günlük çıkan yemleri trene yükleyip sevk etmekle meşgul, büyük amcam Osman Büyükkaplan, Konya garına gelen bu yemleri dükkâna nakli ve satışı ile ilgilenirmiş. Amcam günlük satılan malların parasını fabrikalara havale eder, dedem mal alırmış. O günün şartlarında zor bir ticaret olduğunu söylerdi. “Sermayem kıt, banka vs. ile işim olmaz, bono kullanmam derdi’’. Yalnızlıktan büyük amcamı okutamadığına hep üzülürdü. Diğer iki oğlunu babam Muhammed ve amcam Fahrettin Büyükkaplan’ı okutmuş. Babam İmam Hatip ve Yüksek İslam Enstitüsü, amcam Ticaret Lisesi ve İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi mezunudur.  Çocuklarına okuyacaksınız, tahsilinizi bitireceksiniz. Ama gerekirse sırtınızla urganla hamallık yapacaksınız dermiş. Daha sonra 1952 yılında halıcılık yapmaya başlar. O dönemlerde makine halısı üretimi olmadığı için el halıları satılmaktadır. Isparta, Uşak, Demirci, Gördes, Simav ve az miktarda Sille de yeni yeni de Ladik’te halı imalatı yapılmaktadır. Halı daha çok Demirci yöresinde dokunurdu. Oraya ulaşım çok zor olduğu için Konya esnafı pek gitmek istemezmiş. Konya’dan Akşehir’e kadar otobüs ile Akşehir-Afyon arası tren, Afyon’da aktarma yapılır. Uşağa tekrar trenle. Uşak’tan Demirci’ye tomruk kamyonları üzerinde zor bir yolculukla ulaşılırmış. Dedem bu meşakkatli yolculuğa katlanır, gider halıları alır, Konya’ya getirir, bir miktarını kendi mağazalarında satarlar, bir miktarını da esnafa üçer – beşer dağıtır ve tekrar gidermiş halı almaya. 1953 ve 1957 seneleri için kendi tabiriyle “çok şen yıllardı, mahsul bol oldu, işler hızlıydı, dükkânda satacak halı bulamaz olmuştuk.” derdi. 1958 yılında Lâdik halısı imalatına girmeye karar vermiş. Halı imalatı aslında zor bir iş. Konya, Afyon, Balıkesir yörelerinden toplanan yünler; tefrik edilir, yıkama, boyama ve eğirme işleri için Uşağa gönderilir. O zamanın kısıtlı imkanları ve teknolojileri ile bu işler çok daha zor. Sonra iplikler Konya’ya getirilirmiş. İmalat bölgesi olarak Lâdik seçilmiş. Önceleri evlere halı tezgâhları kurulmak suretiyle, daha sonraları evlerin yanında, köy meydanlarına atölyeler yapılarak halı dokutulurmuş. Halı imalatında bütün malzeme ve demirbaşlar, imalatçıya ait (halı tezgâhı, ip, model, makas, kirkit vs.). Bayanlar düğüm hesabı dokuma yaparlardı. İlk yıllar biraz zorlanmışlar. Bölge işe tam hâkim değil. Yeni yeni öğreniyorlar mesleği. Birkaç müteşebbis İran asıllı Acem Ali Usta’yı İran’dan getirmek suretiyle bölgeye halı dokuma işini öğretmişler. Dedem sebat ettiklerini söylerdi. Akşehirli Hacı Ahmet Efendi (Sultan Selim camii imam ve hatibi) bu işin bereketli olduğunu, sebat etmelerini tavsiye etmiş. Akşehirli Hacı Ahmet Efendi daha önceden bu işi yapmış biri. Ayrıca Ladikli Hacı Ahmet Ağa’da “Yokluk zamanları köylü bu işten sebepleniyor, sizde kazanırsınız inşallah.” diyerek teşvik etmiş. Hacı Ahmet Ağa ile babadan kalma samimi bir dostlukları varmış. Yine dedemden dinlediğim bir hatıra; Babası Hacı Osman Efendi ile tanışırlarmış. Osman Efendi büyük oğlu Ahmet Hamdi’ye Lâdik, Akdoğan yaylasından kız istemek için Konya’dan çıkar. Ahmet Ağa’ya malum olur. Osman Efendi buralara geliyor biz niye dururuz diyerek hemen atını koşar. Osman Efendi’yi yol güzergâhı Hac Pınar’ında karşılar ve görüşürler.  Dedem daha sonraları halıcılığın çok bereketli bir iş olduğunu anlatır, şunu da ilave ederdi; “çocuklarıma iyi bir meslek bırakmak için terk ettiğim mesleğe yıllar sonra, Allah nasip etti tekrar döndük” (halı ipliği üretmek için tekrar yün alımına başlaması üzerine) Büyük amcam aktif ticaretin içindeydi. Babam ve küçük amcam ise hem tahsil görüyorlar hem de öğrenimleri sırasında babalarına yardım ediyorlar. Okulları ve askerlik vazifeleri bitince işe dahil olurlar. Halı imalatında kullandıkları halı ipliğini de kendileri yapmak isterler. İplik fabrikası kurarlar. Dedemin yükü biraz hafifler. Yalnızca yün alım işlerini üstlenir. Büyük amcam halı imalatı ve toptan satışını, babam iplik üretimini, küçük amcam da satış ve pazarlama işlerini yürütür. 1958 yılında başlayan halı imalatı 2000’li yıllara kadar devam etmiştir. Dedem yoğun ve zor çalışma temposu içerisinde fahri imamlık ve çocuk okutma işinden de hiç geri durmamış, seyahate gittiği zamanlarda dedemin camisinde, amcam müezzinlik, babamda vekil imamlığını yaparmış. Dedem teravih namazlarını hatimle kıldırırdı. Günlük bir buçuk cüz okur, Ramazan’ın 20. günü akşamı hatmi tamamlar ve son on gün itikafa girerdi. 40 yılı aşkın bu vazifeyi fasılasız yaptı. Hafızlığı çok sağlam idi, teravih kıldırırken bazı yıllar arkasında fatihi olurmuş bazı yıllarda da fatih bulamazmış. Çocukluğumda hatırladığım on-on iki kişiyi geçmeyen bir cemaati vardı. O yıllarda hatimle teravih kılmaya ve itikaf ibadetine günümüzde olduğu kadar rağbet yoktu. 

