Osmanlı’nın son dönemi ve Cumhuriyet döneminin ilk yıllarında Konya’da bulunan alim ve velilerden biri de Saçlı Hoca lakabıyla anılan Hafız Ali Murtaza Efendi’dir. 1883 yılında Cedidiye Mahallesi’nde bugünkü Tatar Cami olarak anılan cami civarına dünyaya gelir. Babası Yusuf Efendi’dir. Göçmen bir aileye mensuptur. Ruslar’ın Kırım’ı işgali üzerine, Yusuf Efendi ailesini alarak, önce Türkistan’a ardından Romanya üzerinden Türkiye’ye iltica eden Kırım Tatarıdır. 

“Hafız Murtaza”, saçlarını uzattığı için de “Saçlı Hoca” unvanıyla anılmıştır. İri yapılı, beline kadar uzun saçları olan bir alim, bir velî. İlkokulu Akif Paşa Mektebi’nde tamamlar. Ardından hafız mektebine devam ederek hıfzını tamamlar. Sağlam bir hıfzı vardır. Onun için artık medresenin yolu açılmıştır. Bir taraftan medreseye devam ederken, bir taraftan da 1319 /1903 yılında, iki yıllık Konya Dârü’l-Muâlimîn’ine devam ederek aliyyü’l-a’lâ yani, pekiyi derece ile buradan mezun olur. Medreseden mezuniyet tarihi ise 1908’dir. Murtaza Efendi böylece iyi bir tahsil yapar. Sahip Ata Dârü’l -Hadis’inin (İnce Minare Medresesi) son müderrislerindendir. Günlük 30 akçe ücretle bu medresede müderrislik görevinde bulunan Abdülhakim Efendi’nin vefatı üzerine, oğlu Abdür-rahim Efendi’ye görev tevcih edilmek istenirse de, onun yaşının küçük olması sebebiyle müderrislik görevini fiilen yürütemez. Açılan imtihan sonunda Murtaza Efendi göreve ehil görülerek, niyabeten adı geçen Darü’l-Hadis’in müderrisliğine 1919 yılında getirilir. İyi bir hafız olması sebebiyle aynı külliye içerisindeki mescidin imamet görevini de üstlenir. 

Dârü’l-Muallimîn mezunu olması dolayısıyla öğretmenlik mesleğine intisap eder. Seydişehir’in Karacaviran köyünde öğretmenliğe başlar. Seferberlik ilân edilmesiyle askere alınır. Tabur ve alay imamlıklarında görev yapar. Askerlik görevini tamamladıktan sonra, İkinci Kafas Ordusu’ndan terhis edilir. Bundan sonraki görev yeri Konya Merkez Selimiye İlkokulu’dur. Daha sonra sırasıyla, Musalla, Saraçoğlu, Dedemoğlu, Kadınhanı merkez, Çeşmelizebir’de görev yapar. Son görev yeri Kadınhanı merkezindedir. Ayrılış yılı ise 1926’dır. Öğretmenlikten neden ayrıldığı bilinmemektedir. Murtaza Efendi görev yaptığı bütün yerlerde imam-hatiplik ve vaizlik görevlerini de birlikte yürütmüş, irşat etmiştir. 

Pek çok camide imam-hatiplik ve vaizlik görevlerinde bulunur. Bunlardan birisi de Fethiye köyü hatipliğidir. 

Onunla en çok konuşan kişi ise dönemin İslam âlimi, müderris Fahri Kulu Efendi olmuştur. Fahri Efendi, hususi hayatında da mahviyet sahibi, taassuptan uzak, tasavvuftan kaynaklanan büyük bir hoşgörüye sahiptir. Bu vasıfları dolayısıyla zamanının aydın ve mevki sahiplerinin hürmetini kazanmış, evi ziyaretçilerle dolup taşmıştır. Bu yönü nedeniyle Hafız Ali Murtaza Efendi de onun yanında bulunmuştur. Bazen dergâhtaki odasında baş başa görüşürler ikisi de ne konuştuklarını söylemezdi. Fahri Efendi, Saçlı Hoca için: “Derviştir, meczup bilin, hoş tutun, ilişmeyin” demiştir. 