       Çocuk okutmak, hafız yetiştirmek, ardından onları mihraba geçirmek en büyük mutluğuydu. Oğulları iş yükünü hafifletince hafızlarla ilgilenmeye daha fazla zaman ayırırdı. Sabah erken yün borsasına gider, burada açık artırma ile satılan köylünün yünlerini alır, bu vazifesini de hiç aksatmazdı. Yine etkilendiğim bir hassasiyetini aktaracağım; babam bir bayram arifesi dedemin yine yün borsasına gitmek için hazırlandığını görüp bugün arife ne yapacaksın dediğinde; “köylü üç-beş okka yününü satacak, çoluk çocuğuna bayramlık alacak, şeker alacak, gitmezsek kim alacak bu yünleri?” diye engin düşüncesini açıklamış oluyor.

       Öğleye doğru yün borsasındaki işi tamamlandıktan sonra öğle namazı ile Aziziye Cami hücresine girer, yaz günleri ikindi namazı sonrasına, kış günleri akşam namazı sonrasına kadar talebeleri ile ilgilenirdi. Kimileri de yatsı namazından sonra gelirdi. Genç yaşlı pek çok talebesi vardı. Kuran kursuna giden öğrencilere, ertesi gün okuyacakları derslerini hazırlamakta yardımcı olur ve derslerini ezberletirdi. Ben de öğleye kadar Kur’an kursuna, öğlenden sonra ise dedemin yanına giderdim. Bana dersimi ezberletirdi. Bazı talebeleri vardı, kuran kursunda hafızlık yaparken bir sebeple hıfzını yarım bırakmışlar. Dedem bu kişilere hafızlıklarını tamamlattı. Daha önce hafız olup unutanlar dedeme gelip okumak suretiyle hafızlıklarını pekiştirirlerdi. İlahiyat Fakültesinden, imamlardan hafızlık yapmaya, okumaya gelen talebeleri vardı. Yine Aziziye Camisine mukabele okumaya gelen hafızlar mukabeleden önce okuyacakları yerleri dedeme dinletirlerdi. Talebelerine çok müşfik davranır, kaba söz ve dayağa hiç tahammülü olmazdı.  Camideki hücreye gelirken yanında kuruyemiş getirir, öğrencilerin dikkatleri dağılmaya başlayınca çaycıdan hücreye çay söyletir, çay içildikten sonra yeniden derse geçilirdi. 

       Hafızlığı bitirenlere teravih namazlarında fatihlik yaptırır birkaç yıl sonrada teravih namazı kıldırtmak için mihraba geçirirdi. Altı, sekiz rekât ile başlatırdı. Böylece arkadaşlarımızdan pek çok kişiyi mihraba alıştırmıştır. Ben de imam hatip ikinci sınıftan itibaren altı yıl dedemle birlikte hatimle teravih namazı kıldırdım. Dedem bizi teşvik eder, korkularımızı yener, bize; “beğenmeyen mihraba geçsin” kabağın okkası beş kuruş desin. Bakalım düzgün diyebilecek mi? ‘’ derdi.

       Dedem çok prensipli, kibar ve nazik bir yaratılışa sahip, hak hukuka son derece dikkatli, ileri görüşlü, kimsenin arkasından konuşmayan, konuşulmasına müsaade etmeyen birisi idi. Biraz sert görünümlü olmakla birlikte çok yufka yürekli, namazda, duada, sohbet esnasında, günlük hayatta gözü daima yaşlı olurdu.

Adına yapılan okulumuz Mustafa Büyükkaplan Hafız İmam hatip Ortaokulu hayatta iken onu en çok mutlu edecek işlerin başında gelirdi, yetişse ne kadar memnun ve mesrur olurdu, bu hayratta hafızlarımızın yetişmesi, memleketimize ve İslam ümmetine faydalı olması onun ruhunu şad edecektir.

Allah gani gani rahmet eylesin.

Amin, amin, amin…

HAZIRLAYAN:

Mustafa Büyükkaplan (Torunu)