KENDİSİ HAKKINDA ANLATILAN MENKIBELER 

Halk arasında ise kim olduğu nereden geldiği bilinmez adını sorana söylemezdi. Saçlarını uzattığı için Konyalı esnaflar ona Saçlı Hoca demiştir. Konya’da bulunduğu son zamanlarında ise meczûbane bir hayat yaşamış, Allah dostu bir meczup, velî olarak da bilinmiştir. Esnaflar arasında dolaşmıştır. Bu nedenle hakkında birçok menkıbe anlatılmaktadır. Devamlı çoraplarını cebinde taşımış ve bunları sadece namazdan namaza giymiştir. Cemaatle namaza devam etmiş, bazen safta kendinden geçerek gözyaşları ile namaz kılmış, zaman zaman cezbeye kapılıp cemaat içerisinde “Allah” diye bağırdığı olmuştur. Canı istediği zaman kısa süreli çalışır verilen her işi kusursuz yapmıştır.

Sabah oruçlu olduğunu söyler ama ikindi vakti orucunu yediği olurdu. Orucunu neden bozdun diye soranlara, “Mide orucuydu ondan bozdum, sana ne…” diye kızmıştır. 

Saçları ile ilgili sorulara hiç cevap vermemiştir. Saçlarının uzunluğu beline kadardı ve devamlı başının üzerine dolar bu görünüm onu daha da esrarengizleştirirdi. Bir seferinde gözlerini siyah bir bezle kapatmış, bir hafta gece gündüz âma gibi, elindeki değneğinin yardımı ile dolaşmıştır. Soranlara ise, “Gözlerime ceza verdim. Orucumu bozdular” demiştir.

Tüm bu yaptıklarının altında ise şüphesiz bir hikmet vardı. Çünkü ilim yönünden donanımlı bir şahsiyet olan Saçlı Hoca, anlayan manası derin mesajlar vermeye çalışmıştır.  

Kızı Fatma Hanım’ın da hatırladığı şekilde ayağına, tahtadan ve takunyaya benzer bir ayakkabı giyer, hep onunla dolaşırmış. Ve yanından hiç eksik etmediği zaman zaman buna notlar aldığı bir küçük levha taşır. O buna, “Benim akıl tahtam” demiştir. 

Saçlı Hoca’nın bir özelliği de yaz aylarında geceleri Üçler Mezarlığında yatmasıdır.  Bu durumu soranlara; “Sizler de mezarlıkta yatmak isterseniz, sadece bir kabrin üzerinde yatın, iki kabrin arasına yatırsanız, rahatsız ederler uyuyamazsınız” demiştir. 

Saçlı Hoca’nın yine mezarlıkta yattığı bir sırada yaşanan bir olayı Mustafa Çetin, “Deli mi, meczup mu?” köşe yazısında şu şekilde anlatmaktadır: 

“Bağ evimiz Çimenlik yöresindeydi. Güzergâhı; Üçler Mezarlığı yanından, Topraklık Caddesi, Çimenlik ve Küçükkumköprü… Bağ komşumuz Ekmekçi Mehmet amca her sabah bu güzergâhı kullanarak, erken saatlerde fırına gider ve aynı yoldan evine dönerdi. Büyüklerden mezarlık yanından geçilirken mezarlığa selam verildiğini öğrenmiştik; “Selamünaleyküm Ya Ehligubur” diye sonra verilen selamı da geri alacaksınız derlerdi. Mehmet amca da her gidiş gelişlerinde bu selamlaşmayı yapardı. Ne var ki; bir gün Saçlı Hocanın yattığı yerde tesadüfen selam vermişti. Mehmet amca daha verdiği selamı geri almadan, orada yatmakta olan Saçlı Hoca; “Aleykümselam Ya Dünya Ehli” demez mi!..

Ne olduysa o olaydan sonra oldu. Mehmet amca büyük bir korku içinde evine döner ve hastalanır. Uzun süren tedaviler sonuç vermez. Ömrünün kalan kısmını akıl hastanesinde geçirir. Saçlı hocayı bu alışkanlığından kimse vazgeçiremez.”

Yine halk arasında onun tayy-i mekân yani mesafeyi atlarcasına geçmek kudretine malik olduğu anlatılır.  Zaman zaman vasıtalarla onu yollarda görenler, onun kendilerinden evvel Konya’ya geldiğine tanık olmuşlardır.

Konya’nın kültür insanlarından merhum Mahmut Sural, böyle bir olaya bizzat kendisinin şahit olduğunu anlatır. Bir ramazanda hep birlikte bir iftara davetlidirler. Davetliler iftardan önce gelip otururlar. Topa yakın Murtaza Efendi, benim imamlık görevim var, akşam namazını kıldırıp geleyim der. Bulundukları yerle Murtaza Efendi’nin imamet görevini ifa ettiği yer arasında, beş kilometreden fazla bir mesafe vardır. Orada bulunanlar, nasıl iftara yetişecek diye biri birlerine bakışırlar. Top atılır, herkes orucunu açar, birlikte akşam namazlarını kılarlar. Daha çorba tası sofraya konmadan Murtaza Efendi kapıdan giriverir. Orada bulunanlar hayret içerisinde kalır. Ve olayı kendisine duyurmadan tahkik etmeye karar verirler. Gerçekten o gün Murtaza Efendi, görevli olduğunu söylediği camide akşam namazını kıldırmıştır. Onun halk arasında buna benzer daha pek çok menkıbesi anlatılır.

SAÇLI HOCA VE SADAKA TAŞI 

Konya’da bulunduğu dönemde meczup, derviş olarak görülen Saçlı Hoca, unutulan değerlerin hatırlatılmasını da sağlamıştır. Bu hatırlattığı değerlerden biri de sadaka taşıdır. Anlatılan bu olay şu şekilde cereyan etmiştir. Konya sert geçen kışlarından birini yaşamaktadır. Bu kış ortamında geçimini çok zor şartlar altında yaşayan Yusuf isminde bir demirci vardır. Milli Mücadele döneminde cephede gazi olmuş, Bozkırlı fakir bir ailenin oğlu. Eşi Meryem’le evlendikten sonra köyde çok fazla ekecek toprakları olmadığı için geçim derdi ile Konya’ya göçer. Buldukları iki odalı kerpiç eve yerleşirler, tek servetleri ise izbede besledikleri inektir.  

Gevrâki hanındaki küçük dükkânı vakıf tan çok ucuza kiralamış ve işe koyulmuştu. Kimseyi tanımıyordu, Konyalılar çok yardım sever insanlardı tanınsın müşteri tutsun diye yerli esnaf destek olmuş ona müşteri göndermişlerdi, bütün kazancını malzemeye, hurda demire ve kömüre yatırmıştı. İşler yoluna girmek üzereyken erken gelen kış, her şeyi altüst etti.  Geçim derdine düşmeye başladı. Ancak çalışma azminden bir şey kaybetmiyor, “Bu soğukta boş durulmaz” diyerek hem düşünüyor hem çalışıyordu. 

Bu esnada içeriyle Saçlı Hoca geldi ve kalın sesiyle, “Esselamü Aleyküm usta kolay gelsin” dedi. Kapıdaki adam uzun boylu zayıf, saçı, sakalı simsiyah, sade giyimli, döşü açık, esmer, yüz hatları keskin, kalın kaşları çatık, mavi gözleri ürpertici ve esrarengizdi. Uzun saçlarını başına sarık gibi dolamıştı. Elinde uzun ve kalın bir âsası vardı. Ürkerek selamını aldı. Hayırdır inşallah dedi içinden. Saçlı Hoca, Yusuf’un gözlerine bakarak, çok ciddi bir ifade ile; “Biliyonmu usta …Taşların hepsi ölmüş.. Kanları kaçmış… Bembeyaz kesilmişler… Taşlar ölmüş…Bu ayazda kaskatı duruyorlar…Ölmüşler” dedi. Yusuf irkildi hiçbir şey anlamamıştı, biraz da korkmuştu ama içinden, “sabah sabah çattık deliye” dedi. Saçlı Hoca, sanki Yusuf’un içini okumuşçasına, “Ne delisi be adam... Ben sana taşlar ölü diyorum duymadın mı? Bekle, tekrar geleceğim” diyerek gitti. Yusuf bakakaldı, bir şey diyemedi.  

“Taşların hepsi öldü” diyen Saçlı Hoca’nın amacı sadaka taşlarını yeniden diriltmektir. Bu nedenle her gittiğ iyerde devamlı ölü taşlardan bahsetmiştir. Esnaflara sürekli, “Sabah namazlarını cemaatle kılın camiye gidin, dışarısı soğuk diye tembellik etmeyin, taşa toprağa fakire nazar edin. Ölü taşların çoğu gömülü. Çıkartın diriltin. Taşları öldürdünüz. Sizde öleceksiniz.  Defteriniz dürülecek. Temelli öleceksiniz” ifadelerini kullanmış ancak kimse buna bir anlam verememiştir. 

Sözlerinin karşlığının anlaşılmaması üzerine bu sefer, “Bu cuma sabah namazına Hacı Fettah Camisine gelmeyenin ruhu ölecek, ruhu ölecek…” şeklinde sSokak aralarında dolaşıyor, herkesi soğukta Hacı Fettah kabristanına bitişik camiye çağırıyor. Çarşı esnafı, mahalleli tedirgin olmuştu. Durumu anlamak için Fahri Efendi’ye gittiler. Fakat bir gün önce hışımla dergâha gelmiş Fahri Efendiye’de aynı şeyleri söyleyip gitmiş, söylediklerine bir anlam verememişti. Gelen esnaflara, “Meczupların ısrarında hikmet vardır, Cuma günü sabah namazını Hacı Fettah’ta kılalım, Görelim Mevlâ neyler neylerse güzel eyler” demiştir.  Cusa günü Hacı Fettah Camisi sabah namazında tamamen dolmuş, fakat Saçlı Hoca görünmüyordu. 

Herkes bir anlam verememişti. Cami çıkışında, kapının önünde, elinde asası, her yeri kar ve çamura bulanmış, başına topladığı siyah saçları açılıp darmadağın ve beline kadar sarkmış, soğuktan bembeyaz olmuş yüzü ve o sabit bakışları ile duruyordu. Cemâat şaşkındı, Saçlı Hoca, Fahri Efendi’yi görünce elinden tuttu, sessizce camiye bitişik mezarlık duvarının yanına götürdü. Taş duvarın altı oyulmuş kar ve toprağı temizlenmişti duvarın altında uzunca, yuvarlak bir mermer sütün vardı. “İşte ölü taş burada, buraya gömmüşler. O nu diriltin” dedi.  Bunu söylerken sesi boğuklaşmıştı, gözleri yaşarmıştı. Fahri Efendi birden saçlı hocaya sarılıverdi, başını saçlı hocanın göğsüne dayadı, ağlamaya başladı, bir yandan,

—Vay benim sırlı dervişim bumuydu kaç gündür derdin, şimdiye kadar anlayamadım, affet beni… Diyor ona daha sıkıca sarılıyordu. Cemaat bir kez daha şaşkınlığın suskunluğundaydı. Kısa boylu bembeyaz sakallı şeyh ve uzun ince boyu ve beline kadar dökülmüş saçları ile iki zıt adamın sarmaş dolaş ağlaşmaları. Onları büyülemişti. Fahri Efendi saçlıyı elinden tuttu, cemaate, “Girin camiye size anlatacaklarım var” diyerek durumu anlatmaya başladı.  Alan elin veren elin belli olmadığı, gurur, kibir, eziklik ve mahcubiyet ortadan kalktığı, oraya bırakılan yardımların ihtiyaç sahiplerine merhem olduğu sadaka taşı geleneğini anlattıktan sonra, “Ey cemaat. İşte bu nakış gönüllü, saçlı dervişimiz bunu bize aynı nezaketle anlatmak istedi, ama bu güne kadar anlayamadık. O duvarın altındaki taş eskilerin sadaka taşıdır. Doğrudur, ölüdür. Şimdi bize yakışan bu taşları bulup diriltmektir aslına döndürmektir” dedi. 

Cemaat ağlamaya başladı, saçlı hocaya sarılıp af dileyenler vardı. O ise sessiz ve mahcuptu. Konya seferber oldu, köşe bucak sadaka taşı arandı, bulunanlar ihyâ edildi, lüzumlu görülen yerlere yenileri kondu. Saçlı Hoca, canlanıvermiş yüzündeki kasvet dağılmıştı. Bu olaydan sonra Fahri Efendi, fakir ve muhtaçları bulup, haberdar etme işini Saçlı Hoca’ya verdi. Hoca bunların sırrını saklamakta eşsizdi. Ayrıca devamlı esnaf arasında dolaştığı için herkesin durumunu da bilirdi. Mahalleleri dolaşıyor zengin fakir herkese adres tarif ediyor, kimin alacağı kimin vereceği belli olmuyordu.

O günlerde yeniden Yusuf’un dükkânına uğradı. Yusuf, bu sefer korkmadı. Saçlı Hoca, selam verdikten sonra, “Yarın yatsı namazında Şeyh Elman (İşgalaman) Camisinde ol, tekrar uğrayacağım” diyerek, ayrılır. Böylece, soğuk kar ve kışla gelen sıkıntı atlatılmıştı. İşleri düzelen Yusuf sadaka taşlarından aldıklarını kuruşuna kadar kaydetmiş ve beş katını mümkünse on katını vermeyi adamıştı. Büyük bir azimle çalışıyor ve asla sadaka taşlarını unutmuyordu. Artık alan el, veren el, olmuştu. Saçlı hoca ile beraberce gönüllü çalışmışlardı. Köyünü unutmadı caminin köşesine yaptırdığı taşı diktirdi, köylülere sadaka taşının ne olduğunu gözyaşları ile anlattı. Saçlı Hoca, böylece Anadolu’da küllenen ateşi yeniden  canlandırmıştı.

Saçlı Hoca, o günlerin mutlu telaşlarında sır oldu, Bir gün nasılsa döner, derviştir âdetidir dediler, telaşlanmadılar. Ancak bir daha geri dönemedi.

MEDİNE’YE HİCRET EDİŞİ VE VEFATI

Konya’dan hangi tarihte ve hangi sebepten dolayı ayrıldığı tam olarak bilinmemektedir. Kızı Fatma Zehra Hanım’ın anlattığına göre, 1935-1936 yıllarında Konya’dan ayrılmış olabileceği düşünülmektedir. Medine’ye göç sebebi, o dönemlerdeki bazı baskılarla, Peygamber Efendimize duyduğu muhabbettir. Nitekim o yıllarda Türkiye’den Medine’ye gidip yerleşenlerin sayısı fazladır. Hacıveyiszade İbrahim Efendi ve ailesi de aynı yıllarda Konya’dan ayrılmışlardır. Murtaza Efendi sekiz yaşlarındaki kızı Fatma Zehra Hanım’ı bir yakın akrabasına emanet eder. İlk hanımından olan oğlu Cevdet’i de kendi evinde bırakarak ve bir yolunu bularak Türkiye’yi terk eder. Bundan sonra hem kendisi, hem de çocukları için acılı ve sıkıntılı günler başlar. Annesini daha önce kaybeden Fatma Zehra Hanım baba hasretiyle, Murtaza Efendi de hem vatan, hem de evlat hasretiyle yanıp tutuşur. Türkiye’ye gönderdiği mektuplarında yıllardır çocuklarından haber alamadığından yakınır, Kapı Camii ve Aziziye Camii civarındaki tanıdığı esnaflara selâmlar yollar. Murtaza Efendi, eline geçen parayı Konyalı hacılar vasıtasıyla hep kızına gönderir, ama çoğu ona ulaştırılmaz. Fatma Hanım’ın anne ayrı ağabeyi, kimsesizliğin verdiği sıkıntı, çevreden gördüğü kötü muamele ve baba hasretiyle, babasını bulmak, ona kavuşmak ümidiyle yollara düşer. Bir süre sonra onun, Adana’da öldüğü haberini alırlar.

Mekke’den gönderdiği son iki mektubunda,  Konya’ya dönmek için niyet ettiğini ifade etmekte ve Konya’ya gönderdiği hediyelerden ve ellerine ulaşıp ulaşmadığından bahsetmektedir. Yalnız son mektubunda imzasının üzerine yazdığı, “Zavallı Saçlı” ibaresi onun nasıl bir hâlet-i ruhiye içerisinde olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. 

Murtaza Efendi, vatan ve çocuk hasreti içerisinde 5.12.1942 tarihinde hac esnasında Mekke’de vefat eder. Böylece onun, Türkiye’ye dönmesi nasip olmaz.

Vefatında onun geride bıraktığı, sadece 123 Riyal’den ibarettir. Türkiye’ye neden dönemediği aşikârdır. Murtaza Efendi, iki evlilik yapar, ilk eşi Gülsüm Hanım’ın vefatı üzerine Hediye Hanım’la evlenir, ilk hanımından Necati ve Cevdet adında iki oğlu, ikinci hanımından da Sıdıka, Cevat ve Fatma Zehra dünyaya gelir. Fatma Zehra dışında çocuklarının hepsi kendisinden önce vefat eder.

KAYNAKÇA

ÇETİN, Mustafa (2012), Deli mi, meczup mu?-Saçlı Hoca, Anadolu Telgraf: 31 Temmuz 2012 

UZ, Mehmet Ali (2005), Konya'dan Hicaz'a Uzanan Bir Acıklı Hayatın Hikayesi: Hafız Murtaza Efendi (Saçlı Hoca - Saçlı Mirza ), Konya 

UZ, Mehmet Ali (2013), Konya Âlimleri ve Velileri, Konya: Meram Belediyesi Kültür Yayınları

http://www.konyacami.com/sadaka-tasi-ve-sacli-hoca-ERİŞİM: 22.05.2019

Editör: TE Bilişim